Haydar Yalçınoğlu: Kozmolojik, Ontolojik ve Epistemolojik Açıdan Tasavvuf

TUM-HABERLER.COM yazarı Haydar Yalçınoğlu, tasavvuf ile ilgilenenler için bir başucu eseri hazırladı. Yazarın 10 yıllık çalışmasının eseri olan "Kozmolojik, Ontolojik ve Epistemolojik Açıdan Tasavvuf" kitabını değerlendiren yazıyı ise Süleyman Kılıç kaleme aldı.

Haydar Yalçınoğlu: Kozmolojik, Ontolojik ve Epistemolojik Açıdan Tasavvuf

KOZMOLOJİK, ONTOLOJİK VE EPİSTEMOLOJİK AÇIDAN TASAVVUF

1- Haydar Yalçınoğlu tarafından 10 yıllık bir çabanın ürünü olarak hazırlanan eser yayınlandı.

Kitap Ebu Muhammed Ceriri'nin şu cümleleri ile başlar: "tasavvuf barışı olmayan bir savaştır. tasavvuf talep ve sulhla hasıl olmaz: o bir kahrdır. nur-i a'zamdan meydana gelen şimşek gibi bir oktur". Ayrıca, tasavvuf dünya görüşü açısından İmam Gazali'nin şu satırları da çağlar içinden delip gelen her zorbaya bir cevaptır:

Küfür ile imanın mahiyetini

hakikatlerini ve tariflerini

Hak ile delaletin sırlarını

kalpleri mal ve makam sevgisiyle kirlenmiş, paslanmış olanlar idrak edemezler.

İlahları heva - heves, mabutları amirleri,

kıbleleleri maddi menfaat

yöntemleri benlik

arzuları makam ve şehvet

ibadetleri zenginlere hizmet

zikirleri vesvese ve desise

hazineleri sadece kurnazlık

düşünceleri mezhep ve menfaatlerinin gerektiği şekilde hareket etmek olan

kimselerin hakikate ulaşmaları mümkün değildir.

Bu satırlar İmam gazali'nin ölümü olan 1111 yılından beri geçerliliğini korumaktadır.

Eserin en temel konusu İslam Düşünce serüveninde hakikat kavramının oluşumunu ve kavramın sadece tasavvuf düşüncesinde yer aldığını belirtir. Batı'da ise bir hakikat kavramı olmayıp; onun yerini gerçeklik kavramının alış biçimini irdeler.

2- Her dünya görüşü aslında üç temel öge üzerine kuruludur. Bunlar kozmoloji, ontoloji ve epistemolojidir. Kozmoloji evren tasavvurumuzu; ontoloji bu evrende insanın varoluş ve tahakkuk biçimini ve epistemoloji de insanın içinde yaşadığı evreni, dünyayı ve dünyadaki tüm olguları, fenomenleri süreçleri, şetleri nasıl kavradığı ve bunları kendi anlam dünyasına nasıl transfer ettiği ile ilgidir.

Aslında bir medeniyetinin çözülüşü de epistemolojik gerilme ile başlar. Facoult "batı epistemolojisi çürümüştür" dediğinde , aslında analizinin çıkış noktasını doğru tespit etmiştir.

Bugüne kadarki tüm dünya görüşleri ve epistemolojileri aslında özne- nesne ayrılığı içeren düalizme (Descartes); özdeşliğine (Hegel) ve birliğine (Marx) dayalıdır. Burada her halükarda bir kavrayan özne olarak insan ve onun aklı ile kavranacak olan nesne vardır.

İşte tasavvuf ilk ve son defa non- düalist tek dünya görüşüdür. Non- düalist ikicil olmayan, tek özneli dünya tasavvurudur. Kitaptaki en önemli tespitlerden bir budur. Bu şöyle ifade edilir:

Bal yapmak isteyen arı

her çiçekten alır balı

her çiçekte bal bulunmaz

bal olan arıdır arı"

İşte bal ile arı aynı şey ise; zaten tek özneli bir kavrayış tasarımı mevcuttur. Tasavvufçular bu noktadan hareket ile kozmoloji, ontoloji ve epistemolojiyi de ayrı ayrı alanlar olmak yerine, tek bir düşünce içinde erittiler.

Böylece, tanrı ile insan arasındaki ikilik de ortadan kaldırılarak, bir "bir"leşme anlayışı geliştirdiler. İşte Hallac-ı Mansur'un "en el hak" özdeyişi bunun tam olarak ifade ediliş biçimi idi ki, dramatik bir şekilde katli ile sonuçlandı, darağacında kalabalık güruhlar tarafından taşlandı. Bu bakımdan tasavvuf ilk anarşist düşüncedir de.

İnsanlar taş atarken, onun dostu İbn Ata ise gül attı ona. Hallac, onlar cehaletten ne yaptıklarını bilmiyorlar, taş atarken tanrı'ya hizmet ettiklerini sanıyorlar, sen ise biliyorsun ey Ata, sana gücendim der.

