Erol Ertuğrul ile söyleşi: Unutulmaz insanlarla, unutulmaz anılar

Hukukçu, yazar Erol Ertuğrul’un Bir Demet Işık Bir Tutam Tat adlı son kitabı Uyum Yayınlarından çıktı. Öğrencilik, kaymakamlık ve avukatlık yıllarında ülkemizin çok önemli şahsiyetleriyle yaşadıklarını, onlar hakkındaki izlenimlerini içtenlikle anlatan yazarımızla kitabını, anılarını ve toplumsal sorunlara bakışını TUM-HABERLER.COM için Beyazıt Kahraman konuştu.

Erol Ertuğrul ile söyleşi: Unutulmaz insanlarla, unutulmaz anılar

Beyazıt KAHRAMAN: Mesleğinizi yaparken ülkemizin çok değerli insanlarıyla tanışmışsınız. Anılarınızı kitaplaştırma düşüncesi nasıl doğdu?

Erol ERTUĞRUL: Dostlarımla birlikte olduğum zamanlar farkında olmadan, bir olaydan söz ederken ya da bir kişiyi anlatırken bu anılardan söz etmiş oluyorum. Doğal olarak bu anılar ilgi çekiyor. Beni de İstanbul’daki bazı dostlarım bu anılarımı yazmaya zorladılar.

Beyazıt KAHRAMAN: Tanınmış birçok insanla ortak anılarınız olmuştur muhakkak fakat siz hepsini değil, en önemlilerini almışsınız kitabınıza. Kimler ve neden onlar?

Erol ERTUĞRUL: Anılarda yer alan kişiler benim en yakın olduğum, beni en çok etkileyen, benimle en çok anısı olan kişilerdir. Bu kişilerin birçoğu çok sık birlikte olduğum kişilerdir. Böyle olunca da anılarda onlar yer alıyor. Bir de şu var: Bu kişilerin hemen hemen hepsiyle ortak bir dünya görüşünü taşıyoruz. Bunların birçoğu duygu ve düşünce bakımından beni etkilemiş kişilerdir. Hepimizin ortak paydası Türk Devrimi, Türk Rönesansı ve aydınlanmadır. Zaten anılarımız da Kemalizm ekseninde oluşmuştur.

Beyazıt KAHRAMAN: Gençlerimiz anılarınızdan ne gibi dersler çıkarabilirler?

Erol ERTUĞRUL: Yukarıda da belirttiğim gibi bu anıların ortak paydası aydınlanma ve Kemalizmdir. İçinde yaşadığımız dönemde en önemli sorun bu ilkelere sahip çıkmaktır. Umudumuz Atatürkçü gençlerdedir. Gençlerimize düşen, aydınlanma yolunda yürürken ülkemizin sorunları yanında şiire, sanata ve yazın konusuna ilgi göstermektir. Bu ilkeler insanı yücelten, insanı insan yapan ilkelerdir. Devrimci hem de romantik olandır. Ünlü sözdür; şiirsiz ve çiçeksiz yaşanmaz. Anılarımı yazdığın kişiler de şiirsever ya da doğrudan şair kişilerdi. Örneğin Ataol Behramoğlu ülkemizin önemli şairlerindendir. Oktay Akbal, Uğur Mumcu, İlhan Selçuk da şiir seven ve şiirden anlayan kişilerdi.

Beyazıt KAHRAMAN: Anılarınızda çeşitli yönleriyle tanıttığınız şahsiyetler ülkemizin en önemli aydınlarıydılar. Bunlardan kimileri geçmiş dönemde tutuklandılar; işkenceler, baskılar, engellemeler yaşadılar hatta katledildiler. Bugünlerde aramızda olsalardı neler düşünürlerdi? Toplumumuzu nasıl etkilerlerdi? Neler değişirdi?

Erol ERTUĞRUL: Sevgili Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, İlhan Selçuk ve öteki değerli, saygın kişiler bugün yaşamış olsalardı belli ki yollarından dönmeyecek, ilkelerinden ödün vermeyeceklerdi. Onların ilkeleri Türkiye’nin aydınlık geleceğidir. Bu uğurda savaş verdiler, bu uğurda acılar çektiler ve birçoğu bu uğurda yaşamlarını yitirdiler. Böyle olunca doğal olarak bugün yaşamış olsalardı soylu ve onurlu savaşlarını sürdüreceklerdi. Aydınlanma, ödün verilmeyecek ve dönülmeyecek bir savaştır. Bu savaşın erleri yorulmazlar, ödün vermezler, yollarından dönmezler. Onların soylu savaşlarıyla belki bir şeyler değişmezdi ama onlar inandıkları yolda yürüyüşlerini sürdürürlerdi; yaşadıkları dönemdeki ve kendilerinden sonraki kuşakları kesinlikle etkilerlerdi.

Beyazıt KAHRAMAN: İnsanlarımız bu aydınlarımızın yolunda yürümek için neler yapmalı, nasıl davranmalı, nasıl düşünmeliler?

Erol ERTUĞRUL: Bu aydınlarımızın yolundan yürümek bir onurdur. Onların yolu aydınlık, ışıklı bir yoldur. İnsanlarımız onlar gibi düşünmeli, onlar gibi onurlu davranmalıdır. Böylesine aydınlık ve böylesine ışıklı bir yolda yürümek hem de bir yurtseverlik görevidir. Yılmadan, bıkmadan, usanmadan ülkemizin sorunlarına sahip çıkmalı ve aydınlanmadan, Türk Devriminden ödün vermemeliyiz. Susmamalı ve demokratik haklarımızı kullanmayı bilmeliyiz.

Beyazıt KAHRAMAN: Ülkemizin ve toplumumuzun son günlerdeki sorunlarını nasıl irdeliyorsunuz?

Erol ERTUĞRUL: Ülkemiz ne acı ki son on sekiz yılda gerici ve bölücü bir kadro eliyle yönetiliyor. Böyle olunca da güzel yurdumuz gericiliğin ve bölücülüğün sarmalında çırpınıyor. Yönetici kadro ülkemizi bir Arap ülkesine dönüştürme peşinde koşarken, bir yandan da tek adam egemenliğine dayalı gerici ve bölücü bir anayasa yaptı. İçerisinde Türk ve Türk ulusu kavramlarının olmadığı, aydınlanma devriminin yok edildiği bir anayasa yapıldı, böyle bir düzen kuruldu. İçinde Türk ve Türk ulusunun olmadığı bir anayasa kesinlikle milli olamaz. Ulusumuz bir başkanlık uydurmacasıyla aldatılmaya çalışılıyor. Tam bir faşizm, tam bir dikta demek olan başkanlık sanki tüm sorunların çözülebileceği bir yönetim biçimiymiş gibi anlatılmaya, bu yolda kitleler aldatılmaya çalışılıyor. Ülkemizdeki tüm kurumlar bu gerici ve bölücü kadro tarafından ele geçirilmiştir. Yargıya güven yok olmuş, gelir dağılımındaki adaletsizlik anlatılmaz biçimde artmıştır. Gelecek kuşaklar çağdışı, gerici bir sistemle yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Kadın haklarının evrensel olduğu ve Türk kadınının Atatürk’ün girişimleriyle Avrupa kadınlarından çok önce haklarını almış olduğu unutuluyor. “Harem bir okuldu” deniyor. Kurtuluş Savaşı’nı yapan ve Cumhuriyet’i kuran kuşaklar karalanmaya, gericilik ve çağdışılık özendirilmeye çalışılmaktadır. Büyük Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi terk edilmiş, ülkemiz içeride ve dışarıda büyük sorunların içerisine düşürülmüştür. Güzel yurdumuzda terör kol geziyor. Aslında bu durumlara düşmemizin nedeni bu gerici ve bölücü yönetimdir. Bu sorunlardan kurtulmanın yolu önce AKP’den kurtulmak, sonra gerçekten ulusal ve gerçekten yurtsever bir kadronun yönetime gelmesini sağlamaktır.

Beyazıt KAHRAMAN: Basın ve gazeteciler üzerindeki baskılara ne diyorsunuz?

Erol ERTUĞRUL: AKP uyguladığı gerici ve bölücü politikalarla yurdumuzu dinci ve bölücü terör örgütlerinin at koşturduğu bir ülke durumuna getirdi. Yakın geçmişte Adana'da silah ve bomba yüklü TIR’lar MİT yönetiminde Suriye’ye geçirilmekteyken yakalanmış, bu olayı gerçekleştirenler değil, bu olaya engel olmak isteyenler ve daha sonra bu olayı haber yapanlar cezalandırılmışlardı. Cumhuriyet gazetesinden Can Dündar ve Erdem Gül bu olayı haber yaptıkları için Cumhurbaşkanı Bay Erdoğan'ın baskıları sonucunda önce tutuklanıp aylarca tutuklu kalmışlar, Anayasa Mahkemesi kararıyla salıverilmişler, sonra da beşer yıl hapis cezasına çarptırılmışlardı. Cumhurbaşkanı bu olayı kendisi için bir kin davası durumuna getirmişti. AKP’nin ve yöneticilerinin hiçbir eleştiriye ve gerçeklere katlanmaları söz konusu değildi.

Beyazıt KAHRAMAN: Demokratik bir ülkede nasıl gelişirdi böyle bir olay?

Erol ERTUĞRUL: Tarihten bir örnekle anlatmaya çalışayım: Fransa'da cumhurbaşkanı De Gaulle, Jean Paul Sartre tarafından eleştirilmekteydi. De Gaulle bu eleştirilere yanıt olarak Sartre' a bir mektup yazar ve bu mektupta Sartre'a  “üstadım” diye seslenir. Sartre  verdiği yanıtta De Gaulle’ü aşağılamak için “Bana yalnız kaldırım kafelerinin garsonları üstadım diye seslenirler” der. De Gaulle'ün danışmanları bu yanıta çok kızarlar ve De Gaulle’e “Nasıl olur da Sartre size böyle söyleyebilir? Siz ki Fransa’nın ta kendisisiniz” derler. De Gaulle'ün yanıtı ise ders niteliğindedir. “Mösyö Sartre da Fransa’nın ta kendisidir.” Bu olay elli yıl öncenin Fransasında yaşanmıştı. Bizde son yıllarda gerçekleri haberleştiren ve dile getiren yazarlarımızın başına gelenlerle Fransa’da yaşanan bu olayı karşılaştırınca, basın özgürlüğünde ne durumda olduğumuzu çok büyük bir üzüntüyle anlıyoruz.