AHMET ÖZTÜRK’ÜN HORMONSUZ ARMAĞANI

Şarkışlalı Aşık Serdarî’nin avcılık üzerine söylediği bir destan var. Bir kıtası şöyle:

“Durnayı da ayırmayın eşinden,

Atın vurun kanadından döşünden,

Aşık Ahmet kuş geçirmez başından,

Atın vurun avlanacak gündür bu,

Ben ölürüm size kalır ündür bu…..”

Burada anılan Aşık Ahmet (Yesari) yeterince tanınmayan halk şairlerimizden. Yöre ile ilgili pek çok türkünün kaynak kişisi. Sanat aileden geliyor. Genlerinde var. Torunlarından İhsan Öztürk’ü tanırsınız. Türk Halk Musikimizin duayen sanatçı, derlemeci, bestekarlar ve hocalarından. Ağabeyi Ahmet Öztürk de öyle. Gonca Çeliker Bilget gibi torun çocukları da müzisyen olarak aynı yeteneği taşıyorlar.

Ahmet Öztürk ile özel bir anımı yazayım: Ana kucağından kopup, İzmir Askeri Hava Lisesi’ne gidip yazılmışım. Yüreğime bir mıh gibi saplanan gurbet acısını yaşadığım ilk günlerim. Ve beni ilk ziyaret eden Ahmet Öztürk olmuştu. Aradan altmışa yakın yıl geçse de yine sıla özlemini Öztürk kardeşlerden dinlediğim türkülerle bastırıyorum.

İki gün önce, Ahmet Öztürk Ağabey’den bir mesaj aldım. Benimle ilgili özel bir sorusunun arkasından “Ahmet Can! ….. sana natürel (Hormonsuz) çoban armağanı gönderiyorum,” diyordu. Ekte bir ağıtı sazıyla çalıp okuduğu videoyu göndermişti. Yayınlayıp yayınlayamayacağımı sordum. İzin verdi. Yazımın ekinde sizlerle paylaşıyorum. Lütfen dinleyiniz.

Şimdi araya ağıtlar ile ilgili bilgiler gireceğim, sonra sözü Ahmet Öztürk’e getirip, buradaki noktaya bağlayacağım.

Ağıt, felâket üstüne söylenmiş şiirlerdir. Eskiden Türklerde “yuğ” denirdi. Ölenin iyiliklerini, ölümünden duyulan acıları sayıp dökmek üzere, ölü çıkan evlerde yas toplantılarında okunur ağlanırdı.

Yalnız kişi ölümleri değil; yangınlarda, sellerde, depremlerde, savaşlarda, benzeri âfetlerde söylenen acı dolu şiirleri de ağıt türüne ekleyebiliriz.

Üzücü olayların arkasından belli bir gelenek çevresinde, törenlerde yakılır ve söylenirdi. Bir törene bağlı olsun olmasın, “Ağıt” terimiyle, acıklı bir olayı konu alan ve metni de bu olayı hatırlatmaya, bütün yoğunluğuyla yaşatmaya elverişli türkülerin bütünü anlaşılır.

Anadolu Türkçe’sinde ağıt “bozlak”, Azerbaycan dilindeki “ağı” ile eş anlamlıdır. Kökeni ağlamak, bozlamak fiiline dayanır. Yas kelimesi ise Arapça “keder” anlamına gelen “ye’s” ten gelir. İslâmiyet’ten önceki dönemde, “sagu”, “Sıgtamak” ağlamak fiilinden türemişti.

Günümüzde Kerkük Türklerinde “sazlamağ” Türkmence’de “ağı”yle birlikte “tavs”, “tavşa” adları veriliyor. Nogaylar, "bozulamak" demekte.. Türkiye'de genellikle ağıt olarak kullanılan bu söz, bazı yörelerde farklı şekilde de kullanılabilmekte:

Kars yöresinde “bayatı”, Sivas yöresinde “deme”, Adana’yöresinde “deşet”, Malatya yöresinde “deyiş”, Samsun yöresinde “deyişet”, Sivaş Doğanşar’da “dil”, Kırşehir yöresinde “lâvik”, Burdur yöresinde “ölgülü”, Muş yöresinde “sau”, Elazığ yöresinde “şın”, Diyarbakır yöresinde “şivan”, İçel-Isparta yöresinde “yakım”, Antalya, Balıkesir, Burdur, Karaman, Muğla yöresinde “yas”, genellikle Doğu Anadolu yörelerinde “sızlama” denilmekte...