İşte Anadolu kültürünün gül imgesi de böyle ortaya çıkar:

"Şu kanlı zalimin ettiği işler

Garip bülbül gibi zar eyler beni

Yağmur gibi yağar başıma taşlar

Dostun bir tek gülü yaralar beni beni beni" gibi dizeler, Pir Sultan'dan Mahzuni Şerif'e kadar tedavül eder.

3- Peki bu ek özneli dünya tasavvuru nasıl sağlanacaktır. Bunun tek yolu aşktır. Aşk kozmoloji, ontoloji ve epistemolojiyi birbirine bağlayan ve hem de kavrayacak olan özenenin, kavramak istediği nesne içinde erimesini sağlayan tek epistemik aracıdır.

Bu nedenle aşk aslında epitemik bir ögedir. Somatik değildir. Bu nednele cehennemim kapısında şöyle yazar: " tüm hayallerinizi ve umutlarınızı dışarıda bırakınız; burada sadece bilgi ve aşk vardır". İşte aşk ve bilginin bir ararda anılması ve bilginin aynı zamanda acı da vermesi cehennem olgusu ile çok iyi anlatılmıştır. Yukarıdaki dizeler Dante'nin "İlahi Komedya"sından alınmadır.

4- Kitapta ileri sürülen tezlerden bir de şudur. sanılanın aksine Batı Aydınlanması dine karşı açılan savaşla başlamadı. tersine aydınlanma düşünürleri kilisenin bağrından doğdular. Onların yaptığı, dini kavramları, metafizik kavramlar ile ifade etmekti.

Bu çok iddialı bir çıkıştır. Esasen aydınlanma dinin seküler bir ifadesi olarak metafizik düşünceyi, a priori bilmenin sezgisel ve gizemsel temellerini ortaya çıkarır. Dinin metafizik tasavvuru laik temele dayalı aydınlanmadır.

İslam coğrafyasında ise bu asla başarılamamıştır. Batı metafiziği öz, töz, nicelik ve nitelik çözümlenmesine dayalıdır.

Eser şunu iddia eder:

Allah felsefede özdür.

Hak felsefede tözdür.

Allah'ın hüsnaları niteliktir.

Allah'ın esmaları ise niceliktir.

İşte böyle okursanız, İslam düşüncesinin salt teorik metafizik özü açığa çıkar ki, bu düşünce tasavvuftur.

İşte Aristoteles'in "Metafizik"inden, Hegel'in "Mantık Bilimi"ne anlatılan konular da bunlardır.

Bu bakımdan bana göre eser bu açıdan ilk İslami Aydınlanma açılımı olabilir, ki yazarın aydınlanmaya bakışı da çok pozitif değildir.

5- Eserin en önemli özelliklerinden bir de, tasavvufun her türlü aracıyı reddetmesidir. Tasavvufun bir akımı olan teosufizme göre tanrı hakikat ül hakikatin bilgidir. İşte bu hakikat düşüncesi ile insan arasında hiç bir "aracı" (şeyh, gavs, imam, dede, efendi, mürşit ...vb) kabul etmemesidir. Hallac bu nedenle biz "her türlü aracıya karşıyız" der.

Bu düşünce daha sonra kelamcılar tarafından yozlaştırılarak, şeriat hükümleri ile telif edilerek , kelamdan gelen mutasavvıflar tarafından aracı kavramı geliştirildi.

Tarikatlar ise işte bu aracılar ve şeyhler aracılığı ile yayıldı. Yazara göre tarikati tasavvuf esasen tasavvuf düşüncesinin tam karşıtı ve revizyonizmidir.

İşte bu noktadan hareket ile, tarikatların bir kısmı ile sadece hukuki mücadele eden devlet ricalinin, bunların ideolojik kökenleri için bir kelime edememiş olması karşısında, gerçekten mücadele edilecek ise yazarın eseri çapında bir çok incelmeye ihtiyaç vardır.

6- Eser aslında şu vurgulu cümleler ile sona erer:

"Tüm evren aslında Tanrı’nın bir şakasından ibarettir. O nedenle can verip kâm almak lazım bu dünyadan. Kâm hem zevk hem de intikam anlamına gelir. Hayatı bir komedi veya trajedi sanalar son espriyi iyi düşünsünler. Bir şaka ile başlayan evren bir espri ile son bulur

980 veya 985 yılında bir Muharrem ayında Yezid ordusunun karşısına bir kişi çıktı. Onlar 20.000 kadar tepeden tırnağa silahlı idiler. Komutan Ömer bin Sa’d ona korkmuyor musun? Diye sordu.

O “doğacak güneş karanlıktan korkar mı hiç” diye cevap verdi. Bunca ordu ile tek başına savaşamayacağını söyleyen Sa’d’a, “ben can verip kâm alacağım bu dünyadan” diye tekrar cevap verdi. Bu İmam Hüseyin idi.

İşte geldik gidiyoruz, şen olasın Halep şehri misali bu geçici âlemde bu kanlı kargaşada, karanlıktan korkmayan tüm aydın şafaklara doğacak nice güneşli günlere ithaf olunur."

Süleyman KILIÇ