ALZHEİMER Mİ OLDUM?

Dr. Cemal Erkmen yaşıyor mu bilmiyorum. Yaşıyorsa şimdi yüz yaşının üstündedir. Allah sağlıklı uzun ömür versin. Aramızdan ayrıldıysa rahmet diliyorum. Tanıdığımda doksan yaşındaydı. Çok sevdiği eşi Mahire Hanım Alzheimer hastalığından vefat etmişti. Eşine sevgisini ve bu hastalığın aşamalarına ilişkin anılarını içeren dosyayı bana verdi. Bu hastalıkla karşılaşanların yararlanması için kitap yapılmasını istiyordu. Kitabın hem redaktörü hem editörü olacaktım. Dosyaya kuş bakışı baktım. Sıra alacağım ücrete geldi. Ben sizden ücret almayacağım,” dedim.

Kitabın adını “Mutluluk Bir Alzheimerli ile Yaşarken Bile,” koyduk. Kaç baskı yaptı, hatırlayamıyorum. Şuna inanıyorum ki, çağımızın hastalığı, kıyısından, köşesinden hemen hepimize dokunacak. Onlara moral depolayacak bundan güzel bir kitap olamazdı.

Şimdi nereden çıktı, diye sorabilirsiniz. Anlatayım:

Korkuyorum, sevgili dostlarım korkuyorum. Günden güne acaba Alzheimer mi oluyorum diye kendi kendimi yiyorum. Üstelik bir de takıntılarım, rüyalarım var.

Alzheimer korkuma geleceğim ama unutmadan rüyalarımdan bir örnek vereyim. Önceki gece sanıyorum, unutup uyku hapını iki kez almıştım. Kabuslarla dolu bir gece geçirdim. Güya ölmüşüm. Sorgu sual meleklerinin karşısında sıraya girmişiz. Önümdekine soruyorlar: ”Sen değil miydin, ………….. okutmazsam, bunların alayının hesabını sormazsam namerdim, diyen? Önümdeki bir şeyler söylüyor “be..be..” gibi ama anlayamıyorum. Melekler yine soruyor:

“Sen değil miydin, ……….başkanı olmaz, olamayacak, diyen? Diğer melek söz alıp “İki yanlıştan bir doğru çıkmaz, tekeden süt sağılmaz, balda tuz bulunmaz, suda ateş yanmaz demiştin. Tekeden sütü nasıl sağdın?”

Eyvah, diyorum. Benim hangi haltlarımı soracaklar diye tir tir titrerken, terler içinde uyanıverdim. Ohh! Rüyaymış.

Cemal Safi’nin şiirini bir zaman severdim: “Rüyalar olmasa” Geçenlerde okudum. Mevlana da aynını söylemiş: “Mevlana Rüyalar olmasa hayaller kurulmaz, gerçek olmazdı.”

Rüya bu ya. Yaşım yirmiye tebdil olmuş. Genç bir muhabirmişim. İmamoğlu’nun otobüsünün arkasından koşup “Her şey daha güzel olacak” diye bağıran Berkay’ın arkasından bu kez ben koşuyorum, o kaçıyor. Nefes nefese bağırıyorum: “Her şey daha güzel oldu mu?”

Mutfağa ne için gittiğimi unuturum da, nereden aklıma gelir bilmiyorum. Guya “Kalkın ey ehl-i vatan,” demişler. Ayağa kalkmışız. Bakmışız ki, yerimize başkaları oturmuş. Sahi siz doğrusunu biliyor musunuz: Hasan kel mi, Kel Hasan mı?

Ah ah ah, ya Alzheimer olma korkum?

Eskiler bir Köroğlu, bir Ayvaz” derlerdi. Bazıları da “Edi ile Büdü,” der. Çoluk çocuk evli evine yerleştikten sonda biz karı-koca yalnız kaldık. Ben diyorum ve yemin de ediyorum: Vallahi, billahi İki hafta önceydi, televizyonda, gazetede gözümle gördüm. Radyoda da kulağımla duydum, En müstesna (seçkin veya seçilmiş) kişiler, ekonomimizin şahlandığını söyledi.”

Karım: “Sen iyice bunadın,” diyor. “Onlar, ekonomik kurtuluş savaşı başlattı. Altı aya varmaz zafere ulaşacaklar.” Yahu etme eyleme “Şahlandı,” dediler diye ayak diriyorum.

“Senin beyin damarlarının oksijene ihtiyacı var, karıştırıyorsun. Onlar kurtuluş savaşı ve zafer kazanacağız, derken sen Atatürk’ün şahlanan at üzerindeki heykelini karıştırıyorsun.”

Alzheimer’den korkmakta haksız mıyım?

Yıllar önceydi. Bir tiyatro yazmaya heves ettim. Konu “Yalan” olacaktı. Oyun küçük küçük skeçlerden oluşacak. Yalan ve yeminle biten her bölümcüğün arkasından “Yalaaan, yalaaannn, vallahi yalan” diye bir cıngıl müziği, gelecek bölüme geçiş sağlayacaktı. Yalan üzerine o kadar çok fıkra, o kadar çok darbımesel, atasözü, deyim, türkü, şarkı, mâni toplamıştım ki, şimdi nerede ve ne oldular bilmiyorum.

Eskiler mecal, derler. Aruzda bir kısa bir uzun yani bir nokta bir çizgi, şaka tabi. Mecal dinçlik, derman, canlılık, güç anlamlarına gelir. Mecalim olsa da yeniden böyle bir işe kalkışsam. Gerçi iltifat göreceğini ummuyorum ve emeğimin zayi olacağına emenim ama, hani olsa diyorum. Kendi yalanlarımla işe koyulurdum. Çünkü kendine inanmayan her zaman yalan söyler. Beni en çok üzen de yalancılığım değil, artık kendime inanmıyor olmam. Kendime iftira ettiğimi sanmayınız. Yunus Emre diyor ki, “çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.” Koca Yunus yalan mı söylüyor. Benim bunca yazı ve sözümün yalansız olacağını mı sanıyorsunuz. Ancak bir farkı var. Ben yalanımla kendimi yakıyorum. Onun için mumum gece de sönmeden yanıyor.

Yine sözü dağıtıp toparlayamayacağım. Dedim ki mecalim olsa, oldukça mahir olduğum hayali yalanlardan başlardım. Sonra, taklidi yalanlara ve mübalağalı yalanlarla devam ederdim ki biraz neşe olsun.

Sosyal yalanlar, dikkat çekme yalanları, savunma yalanları, yüceltilmiş yalanlar tam yeri gelince patlat bir yalan… İt’lerle ilgili bir şey derler ama hatırlayamadım.

Arada bir Karacaoğlan’dan bir türkü söylenebilir: “Yürü bre yalan dünya / Sana konan göçer bir gün / İnsan bir ekin misali / Seni eken biçer bir gün… “ Kesmedi mi, bir mani at pınar başında testini doldururken: “Yalan oldu yalan oldu / Geçti ömrüm yalan oldu / Bir hoyrat girdi bağıma / Gonca gülüm talan oldu…”

Uzun söze gerek yok, gözünün önündeki köprüyü göremeyen Trakyalı gibi ben, gözümün önündeki merteği göremeyip başkasının çöpünü gören bir andavallıyım. Yoksa politika yapmak ne haddime. Bir fıkra alıntılayarak işi tatlıya bağlayayım:

Cambazın biri, eşeği yularından çekip gelmiş pazara. Bir başka cambaz yanaşmış:

“Kaça bu eşek.?”

“Bin lira!”

“Aldım gitti, ver elini helalleşelim!”

Birkaç kişi alıcının kulağına fısıldamış:

“Yahu görmüyor musun, bu eşek topal. Onun için ucuza verdi.!”

“O eşek topal değil, tırnağının arasına taş kaçmış. Bu nedenle topal sanıp ucuza elden çıkarmaya bakıyor!”

Eşeği satana koşmuşlar:

“Yahu bu eşek topal değilmiş, tırnağına taş kaçmış!” Satıcı gülmüş:

“Eşek topal olmasına topal da öyle sansınlar diye taşı tırnağına ben koydum!”

Alıcıya koşmuşlar:

“Yahu bu eşek gerçekten topalmış, taşı o koymuş. Seni de kandırdı, parayı aldı.!”

Alıcı dövünmeğe başlamış:

“Vay namussuz vay! Eğer verdiğim para sahte olmasaydı, beni kazıklayacaktı!”

Saçma sapan bir şeyler yazdım işte. Ben bir şey anlamadım, kim bilir siz ne anladınız?

Keşke, bunca laf kalabalığının yerine üç-beş cümle ile özetlesen olmaz mıydı?

Yalan söylediklerini biliyoruz. Yalan söylediklerini biliyorlar. Yalan söylediklerini bildiğimizi biliyorlar. Yalan söylediklerini bildiğimizi bildiklerini biliyoruz. Ama hâlâ yalan söylüyorlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar