ATATÜRK, LOTUS DAVASI VE BOZKURT

Geçenlerde bir Alman firkateyninin gemimize eşkıyalığı ile karşılaştık. Çoğunuz Mavi Marmara gemisini hatırlıyor mu. Akıbeti ne oldu bilmiyorum. Ama Bozkurt gemisi ve Lotus davasını çok az kişi bilir.

Arif Nihat Asya’nın bir sorusu zihnime takıldı. Hatırlayabilmek için başıma kayalara vurasım geldi. Beynime ağrılar saplandı. Rahmetli Mehmet Zeki Akdağ yaşasaydı, sorardım, “tak!” diye cevaplardı. Arayı arayı buldum da rahatladım:

“Onlardan kaldı bu toprak... / Biz gezip tozmayalım mı? / Yabanlar kıskanır diye / Destan da yazmayalım mı?”

Niçin gerekti? Sözü “bozkurt” kavramından Lotus davasına, en büyük bozkurt Atatürk’e getireceğim.

Yıllar önce Türk dünyasına ilişkin verdiğim bir konferansın sonunda bana kurt heykeli hediye etmişlerdi. Eve getirip kitaplığıma yerleştirmiştim. Eve gelip görenler kuşku ile yüzüme bakmışlardı. Demem o ki, şimdi beni ülkücü sanmasınlar diye Bozkurt’u anlatmayayım mı?

Anlatacağım. Yazımın sonunda bozkurtu tekellerinde sanıp, bekayı kekayla karıştıranlara ve aslını inkar edenlere bir çift sözüm olacak.

Zübeyde Hanım Atatürk’ü: “Bozkurdum Mustafa’m,” diyerek bağrına basmış büyütmüştü. Kurt, eski Türklerde totem, put değildi. Atatürk’e göre, yalnızca özgürlük ve bağımsızlığın timsali, simgeydi.

Atatürk, Milli Eğitim Bakanlığı’nın girişine, Türklerin Ergenekon’dan çıkışını temsil eden bir resim yaptırmıştı. CHP’nin kuruluş logosunda bozkurt vardı. Petrol Ofisi’nin armasını “Bozkurt" olarak tasarlatmıştı. Yerli malı olarak üretilmeye başlayan bir sigaraya “Bozkurt" adını uygun görmüştü. Türk Ocakları'nın, Milli Türk Talebe Birliği'nin amblemi “bozkurttu. Atatürk Türk İzci Ocağı bünyesindeki çocuklara “Yavru Kurt” yakıştırması yapmıştı. Atatürk zamanında devlet okullarında okuyan öğrencilerin başlıklarında bozkurt yer almıştı.

Fuat Köprülü’nün Türkiyat Enstitüsü’nün amblemi nasıl olması gerektiğini sorduğun da şöyle demişti:

"Karlı Tanrı Dağları’nın önünde elinde meşale tutan bir "bozkurt" olsun. Bu meşale, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilminin ifadesi olsun. Ergenekon’dan çıkmamızda kılavuz olan "bozkurt" Türklüğün Anadolu topraklarındaki yeni Devleti’nin kuruluşunu ifade etsin.”

1925 yılında Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekaleti, Türkiye Cumhuriyeti devlet armasının yapılması için Mustafa Kemal Atatürk'ün direktifleriyle bir yarışma açmıştı. Bu yarışmanın sonunda Namık İsmail'in bozkurtlu arması birinci seçilmişti.

Atatürk döneminde 1927 yılında basılan kâğıt 5 ve 10 liralarda Bozkurt resmi kullanılmıştı. Burada Bozkurt, ay-yıldızın içinde koşar durumda tasvir edilmişti.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yolcu gemisine Atatürk’ün isteği ile Bozkurt adı verilmişti.

Bozkurt gemisiyle, Fransız Lotus gemisi 2 Ağustos 1926'da Midilli açıklarında çarpıştı. Bozkurt battı, sekiz Türk denizci kayboldu.

Ertesi gün, İstanbul'a gelen Lotus gemisinin kaptanı Desmons tutuklandı. Türk mahkemelerince 80 gün hapis cezasına çarptırıldı.

Durumu çok sert bir şekilde protesto eden Fransa, Türkiye'nin açık denizde yaşanan bir kazada yabancı bandıralı geminin kaptanını yargılama yetkisinin olmadığını ileri sürerek Desmons'un serbest bırakılmasını istedi.

Dava, Lahey Sürekli Adalet Divanı'na intikal etti. Lahey'de Türk tezini efsane Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey savunacaktı.

Atatürk Lahey'e gitmeden önce Mahmut Esat Bey'i çağırıp görüşünü sordu. Mahmut Esat Bey anlattı: "Paşam, Lahey Adalet Divanına gidelim, kimin haklı olduğu meydana çıksın. Ben hakkımızdan eminim. Müsaade ederseniz davamızı ben müdafaa edeyim. Kaybedersem memlekete bir daha dönmem. Fakat kazanacağız.

Hem Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak Fransız Devletinin tehditleri karşısında boyun eğmiş olacağız, bu da onlara diğer meselelerde aynı tehditleri öne sürdürmek cesaretini verecektir.

Halbuki Lahey Divanına gidersek davayı kaybetsek dahi şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. Zira milletlerarası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil, bilakis büyük şereftir."

Bu sözler üzerine Atatürk Mahmut Esat Bey’e:

"Güle güle git kazanacaksın, kazanmasan da memleket seni bağrına basacaktır!" dedi.

Lahey Sürekli Adalet Divanı, 7 Eylül 1927'de, Türkiye'nin hukuka aykırı davranmadığına karar verdi. Bu kararla birlikte ''Geminin adı ve Türk milletinin milli simgesi, Türk özgürlük ve bağımsızlığının timsali olmasından ötürü'', Türk heyetine, Atatürk'e verilmek üzere tunçtan bir Bozkurt heykeli armağan etti.

Heykelin üzerinde eski harflerle "Bozkurt davası hatırası, Lahey, Eylül 1927" yazılıydı. Bu davadan dolayı, dönemin adalet bakanı Mahmut Esat'a, Atatürk tarafından Bozkurt soyadı verilmişti.

Bozkurt - Lotus davasında alınan karar sonraki davalara örnek oldu.

Atatürk'e armağan edilen bozkurt heykeli 1968 yılına kadar Anıtkabir'de sergilendi. 1968'de Samsun'da Gazi Müzesi açılınca, Atatürk'ün birçok özel eşyası ile birlikte Samsun'a yollandı. 1978’e kadar Samsun Müzesi'nde sergilendi. Derler ki, bu kez bozkurt faşizmin sembolü olarak algılandığı için baskıları sonucu müzenin deposuna atıldı. Gazeteci arkadaşımız rahmetli Kemal Çapraz’ın ısrarlı iz sürüşü sonucu, heykeli defoda buldu. Büyük uğraşılır sonunda da fotoğrafını çekebilmişti.

Öğrendiğime göre, bu heykel şimdi Samsun Müzesinde camekan içinde sergileniyormuş.

Lahey Sürekli Adalet Divanı'nca Atatürk'e armağan edilen bu heykeli kaidesiyle birlikte 29 cm yüksekliğinde, 34 cm uzunluğundaydı.

Atatürk'ün çalışma masasında çağırma zili olarak kullandığı küçük bir bozkurt heykeli ise, kaidesiyle birlikte 8 cm yüksekliğinde ve 9 cm uzunluğundaydı.

Demiştim ki iki çift sözüm var. Birinci sözüm, Atatürk dönemi CHP’sinde, 6 Ok’un önünde bozkurt varken, vefatından sonra CHP de bozkurt için faşizmin simgesi diyenlereydi.

İkinci sözümün muhatabını TRT’de örnek aldığım Derman Bayladı ağabeyden aktardığım kıssadan sonra siz bulunuz.

“Aç bir Kurt, karlı kış günü dağda, kırda yiyecek bir şey bulamadığı için karnını doyurabilmek umuduyla kasabaya inince orada bir köpekle karşılaşmış. Gayet besili, parlak tüylü, iri bir hayvanmış bu. Günlerdir boğazından yiyecek lokma girmeyen kurdun ise açlıktan kemikleri sayılıyormuş neredeyse.

Hikâye bu ya, karşılıklı biraz bakıştıktan sonra arkadaş olup konuşmaya başlamışlar:

‘Bakıyorum, her tarafından sağlık fışkırıyor adeta Köpek kardeş’ demiş Kurt. ‘Oysa ben açlıktan ayakta bile zor duruyorum gördüğün gibi. Kaç gündür boğazımdan tek lokma bile geçmedi benim!’

Köpek zavallı Kurt'un görünüşüne bakıp. Sormuş:

‘Vah, Vah! Çok yazık! Peki, sen de benim gibi besili olmayı ister miydin böyle?’

‘Kim istemez ki?’ demiş Kurt. ‘Görüyorsun işte halimi. Benimkisi ne tam ölmek ne de tam yaşamak. Senin gibi olmak için ne yapmam gerekir ki, bir anlatıver hele!’

‘Gayet basit! Benim bir sahibim var. Sahibimin de ayrıca başka köpekleri... Hepsi de benim gibiler. Efendimiz her gün yağlı kemiklerle, etlerle besliyor bizi. Sen de gel katıl bize. Efendimiz merhametlidir, seni de alır aramıza!’

Köpek böyle konuşurken Kurt da dikkatle dinliyormuş onu. Gözleri o sırada birden köpeğin boynuna takılarak sormuş:

‘Boynunu boydan boya çevreleyen şu iz nedir Köpek Kardeş?’

‘Ha, şu mu? Önemli bir şey değil canım! Tasma izidir o.’

‘Tasma mı? Ne işe yarıyor o dediğin?’

‘Bizi bağlı tutmaya yarıyor. Biz köpekler öyle her aklımıza estiğinde serbest kalamayız. Buna ancak sahibimiz karar verir, arada bir çözer zincirimizi. Ha, sahibimiz bir de, bazı kişilere havlayıp hırlamamızı, kendisine ise yaltaklanıp her zaman kuyruk sallamamızı ister bizlerden. O zaman da o söylediklerini yerine getiririz elbette ki!’

‘Ya! Demek öyle! Peki, ya dediklerini yapmazsanız?’

‘Ne demek yapmazsanız, olur mu hiç öyle şey! O zaman da aç bırakır bizi ya da atar kapısından. Hiçbirimiz böyle bir şey olsun istemeyiz elbette. Görüyorsun ya işte, yaptığımız iş hiç de zor sayılmaz, değil mi? Üstelik biz köpekler için gayet doğal! 'Evet' diyorsan sana da yer vardır aramızda. Ne diyorsun?’

Köpek böyle konuşurken da Kurt ağır ağır oradan uzaklaşmaktaymış. Köpeğin niçin gittiğini sorması üzerine dönüp arkasına yanıtlamış:

‘Siz, köpekler için doğal olanı yapın o zaman, sizlere kolay gelsin! Ama ben açlıktan ölürüm de o tasma dediğin kölelik halkasını taktırmam boynuma! Canım ne zaman nereye gitmek isterse giderim oraya. Kimsenin buyruğuyla da başkalarına hırlamam ya da kuyruk sallamam. Siz köpekliğinize devam edin, ben de aç kurtluğumla kalayım. Haydi, bana da uğurlar ola!’”

Sizi yormayayım, son sözü de ben söyleyeyim. Atatürk bozkurt huylu bozkurttu. Liderin lideriydi. Uluslararası sorunlarda da hem kendine hem memleketine güvenirdi. Bugün Atatürk adını her yerden kazıyanlara, onu aşağılamaya kalkanlara, küfredenlere, bunu gördüğü halde kafasını kuma gömen, ses etmeyen sahte bozkurtlara lanet ediyorum. Ne mutlu özü sözü bir Atatürk'ün Bozkurt'u olabilene.

Önceki ve Sonraki Yazılar