ALIN BENİM GÖNLÜMDEN DE O KADAR

Sevgili, dostlarım, arkadaşlarım, okuyucularım. Belki dört, belki beş gün sürecek bir yazı dizisine başlayacağım. Bu günlerde hor görülen, öğretmenlerimizden söz edeceğim. Bir gerçeği anlatabilmek için Mehmet Akif’ten bir alıntı yapayım:

“Donanma, ordu birer ihtiyaç-ı mübrimdir.

O ihtiyacı, fakat öğreten muallimdir.”

Milli Şairimiz diyor ki, donanma, ordu, zorlu ihtiyacımızdır. Ama, o ihtiyacı bize öğreten ise öğretmendir. Politika benim işim değil. Ama şu cümleyi yazmazsam, günlerce yüreğimi cendereye sokan işkenceden kurtulamam. Öğretmeni dinlemeyen, hor gören, sorusunu yanıtlamayan, çalışma ve dayanışma ortamına dinamit atan, dayatamacı şahısı yetiştiren de öğretmendir. Bir gün değil, her gün elleri öpülesi öğretmenlerimize, hiç olmazsa bir demet kasımpatı niyetine birkaç şiir sunmak isterim. Onların yüceliği karşısında yalnız ayaklarımın bağı değil, dilimin de bağı çözülürse beni affedin.

1 Kasım 1928 tarihinde çıkarılan 1353 sayılı kanunla, Arap alfabesi yerine Latin alfabesi kabul edilmişti. Bu tarihten itibaren yeni harflerin öğrenilmesi ve okur yazar sayısının artırılması için seferberlik başlatılmıştı. 24 Kasım 1928 tarihinde açılan, Millet Mektepleri'nde, yaşlı, genç, çocuk, kadın... herkese yeni harflerle okuma yazma öğretilmişti. Millet Mektepleri'nin açılışı ve Ulu Önder Atatürk'ün Başöğretmenliği kabul tarihi olan 24 Kasım günü, 1981 yılından beri Öğretmenler Günü olarak kutlanılıyor. Yurdumuzun en uzak köşelerinde bile, görevlerin en kutsalını yerine getirmekte olan, yalnız yavrularımızı değil, yavrularımızla birlikte bütün geleceğimizi aydınlatan öğretmenlerimize içten saygılarımızı sunuyoruz.

Savaşın kazanılması için gerekli olan üç şey para para para olarak sıralanır. Ulusça kalkınmamızın tek çıkar yolu olarak önce eğitim, sonra eğitim, daha sonra yine eğitim diyebiliriz. Çoğunlukla yakındığımız bilgisizlikten, sistemsizlikten, düzensizlikten, gerilikten, din, ahlâk, düşünce alanlarındaki kargaşalardan ve benzeri sorunlardan bizi kurtaracak tek yoldur eğitim. Öğretmen şairlerimizde Halim Yağcıoğlu’un bir şiiri var bileceksiniz:

 

FİKİR ORDUSU

Bir şaşkın karanlık içinden

Bir yüce su aktı gitti

Öylesine inanmışlardı kendilerine

Başları dikti.

Alınları pırıl pırıldı şubat güneşinde

Ağır ağır geçiyorlardı yayan,

Türkiye’mdi bu,

Türkiye’min kaderiydi

Sağır göklerde kaybolan.

“Fikir ordusuydu” bu

Dövülen taşlanan vurulan

Köylerde, ilçelerde, kentlerde

Boğaz tokluğuna unutulan.

Öğretmenlerimdi bunlar,

çileli öğretmenlerim

Vatanı vatan yapan, insanı insan

Koşup gelmişlerdi naçar,

Ta Edirne’den, Hakkâri, Van’dan.

Bir sessiz çığlıktı bu

Baş öğretmenin önünde,

Bir kere daha inandım ki kardeşim

Türkiye’m altın günlerin eşiğinde.

 

Gerçekten Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yaşlımız gencimiz, köylümüz, kentlimiz, ulusça tutulacak eğitim yolunun; yükselişin, aydınlığa kavuşmanın tek yolu olduğuna inanıyordu. Ancak bu yolla, geriliği, karanlığı, iç ve dış tehlikeleri bir yana itmemiz, aydınlık yarınlara ilerletmemiz mümkün olacaktı. Kiminle çıkacaktık bu yolculuğa? Kuşkusuz öğretmenlerimizle. Ama köy öğretmenlerimizin yükü biraz daha ağırdı. Nasıl mı?

 

KÖY ÖĞRETMENLERİ

I

Yurdumuz uçsuz bucaksız

Gökte yıldız kadar köylerimiz var.

Ama uzak, ama harap, ama garipsi...

Alın benim gönlümden de o kadar.

Uzak köylerimizde kuşlar gibi

Her sabah çocuklar size uçar.

Ama küçük, ama, büyüyen, ama güleç...

Alın benim gönlümden de o kadar.

 

Siz kara göklerin yıldızları

Işıtın yurdumuzu sabaha kadar!

Ama düşe kaka, ama yiğit, ama umutlu...

Alın benim gönlümden de o kadar.

II

Çemişkezek’te, Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar!

Malazgirt’e, Çemişkezek’e, Patnos’a gitmezseniz

Çocuklarınız öksüz kalır, yetim kalır

Köylere ışık iletemezsiniz.

Dağlara vadilere, ovalara

Tespihler gibi saçılmış köyler,

Rüzgâra karşı bir bayrak Sevinçle türküsünü söyler.

Sevinçle türküsünü söyler

Bir idare lambası küçük solgun,

En azından üçyüz pare dam

Umudu en azından üçyüz çocuğun.

Ve onlar saçları uzamış,

Çatlak ellerinde çıkınları,

Üç saat dört saat ötelerden

Yorgundur, sessizdir akınları.

Ve onlar, yıldızlar gibi

Gözleri ışıl ışıl yananlar.

Oyuncak için değil,

kâğıt kelem Kitap için gizlice ağlayanlar.

Ve onlar aşıktan bilya

Sopadan at yapanlar.

Kurt yavruları gibi, kuzular gibi

Dağ başlarını çınlatanlar.

Büyük bir ulusuz biz büyük...

Mutlu günler düşünmek ağlatır insanı.

 

Çemişkezek’te Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar

Öksüz kor musunuz vatanı?

Gündüzün akşamla kavuştuğu saatte

Güneş altında tarlalar çın çın öterken

Ya o sıcak yağmurlar toprakla çiftleşir,

Ya da ilk ışıklar sabahları erken

Rüzgârla içimizde eserken.

 

Çemişkezek’te Patnos’ta, Malazgirt’te doğanlar

Bütün bunları düşünmelisiniz.

Yüce ırmaklar gibi sessiz sürekli

Kağnılarla, arabalarla, kamyonlarla

Akıp köylere gitmelisiniz!

Yolumuza ışık iletmelisiniz. (Cahit Külebi)

 

Evet sevgili dostlar, bu günler geride kaldı. Belki idare lambalarından kurtulduk ama, yine ışığa, daha çok ışığa gereksinimimiz var. Çağdaş uygarlığa ulaşmamız için... Ülkemizi, hak hukuk tanımayan, bencil, sorumsuz, saldırgan insanların istedikleri gibi at oynattıkları, güvensiz bir toprak parçası haline getirmemek için, buna gereksinim duyuyoruz. Diyoruz ki; yapılması gerekenlerin en başında, ülkemizin olanaklarına ve gereklerine göre, tarihimizin, ekonomimizin, inanç dünyamızın, gelenek ve göreneklerimizin ışığı altında planlanacak eğitim programları olmalıdır. Ve diyoruz ki; her çeşit bilginin, tekniğin baş döndürücü bir hızla çoğaldığı bu uygarlık dünyasında, öteki insanlarla, öteki ülkelerle eşit haklarla yaşamak, ilerlemek için sürekli bir eğitim seferberliğine muhtacız.

Yarınki yazımda öğretmenlerimizin az zamanda Cumhuriyet Türkiye’sinde yazdığı destanlardan örnekler sunmaya devam edeceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar