Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

AŞIK NESİMİ ÇİMEN İLE SÖYLEŞİ

BİR BARIŞ GÜVERCİNİNİ YAKTILAR...

2 Temmuz 1993 tarihinde 33 yazar, ozan, düşünür yakılarak öldürülmüştü. 19. Yıldönümünde Onları saygıyla anıyoruz. Bu değerlerimizden biri de AŞIK NESİMİ ÇİMEN idi. Kendisiyle 1984’te (Kasım ya da Aralık) Stockholm’de değerli arkadaşım Durali Bozkır’ın evinde söyleşmiştik.

Durali’ye Kaptan derdik. Stockholm’e gelen sanatçı, aydın takımı mutlaka onun kent merkezindeki evinde ağırlanırdı. Çok da güzel mezeler yapardı... Devamlı gelenler arasında Ömer Zülfü Livanelioğlu, Tuncer Kurtiz, Mahmut Baksı, Abdi Yazgan ve Kaptan’ın en sevdiği arkadaşı İsmet Sekmen vardı. Yenir, içilir, Çalınır söylenirdi. Filmi yapılacak evdi Kaptanın evi. Aşık Daimi ve Aşık Nesimi Çimen’i de onun evinde tanımıştım.

Âşık Nesimi Çimen, İsveç Radyosu’nun davetlisi olarak gelmişti. Ben, İsmet ve Durali sofrayı kurup Nesimi’yle söyleşmiştik. Nesimi’nin sözleri, şiir ve türküleri sanki bugün gibi kulaklarımda...

Anadolu’da dolaşıyor gibi şalvarını, yeleğini ve ceketini giymiş, kasketini takmış, curasını almış kucağına çıkmış Avrupa yollarına… Avrupa’da dolaşıyor. Ancak vize almada zorluk çıkarmaları ağırına gidiyordu.

“Adamlar ayağımızı bastırmıyorlar” diyor ve anlatıyordu:
Nesimi Çimen (NÇ)- Ben, Halk Oyuncuları Tiyatrosu (HO)’da oynadım. Tiyatroda, Devri Süleyman, Teneke, Pir Sultan… 

Abdullah Gürgün (AG) - Teneke’de (Yaşar Kemal'in) ne oynadın?

NÇ- Teneke’de köy muhtarıydım…

Şimdi o Devri Süleyman’da bir sahnede adam giriyor şimdi. Ayağını atıyor, “Ulan atma basma aman ha”…

“Ne var?” diyor

“Amerikan üssü var” .

Bir daha atıyor, “BASMA! AMERİKAN ÜSSÜ!” Dönüyor, gene “BASMA! AMERİKAN ÜSSÜ!”

Böyle, böyle tek ayak üstünde kalıyor. Her tarafta Amerikan üssü var…

Soruyor: “E ne olacak bu böyle?”

“Ne olacak? Bilmiyon mu sen? ''

“Yok” diyor…

“Haaaa”, diyor “işte bak yarın Amerikan Amcannan Rus Dayın kapıştı mıydı?”

“Eeee !“

“Amerikan Amcan buradan gülle atacak Rusya’ya”.

“E, o ne edecek?”

“O da susturmak için burayı düvecek”.

“E, ya Türkiye?!.”

“İşte o zaman ara da Türkiye’yi bul!” diyor…

Türklere şimdi de Avrupa’nın hiçbir yerine ayak bastırmıyorlar. Ne olacak bu Türklerin hali? Türkiye’de halimiz belli…

AG -Nesimi Baba, senin aslında âşıklık geleneğinde özel bir yerin var, ama Türkiye’de nedense seni pek tanımıyorlar.

NÇ: Yaa, Türkiye’de tanımıyorlar basın ve TRT yer vermiyor. Mesela TRT’de, Dündar… Neydi onun adı, ne yaa?

AG -Uğur Dündar?

NÇ -Hah, Uğur Dündar… Mesela o hiç piyasada olmayan şeyleri bulup çıkarıyor. Türkiye’de TRT, basın, halk benim içyüzümü bilmiyor. Bir Âşık Nesimi var ama o Âşık Nesimi ne yapıyor? Neyin nesi? Nasıl?.. Kimsenin aklına gelmiyor…

Ben birgün gittim komşulara… 70’li yıllardı, hani çevre günü var ya, İstanbul Belediyesi de bir Dünya Çevre Günü hazırladı. Orda bir müdür vardı. Müdür, bana telefon etti, “Dünya Çevre Günü var, sen de curanı al gel” dedi, “başka kimseyi çağırmıyoruz”. Ben curayı aldım gettim İstiklal Caddesi Beyoğlu’na. Beyoğlu İstiklal Cadde’sinde dükkânlar kapalı, trafik yok. Herşey çarşının ortasında. Masalar yolun ortasına kurulmuş, yemeler içmeler…  Caddeler hep insan dolu… Aytekin de geldi oturdu(O zamanki İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil). Tanıştım işte orada adamla. Bir takım şeyler konuştuk. Adamdan bazı sözler aldım. Adamdan söz aldıktan sonra gettim bizim Lazlara. Dedim ki, “arkadaş, ben Aytekin ile görüştüm. Bir tesadüf oldu. Adam gelince, toplanalım, derdimizi söyleyelim”.  Kimisi inandı, kimisi inanmadı. Aytekin, (Kavacık'a) geldi, getti. Kimse yok. Sonra ben gettim kahveye, hepsi orda oturuyor. Dedim ki, “Siz öyle bir toplumsunuz ki, bak siz bana inanmadınız. Ben yıllardır buradayım. 18 yıldır burada oturuyorum. Böyle gelir geçerim, siz böyle heykel gibi, mal gibi bana bakarsınız. Demezsiniz ki, ulan bu adam deli mi, akıllı mı, namuslu mu, hırsız mı, nedir kimdir? Bana inanmıyorsunuz, burada oturuyorsunuz”.

Onlara dediğim gibi, Türk basını da radyosu da öyle. Uğur Dündar… “Ulan burada bir adam. Gidiyim bakiyim, bakalım bu adam ne yapıyor? Ben okula gitmeyen bir insanım. Ama bir yerlere gelmiş bir insanım Türkiye’de. Artık Türkiye’nin dışına da taşmışım. De mi? Uluslararası ismim olan, bir yerde bir insanım. Birisi bana inanmamış hayatta. Ne bir yazar, ne bir çızar, ne bir televizyoncu, ne bir sanatkâr, ne bir röportajcı gelmiş. Bir gelip bakın bakalım. Ben bir şey çalıyorum. Bir tahta var, bir parça var elimde. Bu yönlerimi hiç açıklayan yok ve açan yok. Soran da yok. İlgilenen de yok. Artık kendi yeteneğimle ben, kendi gücümle Türkiye ve yurtdışında geziyorum. Kendi yeteneğimle çevre ediniyorum. O çevremle beraber işte kendimi dünyada yaşıyorum, yaşatıyorum, tanıyorum, tanıtıyorum.

AG -Evet, Bir Aşık Nesimi var. Bu adam ne yapıyor? Oradan başlayalım o zaman.

NÇ -Tabii ya, kimdir, nedir? Sazı nedir? Ne çalıyor? Bu adam ne iş yapmış? Niçin kimse ilgilenmemiş? Bizim burada işte bir dostumuz var. Ona da gideceğiz. Heykeltraş, İlhan Koman. 70’lerde geldiğimde Ömer (Zülfü Livaneli) ile biz o adamın yanına gittik. Merhaba, hoş beş, tanıştık. Saz maz, oturduk çalmaya başladık. Adam bizi dinledi. Dinledi, dinledi, dinledi… Sazı indirdim. Ömer’e baktı böyle, baktı, baktı, dedi ki, “Ömer, bak ben sana bir şey söyleyeyim, Biz kendimize Türk aydını diyen, yazarımız, çızarımız, biz varız ya” dedi, “çok namussuz insanlarız” dedi. “Neden namussuz olacaklarmış?” dedim. ”Başka bir ülkede bir adam kalkar, bir iki sazına vurur çalar, ülkesi onu dünyaya tanıttırır. Bu adam getirmiş, bir sürü malzeme getirmiş, yığmış, ama dallı ama budaklı, bunu düzeltmek için görevli kim? Aydınların görevi, bizim görevimiz. Bu adamın getirdiği malzemeyi alıp işlemek için. Bak bu adam neler yazmış, neler getirmiş?!. Hiç kimse ilgilenmiş mi? Yok… Onun dediği gibi…

Yaşar benim dostum, Yaşar Kemal... Çok severim. O da beni çok sever. Ama peşin konuşur veresiye bırakır. Bizim eve gelir, “Ben sana bişey yapamadım, sen şöylesin, sen busun, ben sana şöyle yapayım. Daha bir gün bir şey yazmadım” der, bırakır gider. Mesela işte en yakınım Yaşar… Hepsini tanırım yani Türkiye’de… Bütün yazarları, çızarları tanırım. Ama adamlar beni ne sorarlar, ne de soruştururlar.

