Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

AMERİKANCI MI OLALIM, RUSÇU MU?

Rusya’nın mili güvenlik endişelerini gerekçe göstererek, Ukrayna’da sıcak çatışma başlatması ülkemizde ciddi bir yarılmaya neden oldu.

Esasen, bu türden yarılmaların ve kamplaşmaların bizden uzak alanlarla bağlantılı meydana gelmesinin hayırlı tarafı, yarın ülkemizde de sıcak çatışma ortamı oluşursa, neler olacağını anlamak için de, küçük bir laboratuvar işlevi görmesi. Bir derkenar olarak, bu tespiti burada bırakalım ve asıl konumuza dönelim.

Anlaşılan o ki, kimileri bilerek veya bilmeyerek “saldırgan taraf”ın kimliği konusunda kafa karışıklığı yayma görevi üstlenmiş durumda.

SSCB’nin ve Doğu Bloku’nun varlığını, küresel anlamını, Avrupa’da oluşturduğu statükoyu ve buna karşılık Atlantik blokunun egemenlik savaşını göz ardı ederek yürütülecek her tartışma yalan ve safsatadan ibarettir.

Bugün ortaya çıkan çelişmelerin dün ile bağlantısını yok saymak, gözden saklamak veya yadsımak, eğer çatışmanın belirli bir tarafının kara propagandasına hizmet etmiyorsa, saf cahilliktir. Ancak, Ukrayna özelinde gördüğümüz, bu tür yayınların bilinçli olarak Atlantik kanadı tarafından trollere empoze edildiğidir.

Süper güç ve küresel egemenlik kavramları Rusya’yı yönetenlerin icat ettiği kavramlar değildir. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasında kendisini dünya jandarması olarak kabul ettirmek isteyen ABD’nin dünyanın tüm devletlerine dayatmaları, ardından; 1991’de SSCB ile birlikte Doğu Bloku’nun da dağılmasıyla, dünyayı tek kutuplu hieyerarşi düzenine sokacağını ilen eden ABD’nin varlığı ve yaptıkları ortadayken, bu girişimlere direnen güçleri “saldırgan”, “yayılmacı” gibi kavramlarla itibarsızlaştırmaya kalkışmak, sadece ABD nam ve hesabına piyonluk görevi üstlenmişlikle açıklanabilir.

Açalım mı?

SALDIRGAN ABD’DİR!

1991’de SSCB ve Doğu Bloku’nun dağılması ile birlikte küresel güç dengeleri değişti. Artık, dünyanın herhangi bir yerinde emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşı veren halkları maddi ve manevi gücüyle destekleyen bir güç odağı kalmamıştı.

ABD ise, bu durumu kendisi lehine fırsata çevirmek için, yeni bir küresel egemenlik konsepti geliştirdi. Küreselcilik, ABD’ye dünyanın her yerinde, kendi çıkarları adına (siz onu insan hakları, demokrasi ve özgürlük olarak okudunuz!) sıcak çatışma, darbe, iktidarları devirmek de dahil olmak üzere, her türlü müdahale hakkı vermenin ideolojik ifadesi oldu.

1991’den bu yana, dünyanın neresinde iktidarlar devrildi, nerede iç savaşlar çıkarıldı, nerede ülkeler bölündü ise, hepsinin arkasında, istisnasız ABD vardı.

Küreselcilik, en başta söylenen yalanların aksine, dünyayı iki kutuplu olduğundan daha mutlu yapmadı. Tersine, dünyanın her yerinde daha fazla kan ve göz yaşı döküldü.

Ortadoğu’da, Asya’da, Afrika’da, Kafkaslar’da, Latin Amerika’da gördük ki, ABD tek kutuplu küresel dengelerin kendisine sağladığı pervasızlık ve utanmazlıkla saldırganlıkta sınır tanımıyor!

YAYILMACI NATO’DUR!

ABD’nin dünyanın tüm ulus-devletlerine dayattığı egemenliğinin yol açtığı yıkımın Avrupa’yı dışarda tutmasını beklemek saflık olurdu. Nitekim, yıllardır pek çok Avrupalı aydın, sıcak çatışmanın “kapıda” olduğu uyarılarını yapıyordu.

SSCB ve Doğu Bloku Atlantik ittifakının askeri ortaklığının temel gerekçesi iken, tek kutuplu dünyada, NATO ABD’nin küresel askeri saldırı gücü haline dönüştü.

Afganistan, Irak, Suriye gibi en yakınımızdaki örneklere bakarak dahi, bu gerçeği anlayabiliriz. Irak ve Suriye’de PKK terör örgütünü koruyup kollayan NATO, Afganistan’da da milli kuvvetlere karşı savaştı.

ABD çıkarlarının küresel askeri örgütüne dönüşen NATO’nun Avrupa’da ısrarcı olduğu yayılmacı politikaları da bölgesel gerilimi sonunda sıcak çatışmaya çevirdi.

Hiçbir Amerikalı ve Avrupalı politikacının ve/veya generalin mantıklı bir cevabını veremediği, NATO’nun “genişleme” gerekçeleri, ABD’nin dünyayı tek başına yönetme ve sömürme hedefinde gizlidir. Çünkü, ABD ve Pentagon egemenleri, askeri caydırıcı güç olmadan, siyasi ve ekonomik hedeflerin korunamayacağını hepimizden daha iyi biliyorlar.

Bu noktadan hareketle söyleyebiliriz ki, NATO’nun ABD nam ve hesabına sürdürdüğü yayılmacı/saldırgan politikasını görmeyen, gizleyen veya yadsıyan tüm “görüşler”, özünde ABD’nin borazanlığı, hatta hain piyonluktan öte anlam ifade etmez.

ABD’NİN KUŞATMA HAREKATI!

Küreselcilik dünya halklarına şekere batırılıp sunulurken, ABD, karşısında “blok düşman” grubunun da kalmayışı ile birlikte, yerel unsurlara dayanan askeri operasyonlara ağırlık verdi.

Dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi, Avrupa’da da “genişleme” esas olarak yerel güçleri çatışmaya sokmak üzere planlanıyor.

Ukrayna özelinde, ABD’nin neden sıcak çatışmaya taraf olacak bir hamle yapmadığını bu şekilde açıklayabiliriz.

ABD’nin ölecek her askeri, savaşı ülke içine taşıyarak iç siyasetin parçası haline dönüştürecektir.

Böylesi bir durumda, Vietnam örneğinde yaşandığı gibi, ülke içinde güçlü bir direniş oluşması ve ABD egemenlerinin doğrudan kendi içinden vurulması olasılığı önem kazanacaktır.

Dolayısıyla, ABD’nin kendi askerlerini sıcak çatışmaya sokmamak için “sonuna kadar” direneceğini öngörmek, yanlış olmaz.

ABD Mİ KAZANACAK, RUSYA MI?

Baltık ülkeleri, Polonya ve Ukrayna’nın NATO konseptine alınması, Rusya’nın teslim alınması açısından stratejik önemdedir. NATO yayılmacılığının hedefi de, açık olarak Rusya’dır.

Bu çerçevede, Rusya’nın karşısındaki asıl gücün ABD olduğunu görmeyen, saklayan veya yadsıyan tüm görüşlerin özünde ABD’nin yayılmacılığına hizmet ettiğini tespit etmek zorundayız.

Öte yandan, ABD ve NATO hedeflerini analiz ettiğimizde, Rusya’nın Ukrayna üzerinden erken müdahale ile, bu planları boşa çıkarmaya çalıştığını söyleyebiliriz.

Rusya’nın başarılı olup olamayacağını bugünden söylemek mümkün değildir.

Rusya, askeri alanda başarılı olsa dahi, çevre ülkelerde tarihsel dayanakları olan ve bugün de canlı olarak yaşayan ve kışkırtılan “Rus düşmanlığı”nın kendisine karşı yarattığı negatif enerjiyi pozitife çevirecek kapsamlı projeler geliştirmek zorundadır.

Aksi halde, Rusya “sahada” kazansa dahi, süreç içerisinde kaybeden taraf olacağını söylemek kehanet olmaz.

TÜRKİYE NE YAPACAK?

Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim sıcak çatışma ortamına sürüklenirken Türkiye, Erdoğan’ın daha AK Parti 7. Olağan Kongresi’nde açıkladığı “denge politikası” ile uyumlu açıklamalar yaptı.

Türkiye, daha önceki yazılarımda da belirttiğim üzere, “savaşan başkaları olsun, kazanan biz olalım” anlayışı içerisinde, çatışmanın her iki tarafı ile de ilişkilerini bozmadan sürdürmeye odaklanmış durumda.

Prensipte, Rusya ve Ukrayna arasındaki kriz özelinde, “denge”yi korumaya odaklanmak doğru bir siyasettir.

Türkiye, her iki ülke ile ve bu ülkelerin uluslararası bağlantıları ile sahip olduğu ilişkileri, herhangi biri aleyhine koparacak bir konumda değildir.

Ancak, elbette ki, savaşın tarafları da, Türkiye’yi yanlarına çekmeye çalışacaklardır.

Rusya tarafından yapılan açıklamaları izlediğimizde, Türkiye’nin dengeci yaklaşımını kabullenmiş bir görüntü almak mümkün.

Öte yandan, bu dengeci tutumun ABD’ye “yetmediği” de çok açık.

ABD, Türkiye’yi hem taraf olmaya zorluyor ve hem de sıcak çatışmaya sokmak üzere planlarını devreye sokuyor.

Yukarıda da belirttiğim, “ABD’nin kendi askerini sahaya sürme riskini üstlenemeyeceği olgusu”nu göz önüne alırsak, buna Avrupa’da da ciddi anlamda muharip bir gücün bulunmadığını ekleyerek, Ukrayna’da savaşa sokulacak tek askeri gücün Türkiye’de olduğu açıkça ortaya çıkar.

Bu gerçek, ABD’nin Türkiye’yi taraf olmaya neden zorlayacağı ve hatta sıcak çatışmaya sokmak için neden baskı yapacağını anlamamızı sağlıyor.

Tam da bu nedenle, siyasi parti liderlerinin açıklamaları kritik önemdedir.

Ancak, muhalif parti liderlerinin pek çoğunun Türkiye’yi “Rusya’ya karşı” taraf olmamakla suçlaması, iktidarın elini ABD/NATO önünde zayıflatıyor.

Siyasi atmosferin ağırlıkla Rusya aleyhine oluşturulması kampanyasına iktidardan kimi unsurların da katılmasıyla, Erdoğan’ın “denge politikası” boşa çıkartılma tehlikesi yaşıyor, diyebiliriz.

Halkın ezici çoğunluğu dengeci politikalara onay verse de, “Amerikan kuvvetleri” Türkiye’yi Ukrayna krizinde taraf olmaya zorlayacaklardır.

Açıktır ki, iktidar ve muhalefet unsurları ile ABD/NATO tarafında yer almaya zorlanan Türkiye, direncini kaybederse, bu savaşın asıl kaybeden tarafı olacaktır.

Bu yüzden, özellikle de sivil toplum kuruluşları ve toplumun diğer saygın temsilcilerinin ABD/NATO baskısını boş açıkarmak için devreye girmeleri kritik önemdedir.

Çünkü, ABD/NATO’nun Ukrayna’da kazanmasına destek olan Türkiye, açıktır ki, Balkanlarda, Batı Trakya’da, Ege’de, Doğu Akdeniz’de, Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Karabağ’da kaybedecektir.

Ukrayna’da kazanan ABD/NATO demek, Türkiye’nin milli bağımsızlığını kazanmasının en az bir yüz yıl ertelenmesi, hayâl olması demektir.

Ukrayna’da kazanan ABD/NATO demek, Türkiye ile birlikte bütün Türk devletlerinin kaybetmesi demektir.

Çünkü, milli, bağımsız ve başı dik bir Türkiye’nin asıl hasımları 1945’ten beri “Lozan’ın bedelini ödetmek üzere bizi döven” Atlantik blokudur.

Umalım ki, Türkiye böyle bir hata yapmasın.

Önceki ve Sonraki Yazılar