AYHAN İNAL DA GÖÇTÜ

13 Şubat 2021 Cumartesi günü Şair Ayhan İnal ebedi aleme göç etmiş. Önce oğulluğunun Modalılarla ilgili Facebook sayfasında duyurusunu gördüm. Onu Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı duyurdu. Sonra bir iki ortak dostumuzun mesajlarını sosyal medyada okudum. Dargındım. Uzun zamandan beri görüşmüyorduk. Oysa bir zamanlar birbirimizi görmediğimiz ya da telefonla konuşmadığımız günü zarar hanesine yazacak kadar yakın dosttuk. Postacı gibi her gün Cağaloğlu’na gelir, Gürbüz Azak, Engin Köklüçınar’ı ziyaret eder, son durak ben olurdum.

Üç saç ayağı: Tahir Kutsi Makal, Mehmet Zeki Akdağ, Ayhan İnal’dı… Dördüncü ayak benim. Onların aralarında birbirlerine salladıkları kılıç darbeleri zarar vermesin diye hepsinin kalkanı olur, onları korurken ben yaralanırdım. Ama yine de birbirimizden kopamazdık. Etkenliklere gider, seyahatlere çıkardık. Girdiğimiz toplantılarda birisi diğerinden çok ilgi görecek olursa, eyvah ki eyvah. İğneler çekilir, araya girer kendim yerdim. Postacı gibi her gün Cağaloğlu’na gelir, Gürbüz Azak, Engin Köklüçınar, M. Zeki Akdağ’ı ziyaret eder, son durak ben olurdum.

Evet, bugün dargınlık olmaz. İyi şeylerle anmam gerek ki, bugün güzelliklerden başka bir şey aklıma gelmiyor.

Allah üçüne de gani gani rahmet etsin. Ayhan İnal ile sayısını hatırlayamadığım kadar ortam konferans vermiştik. Söze o başlar, şiiri kendisinin üstleneceğini, şuuru bana bırakacağını söylerdi.

Gerçek olan şu ki, “şiir" ve "şuur" ilişkisi harika dengenin örneğiydi. Etimolojik olarak ikisi de aynı kökten geliyordu. Kafayla kalbi birleştirirseniz "şuur", bir başka ifadeyle "bilinç" olurdu. Şuur için bilginin yanında, başka şeylere de ihtiyaç vardı. İşte o şeyler, yüreğin alanına giren "feraset, basiret, sezgi, hüzün, sevinç, muhabbet, nefret, öfke" gibi "duygu-inanç" benzeri unsurlar birleşince "şiir" doğadır.

Ayhan İnal’ın aramızdan ayrılışının arkasından dargınlığı kaldırıp bir şey yazsam mı diye düşünürken, eski yazılara göz gezdirdim. Meğer ben bir kitap içeriğini dolduracak kadar çeşitli vesilelerle, değişik konularda yazılar yazmışım. “Hayatın Kendisi Şiir” adlı kitabımda Mehmet Zeki Akdağ ve Tahir Kutsi’ye verdiğim yeri dengelemek için “Şiirlerle Yaşamak” kitabımda ona uzun yer vermişim.

Eleştirilmekten de kurtulmuştum. Aşağıya aldığım yazıyı yirmi yılı geçkin bir süre önce 15 Kasım 2000’de “Aynan İnal’ın Şiir İkliminde Bir Hafta Sonu” başlığı altında Bizim Gazete’de yazmışım:

“Şiir dünyası mı, şiir mülkümü, şiir ülkesi mi desem diye düşünürken, ekrana "Şiir iklimi" düştü. Dilimizde ülke yerine de iklim kelimesi kullanılmakta... Havayla ilgili olduğundan olsa gerek, bir başka sıcaklıkla, beni kendine çekti.

Kitap rafıma, her hafta birkaç kitap kazandırıyorum. Adıma imzalanmamış, ya da paramla aldığım kitaplardan bazıları, (Ermenek) Sarıveliler ilçesinin, Göktepe Kasabası'nda Mehmet Zeki Akdağ adına açılacak halk kütüphanesinde yer alacak. Ama imzalılar, ömrümün elverdiğince kitaplığımın süsleri, zenginliği olacaklar.

Çoğunlukla günübirlik dostluklar gibi, kitaplar da, günübirlik sevgilimiz dostumuz olmakta, daha sonra bir rafa veya merdiven altına terk edilmekte. Oysa, onlar yalnız kitaplığın aksesuarı gibi kalmamalı, sürekli içlerini görecek bir göz, haldaş olacak bir yürek bulmalılar. Beynimizin, yüreğimizin, zenginlikleri, sevgileri olmalılar. Bu duygular içinde raflara göz gezdirirken. Ayhan İnal’ın kitaplarına gözüm takıldı. Hepsini bir araya, özene bezene yerleştirmişim.

İçtenliğim, saygım, sevecenliğim ve gönül coşkumla "ağabey" dediğim birkaç kişiden biridir Ayhan İnal. Bir veya iki kitabı bende yok... Ama, kitap rafımın onunla ilgili bölümünde, Gece Yarısı, Yasak Sevgi, Dostlarım, İstanbul’a Benziyorsun, Bir Yağmur Sonrası, Ölümsüzlük Türküsü ve Gönül Destanı, yan yana duruyor. Nail Tan'ın Ayhan İnal ve Şairliği ile 50. Sanat Yılında Ayhan İnal adlı kitaplarını, Nail Tan'ın kitaplarının bulunduğu raftan almış buraya koymuşum. Ayhan İnal'ın olmasına rağmen Halil Soyuer'in kitaplarının arasına koyduğum bir kitabın varlığını da hemen belirteyim.

Önce, birkaç cümle ile de olsa, “Ayhan İnal kimdir?” sorusunu cevaplamak istiyorum:

Nazar değmesin yetmiş yıl önce, Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesinde doğdu. Babasının memuriyeti nedeniyle ilk ve lise öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1954 yılında memuriyete girdi. 1980 yılında emekliye ayrılarak basın hayatına atıldı. Çeşitli gazete ve dergilerde yazarlık, yönetmenlik yaptı.

Gençlik yıllarından beri sosyal çalışmaların içerisinde bulundu. Halkevlerinde Behçet Kemal Çağlar ile çalıştı. Onun desteğini gördü. Türk Ocakları, Halkevleri ve Türk Kooperatifçilik Kurumu’nun yönetim kademelerinde bulundu. İlk defa 1956 yılında evlendi. Üç kızı oldu. 1989 yılında Güler Sunter Hanımefendi ile evlenerek İstanbul’a yerleşti. Ulusal ve uluslararası düzeyde birçok ödülü olan şairin, yirmi şiiri bestelenmiş ve bunların çoğunluğu TRT repertuarına alınmış.

Nail Tan, 50 inci Sanat Yılında Ayhan İnal adlı kitabında, Ayhan İnal’ın “Sanatı”nı incelerken şiir anlayışının ne olduğuna öncelik vermiş ve “Şiir” şiirinden yola çıkmış. Gerçekten bu şiiri, her şiir heveslisi, hazmede hezmede, özümseye özümseye okumalıdır:

Gizli güzelliklerin sönmeyen ışıltısı

İçten akan ırmağın büyülü çağıltısı

Ölümsüz sabahlara göz açması düşlerin,

Özgün bir ahenkle ses oluşu sezişlerin

Yarı karanlıkların sihirli aydınlığı

Yaratmada insanın Tanrı’ya yakınlığı

Bir bitmeyen masalı en kutsal gerçeklerin

Huzuru gözyaşının, sancısı meleklerin

İnsanlığın şarkısı, sonsuzların türküsü

Ezgisi bulutların, yıldızların türküsü

Duygunun göklerde gözelenip akışı

Billurlaşan sözlerin dizelenip akışı

Ürperten bakışları en ürkek ceylanların

Sükutu çığlıkların, soluğu zamanların.

Ahan İnal’ın şiir diliyle yaptığı bu şiir tarifi, bize sanatı hakkında ilk ipuçlarını veriyor. Nail Tan da, Ayhan İnal’ın sanat tahlilini yapmak için, şiirlerini koyacağı potanın çevresini onun sözleriyle şöyle çiziyor:

“Şiir gözüne ve kulağına hitap ettiği kimseleri kendi havasına çekebildiği, etkileyebildiği, kendinden bir şeyler buldurabildiği ve taşıdığı güzellik, yenilik ölçüsünde şiirdir. Bu yüzden, sanat= içtenlik +orjinallik olarak kabul edilmektedir. Şiir, bir bakıma eskimeyen bir yeniliktir, geleceğin türküsüdür.”

Nail Tan’ın kitabında, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan’ın da Ayhan İnal’la ilgili düşünceleri yer alıyor. Prof. Dr. Turan Yazgan, Nail Tan’la benzer şeyler düşünüyor:

“Ayhan İnal, şiirleri kadar şair kişiliğiyle, şairane yaşantısıyla da tanınmıştır. Beyninin değil gönlünün emrinde bir kişiliğe sahiptir. Gönlü daima yeni heyecanlara açıktır. Duygu denizi daima dalgalıdır. Sevgisini, nefretini anında belli eder. Açık sözlüdür. Bu sebeple, dostları kadar kıskananları da pek çoktur. Dostluğu çıkara dayanmaz, ebedidir. Hakk’a yürüyen şairleri, yazarları da hiç unutmaz. Aşkı, katıksızdır. Yalansız dolansızdır. Bu güzel karakteri dolayısıyla benim en candan dostlarım arasındadır....”

Ayhan İnal’ın kitaplarından birini çekip alıyorum: Gönül Destanı...

Böylece "Ayhan İnal'ın Şiir İkliminde Bir Hafta Sonu" başlıyor. Gönül Destanı kapağında destanlaşmaya başlıyor. Ethem Çalışkan'ın sağdan sola doğru, uzundan kısaya dört fırça darbesi... Ancak gönül gözüyle bakabilenler, bu dört fırça darbesinin "Allah"ın harflerini çağrıştırdığını görebiliyorlar...

Ayhan İnal "Güzelliğin şuurla kucaklaşması, Kelamın zaman perdesini aşması" olarak şiiri anlatıyor. Şairleri de şöyle tanımlıyor: "Dildeki sihirle musikinin sırrına eren ifadenin mucizevi inceliklerini gören seçkin sanatçı..."

Ayhan İnal bu tanımın neresinde?

Dilindeki sihirli musiki ile anlatımının olağanüstü incelikleri görmesi tamam da, Ayhan İnal'da, bu tanımın ötesinde bir şey var. Bunu yukarıdaki tanıma giren herkeste bulamazsınız. O da gümbür gümbür titreşimlerini kalbinizin ortasında duyduğunuz heyecan. Tunç kafiyelerin üzerine, mehter davulunun sesi gibi tekrarlanan rediflerin ahengi ve sürüklediği coşku...

Redif, tadında, kararında kullanılırsa, şiire güzellik katar. Fazla olunca, ahenk bozulur. Ama Ayhan İnal'da ahenge ahenk, coşkuya coşku, heyecana heyecan katıyor. Bu şiir musikinin sırrını bilmesi, muhteva ile kılı kırk yararak seçtiği kelimeyi bütünleştirmesinden olsa gerek. Okuyalım:

“...............

Obaları uğru gibi basan yel

Kanatların hızlarını kesen yel

Kızgın çölde tayfun gibi esen yel

Kurut beni sevdiğime dal eyle.

Gel vurulmaz dağı taşı yıkan su

Hak aşkıyla bulutlara çıkan su

Gözlerimden şükürlerle akan su

Arıt beni, sevdiğime çul eyle.

Dünya kurulmadan yakılan ateş

Âşıkın bağrından sökülen ateş

Gönülden gönüle dökülen ateş

Erit beni, sevdiğime kul eyle."

Birbirlerini görmeleri, dinlemeleri, okumaları imkansız olan, farklı yüzyıllarda yaşamış halk şairlerinin esiverip de aynı tema, ayakla şiir söyledikleri görülmüş, hoş karşılanmıştır. Günümüzde, (haydi çalma çırpma demeyeyim) esivermeler sırıtmakta, pek de hoş karşılanmamakta. Çok rastlamışımdır: Ayhan İnal'ın şiirlerinden mısralar, beyitler, kimilerince bir sebil gibi, aktarılmıştır. Ayhan İnal bunlara gülüp geçer.

Güneydoğu Anadolu'da kullanılan bir deyimin anlamıyla bütünleştirdiği güzel bir şiir var "Başım gözüm üstüne" başlığını taşıyor:

Nur yüzlüm, şavkın vurur

Sazım- sözüm üstüne.

Aşkım seni kavurur;

Düşme közüm üstüne.

Görenler sevdalanır

Seni güller kıskanır.

Sevginle sıralanır

Çözüm- çözüm üstüne...

Yoluna helal kanım

Uğruna feda canım.

Sen emreyle sultanım:

“Başım- gözüm üstüne...”

Geçenlerde amatörlerin çalışmalarını yayınlayan bir dergide, aynı başlık ve temayı birinin kullandığını gördüm ve kendisine gösterdim. Güldü. "Ben buna razıyım. En azından bu şahıs kendinden bir şeyler katmış." dedi. Çantasından "Şairlerin gözüyle Kastamonu" adlı kitabı çıkarıp gösterdi. Orada Necati Sütçü adlı şahıs, Ayhan İnal'ın bir kitabının da adı olan, ünlü "İstanbul’a benziyorsun" şiirini almış, İstanbul yerine Kastamonu'nun ilçelerini yazmış, altına da imzasını atarak bu antolojide yayınlatmış.

Günümüzün sevilen televizyon dizilerinden Bizimkiler'de Cenap’ın bitmeyen bir şiiri vardır.

Daktilonun başında "Sana geldim İstanbul" der, ama sonu gelmez. 1989 yılında Ayhan İnal: "Doyulmaz tadın için / Sana geldim İstanbul" mısraları ile başlayan şiirinde, sevgili uğuruna İstanbul'a göç edişini anlatmış ve "Nice ufuktan çakıp / Nice vadiden akıp / Bilsen neler bırakıp / Sana geldim i İstanbul" mısralarıyla bitirmiş.

İstanbul şiirleri denilince Yahya Kemal ve onun şiiriyle musikiyi birleştiren Münir Nurettin aklımıza gelir. Ama İstanbul’u karış karış anlatan günümüzün şairlerinin başına Ayhan İnal'ı yazmak gerek. Yoklan, çileleriyle, dayanılmaz işvesi, şivesiyle İstanbul’u nasıl sevdiğini anlatan iki şiiri de Gönül Destanı'nda yer alıyor.

Ölümsüzlük Türküsü kitabındaki 1982 tarihini taşıyan "İstanbul ve sen" başlıklı şiirini hatırladım. "Eşsiz kulsun özellikte / İstanbul’sun güzellikte." mısralarıyla başlayan bu şiirde; sevgilinin özellikleri ile İstanbul’un güzellikleri o kadar güzel örtüşür ki, otuz bir beyitlik şiiri, bir nefeste okuyuverirsiniz.

Geçenlerde Çağrı dergisinde Abdülkadir Akgündüz'ün "İstanbullu Sevgiliye" yazdığı ve "İstanbul musun be mübarek" nakaratlarıyla süren şiirini okuyunca da Ayhan İnal' i hatırladım. Aynı konuda Feyzi Halıcı'nın da güzel bir şiiri var. "Söyle İstanbul musun?" tekrarlar ile süren bu şiir de ahenkli mi ahenkli, anlamlı mı anlamlı...

Ayhan İnal'ın iki heceli, dört heceli, beş heceli şiirlerinden, hafta sonunu birlikte geçirdiğim diğer kitaplarından söz etmek istiyordum. Ama, ne yazık ki Gönül Destanı'nın Allah Sevgisi, Doruklar, Çocukların Büyüklüğü bölümlerindeki şiirlerden bile söz edemedim. Bana ayrılan yer ve süre doldu, taştı. Ne yapayım ki, Ayhan İnal gibi az sözle çok şeyler anlatma, hem de güzel anlatma becericisine sahip değilim. (Bizim Gazete -15 Kasım 2000)

Sol başta rahmetli Ayhan İnal, Rahmetli Sedat Umran, Ahmet Özdemir, Rahmetli İlhan Geçer, Rahmetli Mehmet Zeki Akdağ, Mehmet Nuri Yardım, Cem Karaer. Rahmetli Olcay Yazıcı.

Önceki ve Sonraki Yazılar