AG -Neden acaba, sebep ne?

NÇ -Bilmiyorum. Onu onlara sormak lazım.

AG -Peki, Nesimi Baba, sen kendin, kendin hakkında bir şeyler yazmak isteseydin hangi yanlarını öne çıkarırdın?

NÇ -Ben kendime hiçbir şey yazmazdım. Ben yazı yazsaydım başka şey yazardım. Ben kendime yazmışım. Bir şiir okuyum sana kendim hakkımda:

Ben beni bişey bilirdim
Boşa gelmiş boş imişim
Dünyada ahmak çok ama
Ben onlara baş imişim

 

Gezdim durdum heykel gibi
İflas etmiş bakkal gibi
İçi boş bir kaval gibi
Akılsız bir baş imişim

 

Dost sandım da sofra açtım
Çok yoruldum boşa koştum
Ağustostan dışa düştüm
Ben bana bir kış imişim

 

Ayağın çilesi başta
Akıl ne sakal ne saçta
Bir dolu ayran içtim
Aslında bir keş imişim

 

Ağlarım ben Nesimi’ye
Dünyaya geldin sen niye
Yağmurun bülbülü dalda
Dert yoluna düşmüşüm

 

Ben bana bunu yazarım. ... 

AG -Türkiye’de curaya karşı ilgi nasıl?

NÇ  -Türkiye’de halkta curaya ilgi yok ama sanat çevrelerinde ilgi büyük. Bütün sanatlar durur curanın önünde, Avrupa’da da öyle. Paris’e geldim ben birkaç sefer. Ne birkaç 70’den bu yana her sene bir defa gelirim. Televizyona radyoya… Fransa beni tanır ama Türkiye beni tanımıyor. Çünkü Fransa’da en az ayda bir defa ya radyo çalıyor ya tv yayınlıyor benim bantlarımı Fransız programında, Türk programında.

AG -Bu curanın devam ettirilmesi için ne yapmak lazım?

NÇ -Valla curayı devam ettirmek için çalacam curamı, söleyecem. Bütün yeteneklerimi kullanacağım. Gücümden bişey kaybetmeyecem. Yürüdüğüm yoldan dönmeyeceğim. İşte inancım neyse işte yürüteceğim. Dünya görüşüm, felsefem, düşüncem, fikrim ne ise gücüm yettiği kadar insanları, Dünya’ya yaymaya çalışacam.

AG -Yeniler ilgi duyar mı o zaman? Şimdi ilgisizlikten bahsediyorsun.

NÇ  -Duyarsa duyar, duymazsa duymaz. Duyarsa faydalanır, duymazsa faydalanmaz.

AG -Ya da şöyle soralım, neden devam etmeli bu cura, olmazsa olmaz mı bu cura? Başka sazlarda var. Ozan da var.

-Var, çok.... Ozan da çok. Saz da çok. Cura bitiyor yani.

AG -Nesimi Baba, biliyorsun hep süregiden bir tartışma var. Tek sesli müzik, çok sesli müzik… Bu saz ne, ha bire tıngır tıngır, hep aynı şey, bu cura ne? Değil mi? Pek çok kişi öyle diyor.

-Bizim yazarlar öyle diyorlar mesela. Şu yazar, kalem şövalyeleri var ya… Kültürlü, aydın yazarlarımız, işte onlar öyle diyorlar. “Dıngır, mıngır” ne o öyle diyorlar. Çok ses, az ses…  Benim öyle derdim yok, orkestra kurma orkestrayla çalma derdim yok. Diyeceğim o ki, anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az. Maksat bir toplum, bir insan, bir şeyi anlamak istesin, anlamak için dinlesin. Ne diyor bakiyim? Anlasın. Ama eğlenmek için dinliyorsa o adama hiç ses çıkarma. O adama çok sesli çal, tek sesli çal, davul zurna çal. O eğleniyor. O dinlemek, anlamak istemiyor. Ona ben napiyim? Kişi ve toplum dinlediği herhangi bişeyi anlamak için dinlemeli. Bu, bu...

AG -Sen, müziği anlamak isteyen bir dinleyici istiyorsun. Kuru gürültüyü dinleyeni istemiyorsun…

 -Anlamak isteyen dinleyiciyi isterim. Yalnız, adam benim müziğimi dinleyecek, anlayacak seviyeye geldi mi, bana ihtiyaç kalmaz. İş orda tamam. Bana diyorlar ki, halkın sanatkârı, halkın sanatını icra ediyor. Ben halkın sanatkârı değilim, halkın sanatını icra etmiyorum. Ben kendim halkım, halkın kendisiyim, kendi sanatımı, kendim icra ediyorum. Tahsilim yok, apartmanım yok, sarayım yok, burjuvalığım yok, sosyeteliğim yok. Tabandayım yani. Tavanda değil tabandayım ben. Tavandan gelen, halk sanatını icra eden var ama ağzını eğriltiyorlar. Bacağını, burnunu kesiyorlar hep, Nasreddin Hoca’nın kuşuna çeviriyorlar. 

AG -Piyasada çalınan kaç parçan var?

NÇ -Var, yirmi otuz parça herhalde...

Ben bir gün Arif Sağ’ın oraya gittim. Müzik öğretmeni arkadaşları vardı onun. Saz hocaları vardı. Onları çağırdı, 6- 7 kişi, “gelin” dedi, “bu başka hoca”. Geldiler… Ben çaldım. Dinliyorlar tabii. Orda bir Ali vardı. Dedi ki, “biz çok sesli diyoruz. Bundan çok sesli müzik yok ki. İki ses ama dört ses çıkıyor, beş ses çıkıyor. Altı ses çıkıyor, yedi ses çıkıyor. Bu adam bir sürü ses çıkarıyor. Daha bundan sesli müzik var mı? Çok sesli müzik?'' 

Şimdi bizim bazı halkımız gürültü istiyor. Mahzuni’nin bir sözü var, bir şiiri… “Eşek zırlasa bey olur, bizim ilin radyosunda...''

Biz bunu yapmıyoruz. Gücümüzün yettiği kadar kendi bildiğimiz yolda gidiyoruz.

Adamlar işte geçen gün geldiler çekim yaptılar. Biz adamlara bişey ikram edelim dedik, adamlar dedi, “İkram gerekmez, ben doydum”, dedi, “bu müzik beni doyurdu” dedi.

Ben Paris’te plak yaptım. Plaktan sonra bir saat yirmi dakka radyo konseri verdim. Paris Radyosu’nda. Fransız Radyosu’nda haaa, Türklere değil. Bir saat yirmi dakka. Böyle bir programı on-onbeş-yirmi saatte yapıyorlar ancak. Biz bir buçuk saatte bitirdik. Gittik, yirmi yirmi beş kişi var, öyle bakıyorlar. Girdik stüdyoya. Tercüman şiiri, anlamını söylüyor, ardından ben çalıp okuyorum, ikinci şiire geçiyoruz. İki saate bile kavuşmadı. Çıktık dışarı. Adamlar birbiriyle konuşuyorlar.

Dedim, “bunlar ne diyorlar?”

Dedi ki, “Biz çok sanat, sanatçı gördük, ama bu adamın sanatında bir öz var. Yani insanı gıdıklıyor, insanı duygulandırıyor, bu neyin nesi?”

Bu, şundan gelir dedim, “Halk sanatı icra ediyor diyorlar ya, bu sanatı başkası icra etmiyor, halkın kendisi icra ediyor. Çünkü hakın kendiyim ” dedim. “Katkısız. İşte ondan geliyor”…

Ben başkasından almıyorum. Kendim üretiyorum, kendim yapıyorum. Halkın kendisiyim. Tabanda bir insan...

AG - Nesimi Baba, sence Aşık kimdir, ya da kim olmalıdır?

NÇ -Aşık olacak, aşık olandır. Aşık duygulu olandır. Duygu duyan, duygulandırandır. Sonra mesela aşk, “aşık”ın temeli “aşk”tan gelir daha doğrusu... “AŞK”…  Gerçi herkesin aşkı var ya… Mesela insan bir dünyadır. Her maden vardır. Deşersen bulursun, ne istersen bulursun. Bir insan kendini deşse bütün madenleri bulur. Deşmezse bütün madenler kalır… Adam duygulanıyor, kendisini deştikçe buluyor. Eskiden derlerdi ki, âşık rüyasında bade içmiş, ak sakallı babanın elinden bade içmiş, badeli âşık işte coşmuş gidiyor. Biz öyle aksakallı ihtiyar mihtiyar görmedik. Biz badeyi kendi ızdırabımızdan içtik. Kendi yaşantımızdan içtik. Ben kendi yaşantımı dile getirirken baktım binlerce insan girdi o işin içerisine. Mesela açlığımı yazdım, bir sürü aç girdi içine, yokluğumu yazdım, bir sürü yoksul girdi işin içerisine, evsizliğimi yazdım, bir sürü evsiz girdi işin içerisine, işsizliğimi yazdım, bir sürü işsiz girdi işin içerisine. Hayatımı canlandırdım, hayatımı dile getirdiğim zaman yaşantımı, benim gibi yaşayan binlerce dünyada ve Türkiye’de insanlar var. Çünkü ben o yoksulların içerisindeyim… Ozanın dile getirdiği sözler gerçektir. Gerçekleri dile getirir.

Türkiye’de bak Aşık Mahsuni var, Aşık Vicdani var, İhsani var, Perişan Ali var, Aşık Meftuni var. Haaa, bunlar piyasada olanlar. Ama piyasada bilinmeyen, duyulmayan aranmayan çok âşık var ozan var. Ama arayan soran yok…

AG -Senin tarzında olanlar var mı?

NÇ -Ha, benim tarzımda tamam mı, benim biçimimde, benim tabirimde, benim icra ettiğim sanatta, benim yapımda, benim inancımda, benim müziğimde, benim sanatımda bir âşık yok piyasada. Ama piyasada olmayan benim tarzımda olan âşıklar var birkaç kişi. Ama piyasada değiller. Köyünde, evinde… Ve bitmez de yani. Âşık, halk ozanı bitmesi için halkın bitmesi lazım. Halk olduğu müddetçe halk ozanı vardır. Bitmez. Âşık halkın kültürüdür bir yerde, de mi? 

AG -Zamanımızda artık şairlere de, Türkçe olsun diye sanırım, “ozan” deniyor. Bunların içinde de gerçekten halkın sorunlarını, yaşamını dile getirenler var. Bunları da sizin sınıfa sokmak mümkün mü?

NÇ -Gayet tabii, aynı halk. Halkın derdini, kendi derdini söylüyor. Halktan gelen halkın sanatkârıdır. Halktan doğan halkın varlığı, halktan alıp halka veren... Toplumdan aldığım gibi halka geri veririm ama diğerleri? Mesela gidiyorlar derleme yapıyorlar.  Halktan alıyorlar, halk onu dinliyor, onu tanıyamıyor. Değiştiriyor. İstanbul’a geldi miydi, oraya, o kültüre, radyoya, televizyona girdi miydi, bacağı, burnu, kulağı, kuyruğu kesiliyor, tüyü yolunuyor. Başka bir kılığa giriyor. Adam artık onu tanıyamıyor. Ama gelip Anadolu’daki gibi çalıyorsa söylüyorsa, orda, aldığı gibi veriyor. Bir türkü vardı, çalacam şimdi, müziği aklıma gelsin:

 

Yüce dağ başına kar yağmış gibi
Ağara da durur kar belli belli
Endim enginlere yaz gelmiş gibi
Al yeşil geyinmiş yâr belli belli

Sonra da peşine bir leyli leyli takmışlar. Leyli, leyli, leylim, leylim… Hâlbuki ilgisi yok. Daha ben on yaşımda çocukken cemiyet içinde bunu çalıyordum. Mücrimi Baba’nın eseri…

Yalan sözü gerçek gibi söyleyen
Hendeği geçmeden umman boylayan
Kâr ederim diye zarar eyleyen
Zarardan ötesi kâr belli belli

Eğile de selvi boylum eğile
Yel vurdukça mor zülüfler dağıla
Güzel olan nerde olsa sevile
Çirkin sevilir mi hor belli belli

Aşık ister maşukuna sarılmak
Bahar seli gibi akıp durulmak
Mücrimi'm ister mi dosttan ayrılmak
Ayrılık çetindir zor belli belli

Değiştiriyorlar. Dur söyeyecem onu müziği nasıldı, dur aklıma gelsin…

(Sözleri mırldanarak tellerde arıyor müziği bulamıyor, “Olmadı” diyor, geçiyor başka bir türküye, ondan da geçiyor başka bir türküye, küçük bir konser dinliyoruz):    

Ayrılık hasretlik kar etti cana
Seher yeli sevdiğimden ne haber
Seher yeli sultanımdan bir haber
Selamım tebliğ et kutb-i cihana
Seher yeli sevdiğimden ne haber
Seher yeli sultanımdan bir haber


Bülbül gibi bağlamışım kareler,
                       yar yar kareler
Ayrılık derdine nedir çareler
Merhem kabul etmez dilden yareler
Seher yeli sevdiğimden ne haber
Seher yeli sultanımdan bir haber

Aşk odu hanidir sinemi dağlar
Akıyor gözyaşım sel gibi çağlar
Anasız babasız gurbet ellerde
Sevdiğinden uzak düşenler ağlar
Seher yeli sevdiğimden ne haber
Seher yeli sultanımdan bir haber


Sıtkı'yam kalmışım ıssız çöllerde
Böyle dert bulunmaz gayrı kullarda
Gönlüm kızardı gözüm yollarda
Seher yeli sevdiğimden ne haber
Seher yeli sultanımdan bir haber

***
Acılarım arttı sızlıyor yaram
Yar derdime derman olur mu bilmem
Dermansız dertlere düştüm bizarım


Candan bizarım
Yar yaralarımı aman aman aman aman
Sarar mı bilmem sarar mı bilmem

Ayrıldım o dosttan kaldım arada


Ayrılık acısı saldı feryada beni feryada
Dertlerimin asla diyemem yada
Dökemem yada
O yar hatırımı aman aman aman aman
Sorar mı bilmem sorar mı bilmem

Dertlerimin asla diyemem yada
Dökemem yada
O yar hatırımı lemü lemü lemü lemü (bana bana-AG)
Sorar mı bilmem sorar mı bilmem

Nesimi bir kesimi çöllerde uzak ellerde
Her an ah-u zarı ne gelir elden
Kimsesiz bir insan garip bir elde
Acep o yar beni arar mı bilmem
Ah kimsesiz bir insan garip bir elde uzak bir çölde
Acep o yar beni arar mı bilmem sorar mı bilmem

(Bir dörtlük okuyor):

Gözü dışarıdadır yurtta kalanın
Ne desen Nesimi yoktur yalanın
Dünya’nın cenneti Anadolu’nun
İşte biz bu vatanın âşıklarıyız

 Bu dörtlüğü de yazabilirsin yani. Biz kimmişiz…

Tekrar tellere vuruyor. “Kel Muhtar’ı okuyacam”

Bizim köyün kel muhtarı
Sattı köyü etti yarı
yüzde sekseni dul karı
Görün bizim kel muhtarı

Kel muhtarı kel muhtarı
Sattı köyü etti yarı
Ne gız koydu ne de garı
Çevirin şu gidenleri
Gelsin görsün sahtekârı

(unutmuşum yav…)

Bizim muhtar ele çoban
İşi gücü hile yalan
Kır ata vurursa palan
Görün bizim kel muhtarı

Kimler seçti bu muhtarı

Et kafalı köy ağası
İsmi büyük yok hokkası
Çok yemiş kalın ensesi
Bizim köyün kel muhtarı

Sağı solu sağır imam
Köy perişan işi duman
Gerçek gibi söyler yalan
Bizim köyün kel muhtarı

Görün muhtar neler etti
Bizi yad ellere sattı
Güzel köyü harap etti
Bizim köyün kel muhtarı

Bizim muhtar ele çoban
İşi gücü hile yalan
Kırata vurursa palan
Görün bizim kel muhtarı
Nasıl seçti bu muhtarı

Yapar camii, namaz kılmaz
Okur ezan, abdest bilmez
İnat etmiş tahttan inmez
Bizim köyün kel muhtarı
Kimler seçti kel muhtarı

Nesimi'nin nasihatı
Muhtara der gör milleti
Bir gün indirir tokatı
O gün görün kel muhtarı

Kimler sıçtı bu muhtarııııııııııııııı?

(Aşık  Nesimi'nin bu türküsündeki ''Kel Muhtar''  benzetmesiyle  zamanın 
Başbakanı  Süleyman Demirel'in  kastedildiği rivayet edilmişti. AG)

****

Demir ellerin yayası
Çaldın elli kuruşumu
Ne edep var ne hayası
Çaldın elli kuruşumu

 

Para demeyin şuna
Dağdan bir çuvalı ola
Taksim etti kırk milyona
Çaldın elli kuruşumu

 

Ninelerden dedelerden
Doğurmamış gebelerden
Kundaktaki bebelerden
Çaldın elli kuruşumu

 

Yoksul halkın aşında
Yetimlerin gözyaşında
Emeklinin maaşında
Çaldın elli kuruşumu

 

Hak divanı kurulmalı
Haklıyısam sorulmalı
Çalan eller kırılmalı
Çaldın elli kuruşumu

 

Daimi’den Nesimi’den
Ekmek parasıdır giden
Mobilyayı sunta eden
Çaldın elli kuruşumu

     
(Süleyman Demirel'in  yeğeni Yahya Demirel'in, o  yıllardaki

 mobilya  yolsuzluğunu  konu  ettiği rivayet olunmuştu. AG)

****
Ezelden severe aşık olduğum
Halları çok güzel Hacı Bektaş’ın
Kollarına girip lezzet bulduğum
Balları çok güzel Hacı Bektaş’ın

 

Horasan’dan kalkıp uğruna koşan
Güvercin izinde dağları aşan
Yedi yüz yıl önce Türkçe konuşan
Dilleri çok güzel Hacı Bektaş’ın

 

Bütün dünya bugün onu anıyor
Hallarında nice ona canlar konuyor
İlkeleri pırıl pırıl yanıyor
Dilleri çok güzel Hacı Bektaş’ın

 

Türklüğü yaymaktı gerçek amacı
İnsan Kabesi’nde olmuştu hacı
Motifli hırkası elifi naci
Şalvarı çok güzel Hacı Bektaş’ın

 

Her yerde gerçeği dile getiren
Halk adına yüce işler bitiren
Nesimi kulunu hakka götüren
Yolları pek güzel Hacı Bektaş’ın

****
Bizler kar derdik derdik insan olmaya
Doğru yoldan asla asla sapmadık dostlar
Ahdettik dünyada ha can dürüst kalmaya


Kimseye yalanlar ya dost ya dost ya dost ya dost
Ya dost ya dost ya dost ya dost
Atmadık dostlar atmadık dostlar

İnsanlara yalan haydar haydar haydar haydar
Haydar haydar haydar haydar
Atmadık dostlar atmadık dostlar

 

Vardan geçer yoklar yoklar gönül eyleyi
Biz sadece insan insanlığı yeğledik
Dünyada kaçındık ha can doğru söyledik


İnsanlara yalan ya dost ya dost ya dost ya dost
Ya dost ya dost ya dost ya dost
Atmadık dostlar atmadık dostlar

İnsanlara yalan haydar haydar haydar haydar
Haydar haydar haydar haydar
Atmadık dostlar atmadık dostlar

 

Ömür boyu bulgur bulgur oldu aşımız
Gözümüzden eksil eksilmedi yaşımız
Çıkar için eğil eğilmedi başımız
Ezelden paraya ya dost ya dost ya dost ya dost
Ya dost ya dost ya dost ya dost

Bakmadık dostlar bakmadık dostlar

Ezelden paraya haydar haydar haydar haydar
Haydar haydar haydar haydar
Bakmadık dostlar atmadık dostlar

 

Şu fani dünyada ha can huzur bulmadık
Fakir düştük amma amma hırsız olmadık
Başkasına ait ait malı çalmadık
Halalla haramı ya dost ya dost ya dost ya dost
ya dost ya dost ya dost ya dost
almadık dostlar almadık dostlar

Halalla haramı haydar haydar haydar haydar
haydar haydar haydar haydar
almadık dostlar almadık dostlar

 

Nesimi böyledir ha can doğrunun halı
Erenler yolunda dostlar bulduk kemalı
İbrişim yapılır ha can iplik misalı
İnceldik velâkin ya dost ya dost ya dost ya dost
Ya dost ya dost ya dost ya dost
Kopmadık dostlar kopmadık dostlar
İnceldik velâkin haydar haydar haydar haydar
Haydar haydar haydar haydar
Kopmadık dostlar kopmadık dostlar

****

İnançla yazılan yar yar her tür şiirde
Hakikat ne ise dile gelmeli
İster köyde olsun olsun ister şehirde
İnsanınım diyenler kardaş yola gelmeli

 

Tabibsiz yaralar kanar dediler

Tabibsiz yaralar kanar dediler
Yoldan çıkan kişi kişi yanar dediler
Karga cesede konar dediler
Bülbül olan kişi kişi güle konmalı

 

Çalışıp kazanmak değilse kusur

Çalışıp kazanmak değilse kusur
Senin de elinde olmalı nasır
Oğlak böceğinin işleri kısır
Bülbül olan kişi kişi güle konmalı
Arıyım diyenler bala gelmeli

 

Dereler, ırmaklar, nehirler coştu

Dereler, ırmaklar, nehirler coştu
Hepisi varıp denizde buluştu
Deryalar ummanlar nerden oluştu
Damlalar durmadan dostum göle gelmeli

Damlacıklar durmadan göle gelmeli

 

Nesimi keramet takkede değil

Nesimi keramet takkede değil
Takkede değil takkede değil
Dervişlik sadece tekkede değil
Tekkede değil tekkede değil
Aranan kul düşte Mekke’de değil
Mekke’de değil Mekke’de değil
Beytullan arayan kula gelmeli
Kendin bulmalı kendin bilmeli

****

Taşlara vurulmuş balta misali
Yüzü bozuk insanları sevmedim
Riya tezgahından kötü dokunmuş
Bezi bozuk insanları sevmedim
Dost dost dost dost sevmedim


Gel gel canlar sevmedim

Her zaman zalimin atına binmiş
Fitneler fesatlar ruhuna sinmiş
Yalanı hileyi meslek edinmiş
Sözü bozuk insanları sevmedim


Oy oy oy oy sevmedim
Gel gel canlar sevmedim

 

Birgün hilesi meydana çıkan
Beli kazmasıyla birliği yıkan
Aydınlara bilginlere hor bakan
Gözü bozuk insanları sevmedim
Dost dost dost dost sevmedim
Gel gel gel kardaş sevmedim

Yükselmenin bir yolunu bulsa da
Ömür boyu o zirvede kalsa da
Fiziki durumu güzel olsa da
Özü bozuk insanları sevmedim


Dost dost dost dost sevmedim
Gel gel gel kardaş sevmedim

 

Sıfatı suratı güzel olsa da
Özü bozuk insanları sevmedim
Oy oy oy oy sevmedim
Gel gel gel kardaş sevmedim

 

Nesimi meyveli bir dalı kıran
Aşkın ateşinde yanında duran
Marsık gibi acı duman çıkaran
Közü bozuk insanları sevmedim


Dost dost dost dost sevmedim
Gel gel gel canlar sevmedim

****

Bu nasıl yazgıdır, bu nasıl kader
Ömrüm bitti ama bitmedi çilem
her gelen yarının dünü bembeter
Ömrüm bitti ama bimedi çilem

 

Bir meküm (mahkum?)  misali çölde sahrada
Kader dolaştırdı kaldım arada
Ne bir gün gördüm ne erdim murada
Ömrüm bitti ama bitmedi çilem

 

Bir günüm tok geçti beş günüm de aç
Her zaman eyledim haine muhtaç
Mağdur gezer birgün bu kapıyı aç
Ömrüm bitti ama bitmedi çilem

 

Bir gün kurumadı gözümde yaşım
Her an zehir oldu ekmeğim aşım
İzdirapla hep uğraşım savaşım
Ömrüm bitti ama bitmedi çilem

 

Ne çare Nesimi uzatma sözü
Arabın kör olmuş görmüyor gözü
Var ise vicdanı sızlasın özü
Ömrüm bitti ama bitmedi çilem

Şimdi bu çileyi çeken binleeeerce milyonlarca insanlar var. Evi yok, işi yok, hastası çok, ilacı alamıyor, para alamıyor. Ve bütün dünyanın her tarafı kan kokuyor. Bütün dünya, sade Türkiye değil. Mesela Afganistan! Geçen gördün işte o ne o memleket? Açlıktan ölüyorlar yav!

AG -Habeşistan?

NÇ -Ha, Habeşistan… Mesela… Al sana bir sürü dert işte. Sırf biz “halk ozanıyız” dediğimiz zaman, “halkın ozanı”… HALK… Halk değil mi o? Ordaki? Onun acısı benim acım ya… Ben o acıyı duymazsam “halk” da değilim “halk ozanı” da değilim. İşte bu şiirde o halk da var. Diyor ki:

Niye geldim dünyaya, bilmem ki neyim?
Ağlamak istiyom, gülemiyom ki
Ne evim barkım dolu bir tas suyum
Diri gezen bir ölü, ölemiyom ki…

İşte… Bu...

(Nesimi bir yandan dokunuyor tellere, bir yandan dertleniyor):

Biz bu yabancı ülkeye geliyoruz, bu yabancı ülkelerin TRT’si televizyonu, radyosu bize yer veriyor da peki, niye kendi ülkemizin TRT’si basını bize yer vermesin ha? Yoook… Ben dünyaya geldim geleli radyoya gidip de “ya bana bir program verin” demedim. Gitmedim çünkü. Ecevit’in son dönemindeydi.  Ankara’da bir Kültür Bakanlığı Halk Ozanları semineri hazırladılar. Üç gün. 128 ozan birikti oraya. Halk ozanı, 128 kişi. Tabii seminer bitti, biz radyoya gittik, bir dostumuz vardı, o hoca Tevfik… Neydi soy ismi? Türk Halk Müziği Bölüm Müdürü’ne gittik. Ona da söyledim, “Kardeşim, benim size ihtiyacım yok, ben işte buyum ama sizin bana ihtiyacınız var. Ben bir sanat yaşatıyorum. Bu sanat benden sonra bitiyor işte. Benimle beraber mezara gidiyor. Alın bu sazı işletin bari yav. Arayıp da bulamadığınız sanat. Siz aramıyorsunuz. Taaa Fransa’ya… Devleti gelip beni alıp götürüyor, senden hiçbir ses seda yok, ben buradayım hiçbir defa beni çağırmadınız” dedim. “Benim size ihtiyacım yok, sizin bana ihtiyacınız var”…

AG -Cevap ne oluyor?

NÇ -Heeeç. Nasreddin Hoca’nın kuşu misali dedik ya işte:

Yaşıyor insanlar elele verip
Türküler söylesin barıştan yana
Dünya cennetinden çiçekler dürüp
Türküler söylesin barıştan yana

 

Uluslar anlaşsın savaş olmasın
İnsanlar yürekten yara almasın
Sözlükte savaştan eser kalmasın
Türküler söylesin barıştan yana

                                          

Üstümüzden kara bulut savulsun
Tüm insanlar mutluluğa kavuşsun
Bombalar patlamasın silahlar sussun
Türküler söylesin barıştan yana

 

Uluslar yarışsın barış aşkıyla
Tüm insanlar yaşamasın kuşkuyla
Güreşten kaçmayan gerçek coşkuyla
tTrküler söylesin barıştan yana

 

Nesimi bu özlem yakar içimde
Savaştan barışa doğru geçimde
İinsanlık adına çağdaş biçimde
Türküler söylesin barıştan yana

AG -Nesimi Baba, curaya sanki bir bebeğe sarılır gibi sarılıp çalıyorsun...

-E, seviyorum çok işte. İnsan sevdiğine sarılmaz mı? Seviyorum ki, sarılıyom, sarılmazsam o da bana sarılmaz. Vediğini alırsın. Vermezsen bişey alamazsın.

AG -Bu iki cura arasında ne fark var?

NÇ -Bu yaprak, o oyma. Bunu Arif Sağ’ın müzik evi yaptı. Ölçü veriyorsun, kalıp da yok. Kalıbını ötekinden alıp yaptılar. Şelpeyle çalınır. Arif'ler uğraşıyor işte bunu yaşatmaya, çalmaya.

AG -Oğlun senin özendirmenle mi başladı çalmaya?

NÇ -Yoo, daha üç, dört yaşındayken başladı. En ufak oğlum Mazlum… Balettir kendisi.  O uyum sağlayabiliyor. Kimse benim tarzımda çalamıyor benimle uyum sağlayamıyor. Arif Sağ benimle uyum sağlayamadı. Ki, Arif herkesle uyum sağlar. Benimle ancak oğlum uyum sağlayabiliyor. Benim curamı o çalabiliyor. Beş yaşında bandda sesi var, çalma söyleme sesi var. Çok yetenekli. Çok güzel çalıyor oğlan saz. Arif Sağ kadar çalıyor sazı. Büyük divan çalıyor. Bunu da çalıyor. Benden iyi çalıyor çalarsa. Çünkü o bu müziği unutmuyor. Mesela ben müzik çalarım şu anda, biraz sonra unuturum onu. Rastgele artık onu bulurum. Her çaldığımı kafamda tutsam ohooo… Tabi nota bildikleri için nota. Ben nota mota bilmem. Hiç aklım ermez öyle şeylere. Kafada ne kalırsa nota o benim.

AG -Nasıl oluyor? El alışkanlığı, içinden geldiği gibi vuruyorsun

NÇ -Öyle oluyor, bazı müzikler aklıma geliyor, çalıyorum. O anda artık kafamda doğuyor.

AG - Helsinborg’daki üvey oğlun Niyazi de çalıyor galiba?

NÇ -Biraz o da dınırdatıyor ama nasıl yapar bilmiyorum. O imansız da benim yanımda çalmıyor.

AG -Neden?

NÇ -Ne biliyim ben, ben ondan utanıyom o benden utanıyo.

AG -Ömer (Zülfü Livaneli) ile Cumhuriyet’te bir röpörtaj vardı geçenlerde. Diyor ki, “Ben İsveç’te kendi halimde bir şeyler çalmaya çalışıyordum. Bazı türküleri söylemiştim. Sonra bir gün İsveç Radyosu’na davet ettiler, gittim, benim söylediğim müzikleri bana getirdiler orijinal müzik diye” diyor. “O zaman ben de jeton düştü. Ben müzisyen olmuşum. Buralarda, yurtdışında bir şey söyledin mi sanat oluyor da Türkiye’de sanatın alasını yapsan bakan yok”… Ömer’in söylediği doğru galiba…

NÇ - Hiç buraya uğrayanlardan bahsetmiyor değil mi? Daimi uğradı, Nesimi uğradı filan…

AG -Yok.

NÇ -Hmmmm.

AG -Avrupa’da plak yapmıştın değil mi Nesimi Baba?

NÇ -Evet, Fransa’da yaptım. 76’da kışın oraya gitmiştim. Daimi ile gitmiştik. Orda yaptık. İkinci plağı bu sene yaptım Türkiye’de.

AG -60’lardan epey plağın yok muydu?

NÇ -Vardı ama 45’likler, onların hepsini kaldırmışlar Türkiye’den. Hiç bişey yok. İşte şimdi yeni yaptık, hem longplay hem band çıkacak. On seneden beri hiç birşey yok…  İşte bu sene yaptık bir plak Arif Sağ’ın kaynına, Osman’a. Yalnız Almanya’da var bantlarım, Fransa’da var bandlarım, plağım var.

AG -Peki, Nesimi Baba bu cura denen aleti bize tanıtır mısın? Tarihi nedir? Nasıl başlamış?

NÇ -Valla ben bunun tarihini bilmem. Ama hani diyorlar ya Türklerin Ortaasya’da çaldıkları saz var. Yani adamlar bunu daha ta orda çalarmış yani. İşte ordan beri geliyor yani curanın kökü. Kopuz dedikleri saz işte. Yani işte benim cura ikibin yıl geri gider. Kopuz falan var ya, bu ona dayanır. Türklerin önceden çaldığı bir saz. Alevi kitlesi bunu çalar ekseri. O toplumdan olduğumuz için hevesimiz ordan geldi, başladık gidiyoruz. Çok ilkeldir benim çaldığım akort. Ben, inan bu müziği ben yaşatıyorum. Benden sonra sona eriyor bu müzik. Mesela eskiden, 15-20 sene evvel Alevi köylerine gittin mi Anadolu’ya her evde bundan bir saz olurdu mutlaka. Bir köyde 3-5 tane cura olurdu aynı bu çaldığım curadan. Ama şimdi hiç yok. Kaldırmışlar hep. Piyasadaki sazlar hep. Bozuk düzen deriz biz ona. Takmış perdesini bir de kıçına bir mızrap sokmuş asmış oraya. Benden başka bu sanatı yaşatan yok İşte. Oğlum belki yaşatır, o da benden sonra ne kadar yaşatır bilmem benden başka çalan yok piyasada.

Bir de bağlaması var bunun aynı akort. Aynı düzen. 12 perde o da şelpeyle çalınır. Onu da bizim Alevi dedeleri çalardı. O da kalktı bu da kalktı. Şimdi çifte perde diyorlar, sırma teller takıyorlar, bam teli takıyorlar, .m teli takıyorlar, bilmem işte, bir de mızrak sokmuşlar işte kıçına, çalıp gidiyorlar adamlar. Güzel çalıyorlar… Çok güzel cura çalanlar var piyasada ama bu cura değil. 
   
Benim çaldığım cura 11 perde 4 tel. 3 alt, 1 üst orta tel yok benimkinde, iki ses. şelpeyle çalınır parmaklarla mızrapsız. Piyasadaki cura 6 tel 3 ses 22 perde o mızrapla çalınır. 

AG -Cura çalmaya ne zaman başladın?

NÇ -Ben curaya 12-13 yaşlarımda başladım. Köyde başladım sürüp gidiyor işte. 

AG - Niye curayı seçtin tesadüf mü yoksa….?

NÇ - Zaten köyde insan saz çalmaya ufak sazdan curadan başlar. Ben curadan başladım devam edip gidiyorum. Başka saz çalan çok benim curamı çalan yok benden başka yaşatan yok. Bu müziği benden başka yaşatan yok. Benim cura piyasa curası değil.   

AG -Sizin köy neresiydi?
   
NÇ - Benim esas doğduğum yer Adana. Saimbeyli, Fatmakuyu Köyü (Katarası Mezrası, şimdi Tufanbeyli ilçesine bağlı- AG) . 1941’de 11 yaşlarındayken oradan göçtük, Kayseri, Sarız kazası İncemağara köyüne geldik. İşte orada başladık 12-13 yaşlarındaydım o zaman. Oradan tekrar göçtük. Adana Kozan’a gittik kaldık birkaç sene. Kadirli'de oturduk birkaç sene. Bizim köyümüz toprağımız olmadığı için, o ağanın köyünden öteki ağanın köyüne dolaştık durduk. 

AG- Cura çalmayı kimden öğrendin?

NÇ -Kimseden öğrenmedim. Yalnız, çalan var bizde… Alevi toplumu ta öteden beri çalar çünkü.  Alevi toplumu ibadetini sazla yapar. Cem… Cem yaparlar ya… Cemde de saz çalar ve de dua ilahi okurdu. Sazla okurdu. Biz de Alevi toplumunun dede sınıfından olduğumuz için bizde çalan vardı. Babam çalardı, amcam çalardı, dayım çalardı dayımın oğlu çalardı ordan bana da geliyor. 

AG -”Curaya girersem bütün sanatlar durur” dedin. Niçin bütün sanatlar duruyor?
  
NÇ -Çünkü yok. Bitmiştir yok bu tarz. Bu sanatı yaşatan yok benden başka, bu sanatı yaşatan yok. İcra eden yok. Hiç kimse de bunu çalamıyor. Ben çalıyorum yalnız. Halk bunun değerini bilemiyor işte. Beni ekseri kültürlü bilinçli insanlar dinler. ''Süt içtim dilim yandı'' çağırmıyoruz çünkü biz. 

AG -Neler çalıyorsunuz onun yerine… Siz neler çağırıyorsunuz?
  
NÇ -Ne bileyim halk sanatı diyorlar, halk müziği diyorlar... Bu benim kendi malım; kendi müziğimi, kendi sanatımı kendim icra ediyorum, ben işte… Taşlama, güzelleme, tasavvuf, felsefe, hiciv… İşte ne gelirse aklıma yapıyorum işte senin anlayacağın.  
    

AG -Nasıl beste yaparsın?
     
NÇ -O valla içimdeki duyguya göre... Duygulandığım zaman iyi çalarım, duygulanmazsam hasta gibi oluyor insan. İştahın olmadan yemek yersin ya, insan öyle oluyor. Bakarsın bir çalmaya başlarsın 10-15 parça ard arda gelir, bir bakarsın durur, çalacak birşey bulamazsın. Bak, demin aranmaya başladım bir sürü. Bir parça bulamadım ki, çalayım.

AG -Dinleyiciye de bağlı galiba..
    
NÇ -Tabi dinleyiciye bağlı, cemiyete bağlı, topluma bağlı, senin zamanına bağlı. An meselesi... Sabahleyin erkenden kalktım, uzun uzun saz çaldım… Ne güzel çaldım değil mi?  Sabah pijamayla oturdum saz çaldım yarım saat. Canım istedi içimden geldi çaldım. 

AG - Şimdi burda çalarken İsveç’te olduğunun farkında oluyor musun?

NÇ -Yok canım, benim için mühim değil. Ben tabii Türkiyeli'yim, ama Dünya vatandaşıyım. Benim için dört köşe benim dünyamdır.

AG -İsveçli bir kadına bir dörtlük söylemiştin, nasıldı…?
    
NÇ - Lisanını bilmiyorum ya, o da benim lisanımı bilmiyor. Aslında ikimiz bir insanız, anlaşsak bacı kardeş gibiyiz, daha birbirimize yakınız tamam mı? Anlaşamayınca iki ayrı dünya oluyoruz.
          
          
”Adem oğluna ismimiz insan
           Aradaki tek fark ayrı bir lisan
           İnsanlar bir bütündür ayrılmaz ey can
           Sen bensin ben senim ayrı değiliz”.
    
Bu dörtlüğü okumuştum…

AG - Geçimini hep curaylamı karşıladın?
   
NÇ -Yok ben eskiden bakırcıydım. Bakır dövüyordum, kalaycıydım. Kap kalaylıyordum, çalışıyordum. 1961 de bıraktım. Benim sanatım kalaycılıktır. Bakırcılıktır. Ben amcamdan öğrendim, o da bir Ermeniden öğrenmiş. Bundan 50-60 sene öncesi biliyorsun bizim yobaz Müslüman kardeşler, başı sarıklılar, ”Bakır işi gavur işi” ”kalaycı gavurdur, marangoz gavurdur” dermiş. Ama benim amcam bundan 70 sene evvel bir Ermeni’nin yanında çalışmış sanat öğrenmiş. Kalaycılığı, bakırcılığı ben amcamdan öğrendim. Çok alim adamdı. Bizim aslımız Dede. Dede bilirsin işte, din adamı, din müessesesi ama biz onu yapmadık. Kesinlikle Alevicilik yapmadık. Alevliği kullanmadık. Biz onu yapmadık, yapmam da..
. Amcamın bana verdiği ilk nasihat oydu zaten. Çok aydın insandı, bilgiliydi. Dede olmasına rağmen, yaşlı haliyle, aksakalıyla çalışırdı. Ben 14 yaşındayken bana ”Oğlum” dedi, ” sen beni dinlersen, insanın gönlü başkasının elinde olmamalı. Dedelik yapayım, el öptüreyim, elimi öpsünler, pirlik yapayım, lokma versinler diye düşünme. Çalış, kazan, alnının teriyle. Sen herkese yardım et, kimseden yardım bekleme” dedi. O adamın sözü hiç aklımdan çıkmadı. Çalışıyordum, kalaycıydım, sanatkardım. 61’de bıraktım. 

AG - 1961’de bırakıp curaya geçtin…
     
NÇ -Cura gene çalıyordum ama aşık değildim. Aşıklık yapmıyordum. Gittiğim köylerde cura çalıyordum.  

AG -Aşıklığa  başlaman nasıl oldu?
    
NÇ -61’de, Yaşar Kemal Kadirli’ye gelmişti, hanımı Hilda’yla beraber.  Onunla tanıştım orada. Hani işçiler gidiyordu ya Almanya’ya 60’ta falan. Mali durumum kötüydü. Dedim ki, ”Ya, beni Almanya’ya gönderebilir misiniz işçi olarak, İstanbul’a gelsem?”

AG -Yaşar Kemal neden gelmişti oraya?

NÇ -Gezmeye gelmişti Kadirli’ye. Yaşar Kemal oralıdır. Doğum yeri Kadirli onun. Amcaları var, akrabaları var, Şafi Kürtler.  Yaşar Kemal oraya gelmiş. Bizim Alevilerden bir kadın var, Koyuncu Zeynep… Belli bir kadın. Durumu iyi, maddi durumu iyi, varlıklı bir kadın. Yaşar, zaten daha sosyalizmin, devrimciliğin daha başlangıcında, akrabaları dövecekti onu Komünist oldu diye. Onu Aleviler kurtarmıştı. Yaşar Kemal’i koruyan, muhafaza eden Alevilerdir. Onun için Yaşar Kemal, Koyuncu Zeynep Kadın’ın misafir olmuş. İri yarı varlıklı bir kadındır Zeynep Kadın. Yemek falan hazırlamış davet etmiş Yaşar Kemal’i. Yaşar demiş ki ”yahu Zeynep Hala burada hiç iyi saz çalan yok mu?” demiş ”bir Dede davet edelim saz çalsın” demiş. Bilirsin, o sever öyle şeyleri. ”Valla dede mede bilmem, ama bizim bir dedemiz var ama dedelik yapmıyor. Kalaycıdır kendisi ama aslında dededir, güzel cura çalar. Onun da başı kalabalık. Misafiri çok olur onun, ben kalkayım gideyim eğer bırakırlarsa, misafiri yoksa alır gelirim. Ama onun misafiri çok olur” demiş, '' Bir gidiyim'' demiş kadıncağız.

Bizde de hakikaten çok adamlar vardı 15-20 kişi, oda dolu oturuyorduk. Kapı açıldı. Baktık Zeynep Kadın. Uzun boylu bir kadın Koyuncu Zeynep,

- Selamünaleyküm

- Aleyküm selam….buyur, dedik…

- Buyurmayacam…benim sizden bir recam var dedi, cemiyete, ”benim kıymetli bir misafirim var” dedi, ”Yaşar Kemal” dedi, ”O benden bir saz çalan istedi. Ben de başka bir kimseyi düşünemedim Nesimi Baba’ya geldim” dedi. ”Eğer mümkün ise hepiniz buyurun bize gidelim, yok gelmiyorsanız Nesimi Baba’yı bana verin, vermiyorsanız da siz bilirsiniz.” dedi kadıncağız. Cemiyet dağıldı. Biz gittik Yaşar’ın yanına. Orda, gittik çaldık, çağırdık, öyle tanıştık yani. 

AG -Sonra Almanya işini açtın ona…

NÇ -  Sonra ben, ”böyle böyle” dedim, ”Ben İstanbula gelsem sen bana yardımcı olur musun?”

Dedi: ”Ben olurum”.  Adres, telefon, kart verdi falan… Ben bunu taktım kafaya, ne var ne yok hepsini sattım geldim İstanbul’a. Yaşar Kemal’i buldum. Mecidiyeköy’de oturuyordu. Yaşar Kemal, "Gel, ben bu işin içine girmeyeyim", dedi. ”Biz bir adam daha bulak” dedi.   "Kimi bulalım?" dedim. 'Gel, Behçet Kemal Çağlar’ın yanına gidelim", dedi. " Şimdi ben yaparsam, bak Yaşar komunist, derler, senin iş de karışır", dedi.

Rahmetli Behçet Kemal Çağlar’ın evine gittik, oturduk, çaldık, çağırdık. Behçet Kemal Çağlar, ordan iş ve işçi bulma kurumunun müdürüne telefon etti Tophane’ye. Anlattı durumu. Yaşar Kemal’le müdürün yanına gittik, İş İşçi Bulma Kurumu’na. Müdür bize çay kahve ısmarladı, katip çağırdı. Orda benim evraklarımı doldurdular, beni muayeneye soktular. Bende bronşit var, nefes darlığı var, hala da var.

“Sen gidemezsin Almanya’ya,” dedi Alman doktoru.

Bir Alevi yollama şefi vardı. Neyse biz ayarladık gelecektik biz Almanya’ya, Sirkecide yatıyorduk. Sonra hanıma mektup yazdım, gidiyorum Almanya’ya, diye. Hanımdan bir mektup geldi. Mektubun bir yerine bir mim koymuş yani kadına baktım bir ”amma” koymuş mektuba, okudum ”amma”yı evirdim çevirdim muammayı çözdüm. Hanım istemiyordu ben Avrupaya gideyim. Hanım razı olmadığı için ben Avrupa’ya gelemedim. Evrakları da yırttım mektubu da yırttım, attım hepsini. 61’de Avrupa’ya gelmedim.

Gittim parti merkezine TİP’e, baktım, Yaşar orda, "Yahu ne yaptın, dedi. "Valla ben getmiyorum  Almanya’ya", dedim. "Niye?” dedi ”olmadı mı işin?” Dedim, "Yooo oldu işim, ben kendim getmiyorum". "Ne yapacan ya?" dedi . "Ben Anadolu’ya da gedemiyorum. Çünkü oraya da borçluyum".

O günkü devirde onyedi, onsekiz bin lira borcum vardı. Çok para o zaman.  Dedim” Valla bana bir iş bul İstanbul’da”. Uzatmayalım, o bir telefon etti, bir kart verdi ”Get bu adama bu seni işe alacak benim arkadaşım fabrikası var” dedi. Davut Paşa’da mozaik fabrikası. Gettim oraya, adam beni işe aldı. 9 ay çalıştım, çalışmadım, sağa sola çattım. Herşeyi gördüm, herşeyi söyledim. Onun için adam da beni istemedi. Çıkış aldım 62’de evim geldi oraya. Istanbul’da kaldım. Ondan sonra curaya yapıştım. 62’den bu yana ha cura, de cura, ekmeğimi curayla çıkarıyorum.

AG  -İlk defa ne zaman çıktın Avrupa’ya?
    
NÇ -Ben Avrupa'ya 70’de çıktım. Önce bana pasaport vermediler. TİP’liydim, birtakım sözlerim vardı, demecim vardı. Pasaport vermediler 6 ay. Cumhuriyet yazdı, Çetin Altan yazdı, İlhan Selçuk yazdı, ben yazdım, Ankara’ya gettim, basın toplantısı yaptım, 15-16 Haziran işçi olaylarından üç, dört gün önce pasaportu aldım. 20 haziranda çıktım. İşçi olaylarında ordaydım o zaman.

AG -1970 den beri ara sıra Avrupa’ya gelip gidiyorsun.
    
NÇ -Evet ama 7-8 sene çıkmadım. Yalnız 82’de Fransız TV si zorladı götürdü beni. Biraz engeller mengeller oldu. Bırakmadılar, pasaport vermediler, iki sefer uçağı kaçırdım… velhasıl gene zorbela gittim Paris’e yabancı işçilerin mozaik programı için.

AG -Curayla ilk sıralar ekmek parasını nasıl kazanıyordun?
    