Düzenli bir nazımla söylenmiş ağıtların uyak şeması aaba, ccdc şeklinde süren sekiz heceli dörder dizelik bentlerden oluşuyor. Ama içlerinde “abcb defe..” şeklinde uyaklanmış dörtlükleri de, ikili, üçlü dizelere sahip olanlara da rastlayabilirsiniz.

Bu biçimdeki ağıtlar asılları Türkmen ve Yörük olan Toroslarda, Çukurova’da, Sivas’ın Uzunyayla ve Kayseri’nin Pınarbaşı bölgesinde yerleşmiş köylerin ağıtlarında aksamadan, titizlikle kullanılır. Bu biçimiyle söylenmiş ağıtlar “Avşar Ağıtları” diye adlandırılmıştır. Afşar ağıtları ile rahmetli Ahmet Şükrü Esen’in Yaşar Kemal’in ve adaşım olan eğitimci Ahmet Z. Özdemir’in, Prof. Dr. Esma Şimşek’in çalışmalarını hatırlıyorum.

Ağıtları, “Anonim ağıtlar”, “Yakıcılarının ağıtları” ve “Âşıkların yaktığı Ağıtlar” olmak üzere üç sınıfa ayırmamız mümkündü.

Yakıldıkları konulara göre ağıtları; kişiler için yakılan ağıtlar, sosyal olaylar üzerine yakılan ağıtlar, gelin ağıtları, asker uğurlama-karşılama ağıtları, hayvanlar için yakılan ağıtlar, doğaya yakılan ağıtlar, doğal afetler için yakılan ağıtlar ve halk şairlerinin söylediği ağıtlar olmak üzere çeşitleyebiliriz.

Şarkışla’da ağıtlar ile ilgili pek çok anekdot dinlemiştim. Çerkezlerin yerleştirildiği yıllarda bu topraklar daha önce Dadaloğlu’nun içinde olduğu Avşarlara verilmişti. Avşarlar daha oturup kök salmadan hiç alışık olmadıkları, bol sıtmalı sıcak Çukurova taraflarına sürülmüşlerdi. “Kalktı göç eyledi Avşar elleri” haykırışını hatırlarsınız. Avşarlar bu nedenle Çerkezleri sevemiyorlardı. Kendisi de Çerkez olan Rahmetli Gazi Güngör anlatmıştı:

O günlerin birinde Anadolu Türkçesini bilmeyen Çerkezlerin bir beyi ölmüş. Dil bilenler aracılığı burada adetlerin ne olduğunu sormuşlar. Öneriler arasında bir ağıtçı kadının bulunup getirilmesi de varmış. Bulmuş getirmişler. Ama kadın öleni bilmiyor, tanımıyor ki. Ne desin? Karşısındakilerin Türkçe bilmediğini de öğrenince dizine vura vura ağıt söylemeye başlamış:

“Ne deyim de ağlayayım

Ölü bizim olmayınca

Birer birer tükenir mi,

Üçer beşer ölmeyince….”

Kazdağları foklorunu yazarken, Rahmetli Alibey Kudar aracılığıyla Ezine’nin Pazarköy köyünden bir ağıt elime geçmişti. Hikayesini araştırdım ve yazdım. İşgal yıllarıydı. Yöre halkına Yunanlılardan geri kalmayacak zulmü Efe bozuntusu bazı çeteler yapıyordu. Onlardan biri Hasan Efe’ydi. Efe değil, eşkıyaydı.

O kadar çok yağmalıyor, hak yiyor, zulm ve namussuzluk ediyordu ki, Akcinli Bayur bir gün karşısına dikilmişti:

“Bunca mazlumun ahı yerde mi kacak?” demiş, tüfeğini doğrultup tetiğe basmıştı.

Hasan’ın ölümü, çevrede sevinçle karşılanmıştı. Ama “ateş düştüğü yeri yakar” derler. Onun dört (yavuklu) metresi vardı. Fakir fukaradan zorla aldıklarını bu kadınlara yediriyordu. Halk yemeye çavdar ekmeği bulamazken, onların bir elleri yağda bir elleri baldaydı. Bu kadınlar Pazarköylü Hasan’ın ardından gözyaşı dökmüş bir de onun ağzından türkü yakmışlardı. Her kıtası iki dize ve bir kavuştaktan oluşan ağıt, olayı öyküleştiriyordu. Kısa bir bölümü şöyle: (Detayı Benim Halk Kültürümüzde Kazdağları Folkloru, Türküleri Efsaneleri adlı kitabımda bulabilirsiniz.)

“Akdede Çeşmesinde vurdular beni

Vurdular da yar koynuna koydular beni

Karagözlüm koydular beni

Misvak köyünden çıktım başım selamet

Akdede çeşmesinde koptu kıyamet

Aman Allah koptu kıyamet

Akdede çeşmesinde güller açıldı

Çakalcının sarı liraları saçıldı

Aman Allah saçıldı kaldı

Akdede Çeşmesinde kardala pişirir

Jandarma Hasan efeye kurşun düşürür

Aman Allah kurşun düşürür

……”

Şimdi yazımın başına döneyim: Ahmet Öztürk Ağabeyimin bana gönderdiği ağıtın sözleri şöyle:

“Mehmed’imi yuyan hoca

İncitmeden yudu m’ola

Kurşun değmiş yarasına

Acep sular değdi m’ola

Mehmed’im oy oy

Mehmed’imin boyu uzun

Kurşun yemiş düzüm düzüm

Nasıl kıymış kötü Ali

Asker olacaktı güzün

Mehmed’im oy oy

Könez seni baba vura

Nişanlını eller ala

Muradımı yarım koydun

Darısı da sana gele

Mehmed’im oy oy

Seni vuran eşli miydi?

Tabancası beşli miydi?

Beş kurşunla yıkılmazdın

Bastığın yer taşlı mıydı;

Mehmed’im oy oy…”

Ağıtta geçen Mehmet’i vuran ve kötü dedikleri Ali benim akrabamdı. Eşimin dayısı. Rahmetli oldu.Severdim. Birini öldürecek, bir insan değildi. Ne oldu da bu cinayeti işledi. İşin özü gençlik ve kabadayılık meselesi, anlatılara göre, kardeşleri benim arkadaşlarım olan Mehmet, Ali’nin önünü kesmiş, Ali de böyle bir olaya sebep olmuş. Ama biraz önce sözünü ettiğim gibi “Ateş düştüğü yeri yakar” Mehmet’in yakınları yüreklerine düşen yangını ağıtlarla söndürmeye çalışırken, öte yandan henüz nişanlı olan Ali’nin hapse düşmesinin üzüntüsü belki de onun yakınları tarafından ağıtla dile getiriliyordu.

Hasılı ağıtlarda, ölen bir kimsenin, gençliği, yiğitliği, güzelliği, iyilikleri, bir takım farklı değerleri; geride bıraktıklarının acıları veya yaşanılan felâketlerin toplumu derinden etkileyen üzücü etkileri dile getirilir. Zaman içinde ilk söyleyeni veya yakıcıları unutularak, birtakım katkılar alarak anonim türküler haline gelir. Ağıtları yakanlar unutulduğu zaman, çoğu ağıtların yakılmasına neden olan olay da unutulur.

Kimi destanlarla bir olay üzerine söylenmiş ağıtlar benzerlik gösterirler. Bunlar âşıklar tarafından söylenilen destanlardır.

Ruhsati’nin eşi Fatma’nın arkasından yazdığı “Vardım nazlı yârin ziyaretine / Dedim kalk gidelim dedi varamam / Dedim bu kadar mı vazgeldin benden / Dedi vazgelmedim ama varamam” dizeleriyle başlayan ağıtını ve Hıfzı’nın emmi kızı Suna’nın arkasından söylediği : “ Sefil baykuş ne gezersin bu yerde / Yok mudur vatanın illerin hani / Küsmüş müsün selamımı almazsın / Şeyda bülbül gibi dillerin hani” kıtasıyla başlayan ve yine Hıfzı’nın ağzından Suna’nın ona “ Emmioğlu küsmemişim ben senden / Ölüm lal eyledi, dillerim yoktur / Eğdi kametimi, büktü belimi / Kalkamam ayağa hallerim yoktur” kıtası ile başlayan cevabi ağıtı okurken hep duygulanırım gözlerim dolar.

Çoklu kişilerin söylediği kıtaları bir araya getirilerek anonim ağıt yakmanın, bunu destan diye bastırmanın da bir geleneği vardı. Ama bugün bu kadar olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar