24 TEMMUZ BASIN BAYRAMI; BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN MÜCADELE GÜNÜ OLDU


Sevgili dostlarım, arkadaşlarım, yazacağım konunun, güncel sorunlarla ilgisi var mı, bilmiyorum. Temmuzun kavurucu sıcağında, “buzzzz!” gibi şerbet yerine geçeceğini sanmayınız. Okuyanı çıkmazsa, üzülmem. 
Birkaç günden beri, 24 Temmuz, sansürün kaldırılışı, basın veya gazeteciler bayramı benzeri anışlara, kutlamalara, mesajlara rastlıyorsunuz. 

Bugün 24 Temmuz. Neyin kutlaması veya anma günü? Her kafadan bir ses çıkıyor. Bunun gerçeğini bilen sayısı çok az. Hıfzı Topuz, Orhan Erinç gibi birkaç ağabey, bencileyin birkaç yaşıt meslektaş dışında bunları bilen, merak eden, araştıran kalmadı. Elbette bazı iletişim ve tarihçiler olabilir.  
24 Temmuz nedir? Bugün için ne anlatıyor?

Osmanlı’da basının henüz yasal düzenlemelere ihtiyaç duymayacak kadar zayıf olduğu dönemde kitap ve dergi gibi diğer basılı yayınlara karşı alınan önlemler 1858 yılında yürürlüğe konan Ceza Kanunu ile birlikte başlamıştı.
Osmanlı’nın ilk Matbuat Nizamnamesi  (Basın Tüzüğü) Sultan Abdülaziz tarafından 25 Kasım 1864'te ilan edildi. 35 maddeden oluşmuştu.  Özetle şunları içeriyordu: 

“Hangi dilde olursa olsun siyasete ve yönetime yönelik yayın yapmak isteyenlerin önceden izin almaları gerekmektedir. Yüce devletin iç güvenlik ve asayişini bozacak cinayet ve suçlardan birinin oluşmasına her kim bir gazete aracılığıyla neden olursa; yayını yapan gazeteci de suç ortağı sayılacaktır. Bir gazeteci saltanata, genel adaba ve ulusal ahlaka aykırı yazılar yazar ve hanedana saldırıda bulunursa, bakanlar kuruluna; üst düzey bürokratlara dokunacak söz yazarsa; yüce devletin dost ve müttefiki bulunan hükümdarlara dokunacak yayın yaparsa; çeşitli miktar altın ve sürelerle hapis cezasına çarptırılır”.

Gazetelerin sayısının artmaya başlaması ve yayınların siyasal rejimi tehdit ettiği gerekçesiyle 1864 Matbuat Kanunu'nun yetersiz kaldığı iddiasıyla, 27 Mart 1867'de Ali Kararnamesi çıkarılarak “Bazı basın organlarının devlete bile dil uzatarak fesada alet olması” gerekçesiyle Hükümete gazete kapatma yetkisi verildi.

1876'da Sultan Abdülaziz’in yerine tahta V. Murat geçince kaçak gazeteciler bağışlandı. Bir ay içinde İstanbul'a yeniden döndüler. 1876 Anayasası'nın 12’nci maddesi "matbuat kanun dairesinde serbesttir" biçiminde düzenlendi.

1877 – 1878 Osmanlı – Rus savaşının etkisiyle 13 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan kapatıldı. Gazetelere sansür uygulaması başladı. 1878’de sansür heyeti oluşturuldu. Gazetelerin yazı işleri sorumluları gazetede yer almasını istedikleri yazıları her akşam “Sansür Kurulu”na sunuyordu. Kurul sakıncalı gördükleri yazı, paragraf, cümle ve kelimeleri çıkartarak yazının yeni halini geri yolluyordu. (Yazımın ekine sansüre uğramış gazete fotoğrafı ekledim) 

Dışarıdan gelen yabancı dillerde basılan gazeteler, gümrükten geçmeden kontrol ediliyordu. 
Bazı kelimelerin kullanılmasına da izin verilmiyordu. Grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamo, infilak, kargaşalık, hal, (hükümdarın tahttan indirilmesi), kıtal (vuruşma), Kanunu Esasi, hürriyet, vatan, müsavat (eşitlik), Bosna, Hersek, Makedonya, Girit, Kıbrıs, istibdat, beynelmilel (uluslararası), veliaht, cumhuriyet, mebuslar, Ayan Azası, bomba, Mithat Paşa, Namık Kemal Bey, inkılap gibi sözcükler yasaktı.
  
Bütün bu yasak ve baskı dönemlerinin geride kaldığı ilk gün olan, 24 Temmuz 1908 Osmanlı basın tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Anayasa yeniden yürürlüğe konuldu ve o gece gazeteciler sansür memurlarını kapıdan geri çevirdi.

25 Temmuz 1908 tarihinde çıkan gazeteler sansür memurlarının değil, gazetecilerin isteklerine uygun basıldı. Bu durum gazetelere olan talebi artırdı. Bazı gazetelerin satışlarını ikiye katlamasına neden olduğu gibi, birçok yeni gazete de yayın hayatına girdi. 1908 yılında ilan edilen II. Meşrutiyet’le basının üzerindeki baskılar sonra erdi. 24 Temmuz sansürün kaldırılışının yıl dönümü nedeniyle “Gazeteciler Günü” olarak kutlanmaya başladı.

Gazeteciler Günü kavramını biraz açayım: 
  Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (İlk adı Gazeteciler Cemiyeti), basın ile ilgili özel bir günün tayin edilmesini düşünmüş ve bugünün belirlenmesi konusunda bazı çalışmalar yapmıştı. Önceleri Türkiye’de çıkan ilk gazetenin tarihi bu önemli gün için uygun görülmüştü. Fakat ilk gazete noktasında farklı fikirlerin ortaya atılması, bir fikir birliğine varılmasını engellemişti. Bazı kişilerin Osmanlı toprakları içerisinde çıkan ilk gazetenin 1831 tarihli Takvim-i Vekayi’yi kabul etmesine karşılık, başka bir kesimin Takvim-i Vekayi’yi “Resmi Gazete” olarak görüp, ilk Türkçe gazete olarak 1861 yılında çıkmaya başlayan Tercüman-ı Hakikat gazetesini kabul etmekteydi.  Sonuç itibariyle 24 Temmuz 1908 sansürün kaldırılış gününü “Gazeteciler Günü” olarak ilan etmişlerdi.

Bir başka açıdan, 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildiği zaman, İstanbul’da dört gazete çıkıyordu. İki ay içerisinde çoğunluğu Abdülhamit iktidarına muhalif olan 200’ün üzerinde gazete imtiyazı alınmıştı. Özgürlük, eşitlik, anayasa, meşrutiyet kavramlarını kullanan gazetelerin tirajı yükseldi. Gazete ve dergi sayısı 353'ü buldu. 

24 Temmuz 1908'den 31 Mart Vakası'nın gerçekleştiği 13 Nisan 1909'a kadar basın altın günlerini yaşamıştı. Bu olay sırasında Tanin ve Şura-ı Ümmet gazetelerine saldırıldı. Bakan, milletvekili ve subaylardan sokaklarda öldürülenler oldu. 

II. Abdülhamit’in yerine V. Mehmet Reşat tahta geçti. Askeri yönetim ilan edildi. Basına tekrar sansür uygulandı. Bazı gazeteleri kapatıldı. Kapatılan gazetelerin benzer bir adla yeniden yayınlanmaları sonucu 28 Nisan 1909'da Basın Kanunu tasarısı parlamentoya sunuldu. Böylece 45 yıl yürürlükte kalan 1864 Matbuat Nizamnamesi’nin yerini 1909 Matbuat Kanunu almıştı. Anılan Kanun da 22 yıl sonra 1931’de Matbuat Kanunu'yla yürürlükten kaldırılacaktı. 

1909 tarihli Matbuat Kanunu’na göre, gazete çıkarmak izin almayı gerektirmemekteydi. Hükümete bir bildiri vermeyi yeterli görmekte, yurttaşları suç işlemeye yönelten yazılarla, ahlak kurallarına aykırı resim ve yazı yayımını yasaklamaktaydı. Cevap hakkı tanımakta; basın yoluyla halkı suç işlemeye kışkırtma durumunda hükümetin güvenliği korumak amacıyla gazeteleri kapatacağını belirtmekteydi. Ayrıca, hanedanın, Ayan ve Mebusan Meclisi'nin, mahkemeler, ordu ve donanmanın, konsolosların aleyhine yayını yasaklamakta, sultana yazıyla hakaret edilemeyeceğini hükme bağlamaktaydı. Gazetenin sorumlu müdürlerinde 25 yaş ve yedi yıllık idadi ya da yükseköğretim görme koşulu arayan bu yasanın, zaman içinde bazı maddeleri değiştirilmişti. 1909 Yasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra, 353 olan gazete sayısı 1912'de 45'e düştü.

1909 yılında yapılan değişiklikle Kanun-i Esasi’nin 12’nci maddesi “Matbuat kanun dairesinde serbesttir, hiçbir veçhile kablettab teftiş ve muayeneye (Basım öncesi denetim ve incelemeye) tabi tutulamaz” şeklinde değiştirilerek, Anayasa’ya sansürü önleyen hüküm konulmuştu.

1908’de, II. Meşrutiyet’in ilanı ile ilgili haberlerin çıktığı gün gazeteciler, 42 maddelik bir tüzük ile “Matbuat-ı Osmaniye Cemiyeti”ni kurdular. Bu Türkiye’de ilk gazetecilik örgütüydü. 

Kurucular arasında, Ahmet Cevdet Bey, İsmail Hakkı Bey, Pozant Efendi, Tevfik Efendi (Selanikli), Cenap Şahabettin Bey, Hüseyin Cahit Bey, Samih Bey, Abdullah Zühtü Bey, Fresko Efendi, Mahmut Sadık Bey, Murat Bey, Mihran Efendi, Nikolaidi Efendi gibi kimseler vardı. Görülmektedir ki azınlık gazetelerine de yer verilmişti. 

Cemiyet’in kuruluş sürecinde gazete sütunlarını kaplayan ve örneklerine yenileri eklenebilecek bu tartışmalar, Osmanlı topraklarında gazeteciliği belirli ilkelere sahip bir meslek haline getirme çabalarını bir dereceye kadar açıklıyordu. 

Tan gazetesi muhabirine demeç veren Dahiliye Nazırı Hakkı Bey:  “Biz hürriyet üzerine müesses bir idare isteriz ve bilhassa hürriyet-i matbuat isteriz. Bunun bilcümle fenalıklarına katlanırız. Çünkü bu zaruri bir fenalıktır. Hükümeti ekseriya, matbuatın beyanatı irşat ve tenvir eder” demişti. 

Ahmet Emin Yalman, Cemiyetin kuruluşunu şöyle anlatmaktaydı: “Benim gazeteciliğe girmeme vasıta olan Abdullah Zühtü Bey teşebbüsü ele aldı. Bizi Sirkeci garının karşısındaki lokantanın bahçesinde akşama doğru topladı. İstibdadın çöktüğüne, sansür devrinin kapandığına, gazetecilere yeni vazifeler ve mesuliyetler düştüğüne, el ele çalışmak lazım geldiğine dair bir konuşma yaptı. Elli kişi kadar vardık. Osmanlı Matbuat Cemiyeti adlı bir Cemiyet’in kurulması derhal kararlaştırıldı ve seçimleri yapıldı…”  1917’de Osmanlı Matbuat Cemiyeti kuruldu.

Cemiyet’in basın ahlakı açısından da ilkeleri vardı. Cemiyet üyeleri ve gazeteler arasında ortaya çıkacak anlaşmazlıkların çirkin bir hale dönüşmesini engellemek için hakem rolü üstlenmek İdare Meclisi’nin görevleri arasında sayılmıştı. Cemiyete üye gazetelerin; şantaj yapamayacağı, çirkin söz ve imadan, genel ahlaka aykırı içerikten kaçınması gerektiği, yabancı ülkelerden veya Osmanlı unsurlarından birinin haysiyetini kırıcı ve izzeti nefsini yaralayıcı yayınlarda bulunamayacağı belirtilmişti.
 
Hüseyin Cahid Yalçın, Ahmed Cevdet, Ahmed Rasim ve Cenap Şehabettin,  gibi gazetecilerin öncülüğünde kurulan bu örgütün adı, 1911’de  Türk Matbuat Cemiyeti olarak değiştirildi. Başkanlığına Velid Ebuzziya Bey getirildi. Bunu 25 Haziran 1917’de kurulan Osmanlı Matbuat Cemiyeti izledi. Cemiyetin ilk başkanı Mahmut Sadık Bey’di.

Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele açısından İstanbul basınının önemini biliyordu. Kurtuluş davasını Türk ve dünya kamuoyuna basın yoluyla duyuramamanın sıkıntısını çekiyordu.  Erzurum Kongresi toplanmadan 10 Temmuz 1919’da, İstanbul’da Matbuat Cemiyeti’ne bir telgraf yollayarak, İstanbul gazetelerinin yardımını isterken, vatan ve milletin tehlikede olduğunu vurgulamıştı. 

Matbuat Cemiyeti Başkanı ve Tasvir-i Efkar Başyazarı Velit (Ebüzziya) ve Matbuat Cemiyeti İkinci Başkanı Giritli Ahmet Saki, Mustafa Kemal Paşa’ya cevap vermişti. İstanbul’daki gazetelerin milli birlik için çalıştıklarını, bu konuda daha geniş bilgilere ihtiyaç duydukları belirtiliyordu. Aynı yazıda, Ferit Paşa Hükümetinin şiddetli baskısından ve sansürden şikayet ediyorlardı. Bu nedenle Mustafa Kemal’in gönderdiği beyanname yayımlanmamıştı. 

Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki Tasvir-i Efkar, İleri, Vakit, İfham, Türk Dünyası, Akşam ve İstiklal gazeteleri ile temasında Velit (Ebüzziya) ve Ahmet Saki, Matbuat Cemiyeti Başkanı ve yardımcısı katkıda bulunmuştu. 

Şimdi tekrar 24 Temmuz’a geleyim. Bu tarih, 1946 yılında kurulan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) ve diğer meslek örgütlerince 1971’e kadar "Basın Bayramı" olarak kutladı. Ancak 1971 yılındaki askeri darbeden sonra TGC yönetimi, gazetecilere ve yayıncılara yönelik sıkıyönetim sansürü ve ağır baskılar karşısında 24 Temmuzları bayram olmaktan çıkararak, “Basın Özgürlüğü için Mücadele Günü” ilan etti. 
Her yıl 24 Temmuz’da verilmek üzere “Basın Özgürlüğü Ödülleri” düzenledi.
24 Temmuz sansürün yok oluş günü değil ama ilk kez kaldırılışının114. Yıl dönümü. Gelelim bugüne: Bütün baskılara ve ağır koşullara karşı, haberlerini yazıp serbest dolaşıma bırakabilenlerin, düşüncelerini özgürce anlatabilenlerin günü kutlu olsun. Gerisi güzaf. Diyeceksiniz ki güzaf nedir. Bana ne arayın bulun.

Önceki ve Sonraki Yazılar