NÇ -Valla konserlere gidiyordum, 62-63’de plaklar yaptım. 45 lik plaklardan. Kendim konser düzenliyordum. Halk Oyuncuları Tiyatrosuna(HO) girdim, bir film çevirdim. TİP in gecelerine gidiyorduk. Gerçi oralardan para almıyorduk. Ne bileyim işte bir sürü işler yaptık. Kah aç, kah tok bu güne kadar süründük geldik. Zaten o zaman hep usta malı okurdum, derleme okurdum, şiir yazmıyordum. Ben 67’de şiir yazmaya başladım.

AG -Şiirleri bir yerde topladın mı?
    
NÇ -Çok kaybettim. Çünkü benim okumuşluğum yok. Ben hiç okul kapısı açmadım, ben gazete okumayı askerde öğrendim. Ben şimdi yazı yazsam kimse benim yazımı okuyamaz ama ben bilirim ne karaladığımı. Onun için çok zor. 200-250 kadar şiirimi topladım şimdi. Güzel eserler fena değil.

AG --Derlemeleri kulaktan öğreniyordun herhalde…
    
NÇ -Derlemeleri!?... Kulaktan hep. Mesela Kamil’leri, Cemil’leri, Arif’leri dinleye dinleye bu duruma geldim işte…

AG -Türkiye’de geçimini rahat sağlayabiliyor musun? Maddi durumun nasıl?
    
NÇ -Valla maddi durumum hiç iyi değil benim. 53 sene uğraştım bir ev yaptım. Onu da sattım evsiz barksız kaldım. Şimdi çocukları kiraya koydum. işte geldim.. Borcum da var….

AG -İlgi gösteren yok diye mi oluyor bu?
    
NÇ -Yok, şahsen benim sanatıma ilgi gösteren yok. Geceler yapamıyorum, müsade alamıyorum. İki gece yaptım ama müsadesini ben alamadım. Müsadesini Egemen Bostancı aldı. Adam bana yardım etti, yaptık. Birinde yağmur yağdı, iyi olmadı. Açık havadaydı. 83 Aralık’ta Şan tiyatrosunda bir gece yaptık, o çok iyi oldu. 1200 kişilik yere 1700 kişi girdi. Çok kişi kapıdan geri döndü ama ben müsade alamadım.

Mesela buraya geleceğim zaman 10. Ayın 27’sinde Tekirdağ`da bir konser yapacaktık. Belediyenin salonunu tuttuk. Hani 70-80-100 bin lira çıkarsa biletimi alırım giderim dedim. Gettik emniyete verdik dilekçeyi. Evrak bizden nüfus sureti, ikamet kağıdı, temiz kağıdı… bizim seceremizi sordular. 10-15 gün sonra götürdük verdik kağıtları. Emniyet ”Emniyetce mahsuru yoktur” diye yazdı verdi. Gittik valiye. Vali imzalamıyor altına not düşüyor, ”yapılan programdaki sanatkarın tüm eserlerinin incelenmesi”. Okuyacağımız eserleri alıp götüreceğiz emniyete, emniyet inceleyecek. Zaten zaman kalmamış. Yapmadık geceyi. Öyle engellemeler var işte… Zaten TRT hiç almıyor. Arif Sağ’a söyledim, Arif Sağ dedi,”Kardaşım senin bir kere ismin çıkmış dokuza inmiyor sekize. Adamlar senin isminden huylanıyorlar”. 

AG -Adın ne diye çıkmış?

NÇ -İşte ne bileyim, Solcu, Komünist, böyle bişeyler işte.

AG - Ama Arif Sağ senin türkülerini çalıyor…

NÇ -Okur tabii, okur… Adam iki telli saz çalan istiyor, konservatuar istiyor, radyo istiyor, TV istiyor. ”Aşık Nesimi çalar” diyorlar ama beni almıyorlar ”yok” diyorlar. Yeni gelen Afganistan Türklerinden birini bulmuşlar onu koymuşlar. Bizim durumumuz bu...

AG -Peki halkın sana ilgisizliğini nasıl değerlendiriyorsun. Yeni yeni ozanlar çıkıyor…
     
NÇ -Halk bize ilgisiz değil gerçi, ama halk bizi göremiyor ki, halkımızın karşısına çıkamıyoruz ki. 10 sene oldu ben Türkiye’de konser veremiyorum işte. 83’te verdik Şan Tiyatrosu’nda 1200 kişilik yere 1700 kişi girdi. 2000 kişi kapıda kaldı. Yapamıyoruz ki… Mesela Adana, Mersin, İskenderun, Antakya, Malatya hep benim bölgelerim ama müsade alamıyorum. 

AG -Şimdi niyet ne?

NÇ -Valla niyetim arkadaş işte… Avrupa’da gücüm yettiği kadar, vize alabildiğim kadar girebildiğim ülkelere girebilirsem bir sene, iki sene dolaşmayı düşünüyorum bakalım.

Buraya geldim bundan sonra Hollanda, Almanya, Belçika, Fransa, İngiltere, İsviçre gezecem. 

AG -Türkiye’den doğru buraya geldin….?
    
NÇ -Doğru buraya geldim radyo çağırdı. Anders Hammarlund radyodan plağı dinlemiş. Türkiye’de beni sormuşlar, Osman Arolat’a sormuşlar. Osman, ”benim iyi dostum” demiş. Eve geldiler, 45 dakika program yaptık. Benim vize kağıtlarımı o adamlar doldurdu. Onun için doğru radyoya geldim. Bir program yaptık herhalde yarım saat. Sonra, Türkçe TV programı bir program yaptı. Radyonun Türkçe yayınları bir program yaptı. Yarım saatlik başka bir program daha yapacağız. 15 Aralıkta Türk Federasyonunun bir konseri var, 11 Aralıkta bir derneğin konseri var. Şu anda 4 konser 6 radyo ve TV konseri var. Bunun dışında burada değişik şehirlerde konserler vereceğiz.

……………….

Nesimi Çimen ile yaptığımız bu söyleşiden sonra ilginç gelişmeler oldu … Bir ay sonra, İsveç’te ciddi bir Nesimi olayı ortaya çıkmıştı. Hayati Kafe, Mafy Falay ve Okay Temiz gibi Batı müziği yapan sanatçılarımız İsveç kültür yaşamının bir parçası oluvermişlerdi gerçi ama, cura oldukça yabancıydı İsveç kulağına. Nesimi ile birçok radyo programı yapan Müzisyen ve müzik yapımcısı Anders Hammarlund öyle etkilendi ki, o minik curanın tınılarından ve Nesimi’nin kendine özgü sesinden Türk müziğine iyice kaptırdı kendini ve daha sonra üniversite doktorasını Türk müziği konusunda yaptı.

Hey gidi günler!.. O güler yüzlü, bilge dilli Nesimi Baba’yı Sivas gibi aşıklar diyarı bir yerde, bu denli acımasızca mı kaybedecektik?!.

Gözümüzün önünde, gönlümüzde ve tatlı dilimizdesin Barış Güvercini, Güzel İnsan, Aşık Nesimi Çimen Baba; seni hep muhabbetle, sevgiyle ve hasretle anıyoruz...

BARIŞ GÜVERCİNİ

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün

Barış güvercini uçsun Dünyada

Yok olsun kötülük düşmanlık ölsün

Barış güvercini uçsun Dünyada

 

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

 

Dünya cennet olsun yaşasın insan

Gelin barışalım dökülmesin kan

Son bulsun savaşlar kesilsin figan

Barış güvercini uçsun Dünyada

 

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin
 

İnsancıl insanlar barıştan yana
Ancak zalim olan kıyar insana
Barış aşkı yayılmalı cihana
Barış güvercini uçsun Dünyada


Dostluklar kurulsun insanlar gülsün
Son bulsun savaşlar kimse ölmesin
 

Nesimi der ki, ey füze yapanlar

Acımasız zalim cana kıyanlar

Bırak ey yaşasın bütün insanlar

Barış güvercini uçsun Dünyada

 

Dostluklar kurulsun insanlar gülsün

Son bulsun savaşlar kimse ölmesin

NOT: Bu söyleşi ilk kez, Berfin Bahar dergisinin, Temmuz 2006 tarihli, 101. sayısında yayımlanmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar