Metiner yazdı: Peygamberimiz’in vefa siyaseti veya siyasetteki vefa…

AK Parti Eski Milletvekili,gazeteci yazar Mehmet Metiner,Yeni Şafak'ta" Peygamberimiz’in vefa siyaseti veya siyasetteki vefa…" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Tarihten örnekler vererek siyasette vefa duygusunun önemini hatırlatan Metiner'in işte o yazı:

Metiner yazdı: Peygamberimiz’in vefa siyaseti veya siyasetteki vefa…

Bugün izniniz olursa SİYASİ ERDEMLER RİSALESİ/NEBEVİ SİYASET adlı kitabımdaki ilgili bölümü önemine binaen aynen aktarmak istiyorum…

“Peygamber siyasetinin özünü vefa oluşturur. Mekke’nin fethiyle beraber Medineli Müslümanlar bir yönüyle hayıflanırlar. ‘Acaba’ derler, ‘Peygamberimiz Medine’yi değil de doğup büyüdüğü Mekke’yi mi tercih edecek.”

Mekke’nin fethinden sonra Mekke’de yerleşme fikri, Medineli Müslümanların gönlünü burkar. Fakat Peygamberimiz (sav) tercihini Medine’den yana yapar. En zayıf ve güçsüz olduğu dönemde sadece şehirlerini değil, sadece gönüllerini değil, bütün imkânlarını kendisine açan o yürekli Medinelilerle birlikte tekrar Medine’ye döner.

Tıpkı Bedir’den sonra ganimet paylaşımı yapıldığında bir biçimde eksiklendiklerini hissettiği Medineli Müslümanlara, “Ben size yetmez miyim?” dediği gibi. Ganimet dediğin nedir ki? Peygamberin kendisi varken Medineli Müslümanların ne gözü ne gönlü başka bir şeye kayar.

Mekke Peygamberimiz’in doğup büyüdüğü şehirdir. Ama Medine artık Peygamber’le özdeşleşmiş bir şehirdir. Bugün Medine’de metfun bulunan Peygamberimiz, ahde vefanın en anlamlı ve çarpıcı örneğini sergilemiştir. Mescid-i Nebevi’nin içinde yatan o mübarek ve pak bedeniyle adeta hepimize şunu demektedir: “Ahde vefası olmayana güvenilmez!”

Siz siz olun, asla size zor zamanlarınızda gönlünü ve yurdunu açan insanları başka imkânlar bulduğunuzda terk etmeyiniz!

Siyaseti zor zamanlarda yanında olan insanları bir kenara itmek olarak görenlere bunun anlamını anlatamazsınız. Yolda bulduklarını ve yarın kendilerini yarı yolda bırakacaklarını pekâlâ bildiği insanları sadık dostlarına tercih etmeyi siyaset zannedenlerin nasıl hüsrana uğradıklarına tarih şahittir.

TARİHTEN DERS ALMASINI BİLMEK…

Güçlendikten sonra ölümüne yanında olan sadıkları siyasetin kurtlarına ve istismarcılarına değişenler, güçleri ellerinden gittiğinde ne hallere düşeceklerini unutmuşlarsa şayet, dönüp tarihe bir baksınlar.

Zalim Emevi yönetiminin yıkılışında önemli rol oynayan, ama sonrasında kurulan Abbasi iktidarında kifayetsiz muhterislerin ve kıskançların dedikodularına maruz kalıp öldürtülen Horasanlı büyük Türk komutan Ebu Müslim’in şu sözleri ibretâmizdir:

“Onlar zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”

İlginç ve üzücü olan, Ebu Müslim-i Horasani’nin bizzat iktidara taşıdığı Mansur tarafından öldürtülmesiydi.

Ebu Müslim’in Emevi iktidarının sonunu getiren faktörlerin başında saydığı hususlar ne yazık ki tarihin her aşamasında genel geçer olan hususlardır. Abbasi hükümdarlarının sonunu da bu faktörler getirmiştir. Günümüz siyasetinde yaygın olarak görülen bu davranış biçimi bize şunu gösteriyor ki o koltuğa oturanlar kendilerini ölümsüz sanıyorlar. O koltukta ne varsa artık, güç zehirlenmesiyle akılları başlarından gidenler, sadık dostlarını yanlarından uzaklaştırmayı, kendilerine düşman olanları da sözümona kazanmak için yanlarında tutmayı akıllıca bir siyaset zannediyorlar. O yüzden gücün zirvesinde olanlara bu bahiste ne söylerseniz söyleyiniz nafiledir. Ne vakit güçten düşerler veya iktidarlarından olurlar, işte o vakit bu sözlerin kadrini-kıymetini bilirler. Lakin iş işten geçmiş olur.

GÜÇ, DALKAVUKLARI ÇEKER…

Güç, dalkavukları çeker, sadıkları değil. Güç öyle güçlü bir mıknatıstır ki nerede bir yağcı ve dalkavuk varsa kendisine çeker. Güçlü olduğunuz için yanınıza gelecekleri kovacak haliniz yok. Siyaset onları da idare etme sanatıdır. Lakin güçsüzken size küfreden ama güçlendiğinizde yanınıza sokulan kişileri bir de kalkar baş tacı ederseniz, işte o vakit sadıkları gücendirmiş olursunuz. Yarın güçten düştüğünüzde o güç budalası dalkavukları ve soytarıları yanınızda bulamazsınız. Sadıklar gönül koyar giderler.

Sadık olanlar çabuk gücenirler, dalkavuklar ise asla gönül koymazlar.

Sadık olanlar o yüzden yanlışlıklar karşısında susmazlar. Kırmadan, dökmeden, sadakatlerine uygun bir dille gerekli eleştirileri yaparlar. Dalkavuklar ise kafa sallayıp güç devşirmeye kalkışırlar. Sadıkların itirazını makbul, dalkavukların kabulünü merdud addeden bir siyaset, erdemli bir siyasettir.

İyi bir siyasetçi sadık dostlarını yanında tutan, güç için yanına koşanları da idare etmesini bilen siyasetçidir. Bu dengeyi doğru kuramayan bir siyasetçi, hem sadık dostlarından olur hem de yarın dengeler değiştiğinde kendi eliyle karşı yeni düşmanlar kazandırır.

Dalkavuklar yeni krallarına kavuştukları gün eski krallarını satarlar. Onların açıkları üzerinden ahlaksızca bir siyaset izlerler. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu bahiste dindar bir siyasetçi, Peygamber örnekliğini esas almalı ve oradan esaslı dersler çıkartarak siyasetinin rotasını belirlemelidir.

Kendilerine salık vereceğim şey şudur: Medine’ye gitsinler. Bedenleriyle değil yürekleriyle gitsinler. O mübarek mescitte metfun bulunan Peygamberimiz karşısında aciz bir kul olduklarını hatırlayarak tefekkür etsinler. Peygamber’in niye Medine’de kaldığı ve Medineli Müslümanları niçin yalnız bırakmadığı üzerinde bir düşünsünler.

Güç sahibi olduklarında dostlarını terk edenler, erdem ve ahlak bahsinde kendilerini sorgulamalıdırlar.”