Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

AZİZ NESİN'İ SAYGI, SEVGİ VE ÖZLEMLE ANIYORUZ

Aziz Nesin ile yaptığımız söyleşileri, radyo, televizyon programlarını, yazdığımız yazıları Berfin Yayınları'ndan 2008 yılında yayınladığımız Aziz Nesin ve İsveç Serüveni isimli kitabımızda toplamıştık. O anılardan bir demet sunarak Aziz Nesin'i anıyoruz. Işıklar içinde, kalemleriyle, kağıtlarıyla uyusun. Üstünde sonsuza dek çocuklar oynasın.

AYDINLIK GAZETESİNİN SAHİBİ VE BAŞYAZARI

Aziz Nesin 1980’li yılların sonlarında ve 1990’lı yılların başlarında sol bir gazete çıkarmak için oldukça büyük emek harcamıştı.. Gazeteye destek sağlamak için1989 Nisan’ında Stockholm’de bir toplantı düzenlemiş, çıkacak gazetenin nasıl bir gazete olması gerektiğini anlatmıştı.

Bu gazete, halka güvenecek ve kendi ayakları üzerinde duracaktı. Elli bin ortak bulunmak üzere, Onbinler isimli bir şirket kurulmuştu. Her bir hisse senedi iki yüz bin liradan satılacaktı.

Aziz Nesin gazetenin temel ilkelerini de on iki noktada toplamıştı.

Gerek iç politika gerekse dış politika ile ilgili konularda haber ajanslarına bağlı olmayacaktı. Kendi olanaklarına ve kendi yaratacağı haber ağına güvenecekti. Hükümet politikalarından bağımsız olacaktı. Halklar ve ülkeler arasında dostluğu ve barışı savunan bir çizgi izleyecekti. Hükümetlerin yanlışlarını, halka maleden tutuma karşı çıkacaktı.

Ülkemizde tabu sayılan konuların üzerine cesaretle gidecekti. Kürt sorunu, köktendincilik, Kıbrıs, ordu, cumhurbaşkanlığı, anayasa, darbe ve darbeciler gibi her türlü konuda, gerçeklere dayanan, bilimsel, demokratik gazetecilik izleyecekti. Bu konuların tartışılmasına hizmet edecekti.

Geçmiş kültürümüze, tarihimize, sosyalist deneyimlerimize ve ulusal değerlerimize sahip çıkacak, nesnellik ve bilimsellikle bu konuları okuyucuya taşıyacaktı.

Gazete,İsveç başkenti Stockholm’deki toplantıya katılan iki yüz kadar insan tarafından büyük bir heyecan ve coşkuyla karşılandı.

Hem yurt içinde hem de yurtdışında gazete girişim temsilcilikleri oluşturulacaktı. O zaman, TKP’nin Stockholm’deki temsilcisi olan Yusuf Küpeli, temsilcilik görevini üstlenmek istediğini söyledi. Başka aday da çıkmadığı için Aziz Bey de onu temsilci olarak kabul etti. Ancak Küpeli, İsveç’teki TKP’liler ve mülteciler dışında tanınan biri değildi. İsveç’i, kendisinin de İsveç’i, İsveçlileri ve İsveç’te yaşayan Türkleri iyi bildiği söylenemezdi. Bu toplantıdan dört ay sonra, 3 Eylül’de, çoğunluğu TKP’li kırka yakın kişinin katıldığı bir toplantı düzenledi. Bir hisse senedinin 610 İsveç Kronu olduğunu ve hisse satın almak isteyenlerinİsveç’te açılmış olan bir hesaba yatıracağını anlattı. Gazete çıkarılamazsa paraların geri ödeneceğini bildirdi.

Küpeli, toplantıya katılım az olduğu için dernekleri ziyaret edeceğini söyledi. Daha sonra ses kesildi...

Onbinler girişimi başarılı olamadı. Aydınlık hareketi de bir günlük gazete çıkarmak için çalışıyordu. 1992 yılında İsveç Televizyonu için yaptığımız bir söyleşide Aziz Nesin’e birlikte çıkarılması konusundaki görüşlerini almıştık. Soru ve yanıtlar şöyleydi:

Soru: Sizin başlattığınız, bir girişim var. Onbinler Gazetesi... Kişilere destek vermeleri çağrısında bulundunuz. Nereye geldik bu gazete konusunda?

Yanıt: Geldiği yer çok zayıf bir yer. Demek ki, halkımız böyle bir gazetenin varlığının bilincinde değil. Öyle görünüyor... Bizim de kabahatlerimiz var tabii. Yalnız halkta değil o kabahat... Biz de bunu iyi duyuramadık. İyi örgütleyemedik...

Yeni gazetelerin çevresinin olduğu yer, İkitelli ve ona yakın yerlerde bir arazi satın aldık ki, bu yere ileride gazetenin binasını yapacaktık. Bu iş için bir arsa satın aldık. 1480 metrekarelik büyükçe bir arsadır. Devletin sorumluları tarafından değerlendirildi, iki milyar lira ediyor. Işte bütün varlığımız bu... Devam ediyoruz bu kampanyaya. Fakat hızlı değil... Ağır ağır gidiyoruz... Bu ağırlıkta giderse gazete, belki on yıl sonra çıkabilir. Ama on yıl da bir milletin tarihinde büyük bir zaman değildir. Insanların tarihinde büyük zamandır. Belki benim olmadığım bir zamanda dünyada bu gazete çıkabilir.

Soru: Yaklaşık kaç kişi destek verdi bu güne kadar?

Yanıt : Destek? Eeee bin kişi kadar destek verdi. Biz de duyuramadık gazeteyi. Yalnız gazete çıkaracağız diye değil de, gazetenin gerekliliğini anlatmak... Duyurulması gereken bu... Bunu yeterince anlatamadık, duyuramadık... Biraz da bizim bu beceriksizliğimizden ama daha çok da halkımızın yavşaklığından mı savsaklığından mı desek acaba, geliyor! Açıkçası böyle...

Soru: Çok politik konuştunuz efendim.

Yanıt: Açık açık konuşunca öyle oluyor... Hele halkımıza toz kondurursak tam apolitik oluyor o zaman. Halkımıza toz kondurmamamız gerekir.

Soru: Son zamanlarda Aydınlık Gazetesi'nin yeniden çıkarılması düşünülüyor. Sermayeye karşı bir gazete olacak. Bu gazeteye katılmayı düşünür müsünüz veya katkıda bulunmayı düşünür müsünüz?

Yanıt: Bu gazeteye katılma ve katkıda bulunmamız için bize başvuruda bulundular, yetkili kişiler. Bana şahsen başvurdular. Ben de kendim karar alamayacağımı, arkadaşlarıma danışmam gerektiğini söyledim kendilerine. Benim düşüncem tabii var, ama benim düşüncem geçerli olamaz böyle bir örgütsel çalışmada. Arkadaşlara söyledim. Iki üç gün sonra gelecekler. Burada konuşacağız. Onlar karar almışlar. Ne aldıklarını bilmiyorum. Eğer uygun bir kararsa, anlaşabilirsek elbette ben de isterim. Ben de inanıyorum ki, emekçilerin gazetesi olacaktır. Emeğin sesinin çıkacağı gazete olacaktır. Eğer arada bir pürüz yoksa, birlikte çıkarmakta yarar var. Ama hangi koşullarda birlikte çalışabiliriz, o konuda anlaşacağız. Ya da anlaşamayacağız...

* * *

1 Mayıs 1993 tarihinde Aydınlık grubuyla birlikte, günlük Aydınlık gazetesi çıkarıldı. Gazetenin sahibi ve Başyazarı Aziz Nesin oldu. İsveç temsilciliği ben üstlendim. Böylece Aziz Nesin, patronum oldu.

Aziz Nesin yeni çıkan Aydınlık Gazetesi hakkında şöyle konuşuyordu:

Aziz Nesin: Efendim bir kere bu türlü bir gazete yalnız Türkiye’de değil, hemen hemen dünyanın her ülkesinde gereklidir. Son derece gereklidir. Bundan daha gerekli bir şey olamaz. Çünkü bugün şu gördüğümüz gazeteler hepsi sermaye gazeteleridir. Bunun karşısında emeğin gazetesi yok. Bu konu kolayca açıklanacak bir konu değildir. Ama hepsi sermayenin gazetesidir. Emeği tutan, ciddi olarak tutan gazete yok. Emeği tutarmış gibi görünürler. Onların içinde de özel çıkarlar vardır. Örneğin bazı bakanlara ya da hükümete toptan muhalefet eden gazeteler vardır. O kendi çıkarı aleyhine bir şey istemiştir. Onun için yapıyordur. Bunları teker teker saptayıp kanıtlayabilirim.

Bu gazete çok önemli. Ama bu önemi anlatamıyorum. “Ben kandırılmak istiyorum” diyor halkımız. Bu gazeteye gerektiği gibi sahip çıkmıyor...

SIVAS KATLİAMI

Temmuz ayında yıllık iznim için Türkiye'de Bafa'da idim. Olayı basın yayın organlarından izleyebildim. İsveç'e döndüğümde konuyu İsveç Radyo ve Televizyonu'nda ele alan programlar yaptım.

11 AĞUSTOS 1993 İSVEÇ DEVLET RADYOSU MERHABA PROGRAMI YAYININDAN BÖLÜMLER

Aziz Nesin, özgür düşünceye tahammül edemeyen yobazların, Sivas’ta yaktığı Madımak Oteli’nden nasıl kurtulduklarını Merhaba’ya şöyle anlatıyor:

Aziz Nesin: Duman içerisinde kaldık iki arkadaş. Ben bir dakika sonra filan ölecek durumdaydım. Çıkmaya çalıştık, yok. Arkadaşıma dedim ki, ”Çıkalım, buradan ne olursa olsun çıkalım”. ” Niçin?” dedi. Dedim ki, ”Erken ölürüz hiç olmazsa, burada kıvrana kıvrana ölmektense...”. ”Dışarısı alev” dedi. Duvarlar kızmış, elle tutulmuyor. Camlar da erimeye başladı. O zaman ben dedim ki, ”Çıkalım, aleve atalım kendimizi”. Arkadaş, ”Otelin cephesindeki camlar açıksa, camların hepsi kırılmıştı gerçi, oradan belki hava alabiliriz” dedi. Zifiri karanlıktı otel. Oraya çıktık. Camlar kırıktı. Arkadaşım Lütfi Kaleli, camların geri kalanını elleriyle kırdı ve ”İmdaaaat! İmdaaat!” diye bağırdı. Çok bağırdı. Ben bağıramazdım. Çünkü ben ondan yaşlıyım ve erken bunalıma girdim. Ondan sonra aşağıdan seslendiler, ”Başkomiser, yukarıdaki başkomiser” diye. Beni başkomiser sandılar. Eğer başkomiser değil de Aziz Nesin olduğumu bilselerdi, zaten aşağı indirmezlerdi. İtfaiye arabası geldi, uzun zaman bekledikten sonra. Merdiveni dayadılar. Arkadaşım beni merdivene koydu, ben çünkü merdivene çıkacak halde değildim. Merdivenden inerken benim Aziz Nesin olduğumu anladılar. İtfaiye eri merdivenin yarısından sonra beni yakalayıp yumruklamaya başladı. Aşağıda, o anda belediye başkanı ”Öldürün kafiri, vurun kafire!” diye bağırıyordu. İtfaiyecilerin ucu demirli bir sopası vardı. Onu eline alıp beni öldürmeye kalktı. Polisler önlediler. Başımdan yaralandım. Ondan sonra artık kendimi tamamen kaybettim. Yerde sürükleyerek beni polis arabasına bindirdiler. Polis arabasına bile tırmandı o adamlardan birisi, bana vurmaya başladı. Onu ittiler, çıkardılar arabadan. Başımdan, ayağımdan ve bacaklarımdan kan akıyordu. Bir sivil polis, ceketini çıkardı başıma yastık yaptı. Hastaneye gittik. Orada bir takım sağaltma yolları denediler. Saat onda beni oradan çıkardılar.

Tabii yakan bir top gibiyim. Herkes bir an once başlarından gideyim istiyor.Çünkü, bizim burada öldürmesinler de nerede öldürürlerse öldürsünler, diye düşünüyorlar.Tavır bu... Askeri havaalanına gittik. Orada saat üç buçuğa kadar kaldık. Üç buçukta askeri bir uçakla Ankara’ya geldim. Ankara’da polis evine koydular beni. Orada bir gece kaldım.Ertesi gün kendi evime geldim.




Vatandaşlarının hayatını koruyamayan devletin başı, olayların Aziz Nesin’in tahriki sonucu çıktığını öne sürdü.Nesin, Ankara’da düzenlediği basın toplantısında onları şöyle yanıtlıyordu:

Aziz Nesin: Ortaya ben çıkmasam da olacaktı bu olaylar. Sebep Alevi Sünni olayıdır.Daha da temeli din olayıdır.Çünkü Aleviler biraz daha hoşgörülü oldukları için, hoşgörüsüz Sunniler bunlara düşmandır.İlk kez olmuyor ki bu. Kahraman Maraş’ta yapmadılar mı aynısını?Orada ben mi vardım? On beş yıl önce Sivas’ta yapmadılar mı? Ben mi vardım? Bakan, cumhurbaşkanı olmuş bu insanlar, bunu nasıl düşünemiyorlar? Aziz Nesin gitti, tahrik etti… Bende ne kadar kuvvet varmış yahu?! Ben bu tahriki yapsam işçiler üzerinde yaparım.Ayaklanırlar ve böyle bir hükümet de kalmaz Türkiye’de.

Yazar Sivas’a gitmeden önce böyle bir olayın çıkabileceğini düşünüp düşünmediği konusunda şöyle diyor:

Aziz Nesin: Hayır düşünmedim böyle birşey. Ama düşünsem de gelirdim.Çünkü asıl böyle durumlarda gelmek gerekiyor.Bu olaylar olacak diye gelmemek, kaçmak kurtuluş değildir. Yani şahsi kurtuluş değil, memleket adına kurtuluş değil. Başka bir bahane bulurlar bunlar.Her zaman bir bahane yaratırlar.Tarihimiz boyunca böyle olmuştur.

Merhaba: Perşembe günü yaptığınız konuşmanın, cuma günü Sivas yerel gazeteleri tarafından kışkırtıcı bir şekilde verildiği söyleniyor.

Aziz Nesin: Doğrudur, öyle oldu. Ayrıca benim konuşmam banda alındı.Ben diyorum ki, banttan yayınlansın. Yayınlamıyorlar... İçinden parça alarak değil, bütünüyle yayınlanırsa benim kimseyi kışkırtmadığım ortaya çıkar. Kaldı ki kışkırtsam, bin kişiden fazla insan vardı salonda, onlar kışkırtılırdı.Halbuki onlar memnun oldular ve büyük bir coşkuyla alkışladılar.Her konuşmam, her tümcem alkışlanıyordu.Beni tasvip ettikleri meydanda... Söylediğim sözleri onaylıyorlardı. Kışkırtma yalan... Tabii burada en büyük yalancı bence, İçişleri Bakanıdır.Bizzat İçişleri Bakanı yalan söyledi.

Merhaba: Cuma günü öğleden sonra başlayan olaylar, geç saatlerde otelin yakılmasıyla neticelendi. Bu süre boyunca güvenlik kuvvetlerinin müdahale etmemesini nasıl yorumluyorsunuz?

Aziz Nesin: Kuvvetleri yetmezdi müdahale etmeye. Başta olabilirdi... Önce beş yüz, altı yüz kişiydi bu toplantı. Ondan sonra arttı, büyüdü. Bir kısım gazeteye göre on bin, bir kısmına göre yüz bin kişi bu ayaklanmada vardı. Bir zaman sonra, oradaki güvenlik güçleri olaya müdahale etmek gücünden yoksun hale geldi. Yakındaki illerden yardım istendi, ama yakındaki illerden saat 22:00’da yardım geldi.

Merhaba: Bu olay bir sunni alevi çatışması olarak değerlendirilebilir mi?

Aziz Nesin: Evet, kesin olarak sunni alevi çatışması... Zaten on beş yıl önce Sivas’ta bir kez daha böyle bir olay oldu. O zaman da dokuz kişi filan öldü. Beni araya koymalarının nedeni, bahane.İçişleri niye bu yalanı söyledi?Halka şirin görünmek, oy almak için. Atatürk zamanında Menemen’de bunun yüzde biri oldu. Biliyorsunuz olayların nasıl kapatıldığını. Bugünkü gazetelerde var... Sivas’ın Refah Partili belediye başkanı, ”Öldürün kafiri!” diye benim için bağıran adam, itfaiye merdiveniyle inerken başımdan yaralanmama neden olan adam...Keşke gitmeseydin, diyor yakınlarım. Benim gidip gitmemem sorun değil. Ben gitmeseydim bu olay yine patlak verecekti.Bu durum, Atatürk öldükten sonraki hükümetlerin verdikleri ödünlerle bu hale geldi.Bu ödünleri vere vere... Önce adım adım geliyorlardı, şimdi koşarak geliyorlar ve Türkiye bir felakete doğru gidiyor.

Bu ödünleri vermekte devam ederlerse, ne kadar zamanda olur bilemem, ama ya Tansu Çiller’in kendisi ya da onun yerindeki erkek veya kadın saçlarından sürüklenerek götürülecektir.

Onlardan oy almak için ödün veriyorlar.Bir zaman sonra makbule geçmeyecek.Bugün onlar seslerini çıkarmıyorlar, bize ödün veriyorlar diye.Ama bir zaman sonra, kendilerini Müslüman diye tanıtan bu kesim, İslamın hiçbir şartını yerine getirmeyen insanları katiyen kabul etmeyeceklerdir.

Cumhurbaşkanı da benim aleyhime konuştu.Onu da kıravatından sürükleyerek Çankaya’dan aşağı indirirler.Bunlar öyle adamlar. Bunlar kuduz, yabanıl hayvanlar gibi... Bunlarda insanlık filan yok.Bir otelin içinde sekiz saat kapalı tutup kuşatarak, o insanları benzin alevleri, dumanlarıyla boğmak ne demektir?Böyle bir hainlik hangi dinde vardır?Hangi dinsizlikte veya hangi dinde vardır? Bunlar canavar…

Merhaba: Kökten dinciler ne yapmak istiyorlar?

Aziz Nesin: Fanatik Müslümanlar genellikle şunu yaparlar: Önce bir düşünceye, bir eyleme, kendilerine uygun değilse karşı gelirler. Karşı geldikleri neyse, o yenilik neyse onu yenmeye çalışırlar.Yenemezlerse onu özümserler.Kendi malları yaparlar.Bu hep böyle olmuştur.Türkiye’ye matbaanın gelişine karşı çıkmışlardır.Ama bakmışlardır matbaayı yenemiyorlar, matbaa alınması gereken birşeydir, işte Avrupa’dan iki yüz yıl, üç yüz yıl sonra Türkiye’ye alınmıştır.

Bunun gibi örnekler çok var. Kuranın çevrilmesini istememişlerdir.522’de Lüter incili latinceden kendi diline çevirmiş ve büyük rönesansın yol açıcısı olmuş. Ama Türkiye’de 1930’a kadar kuranı çevirtmemişler. Sonra anlamışlar ki, yenemiyorlar, özümsemişler.Şimdi çok aşırı çeviri yapıyorlar.Değişik kalemlerden çeviriler yapıyorlar.

Örneğin ezan Türkçe’ydi.Mustafa Kemal ezanı türkçeleştirdi.Önceleri buna karşı geldiler.Sonra arapçalaştırdılar.Sonra da haparlöre karşı geldiler.Şimdi bugün haparlörle bangır bangır ezan okunuyor.

Ezan okunması elbette gericilik değildir.Bir müslümanın hakkıdır ezan dinlemek ama Arapça ezan dinlemenin anlamı yok Türkler açısından.

Diyelim ki, bugün Atatürkçülük çok moda ve hiçbir Atatürkçülük belirtisi yok.Olmadığı halde moda.Atatürk zamanında hacca gidilmezdi. Yasaktı hacca gitmek.Yani ”Arapların çölüne para harcamayın, para vermeyin” denirdi. O da 1950’de Demokrat Parti iktidara gelir gelmez serbest oldu. Çok olaylar var böyle.

Gericiler önce karşı gelir bir yeniliğe, sonra onu yenemezlerse… Atatürkçülük de böyleydi.Atatürk’e karşı geldiler, sonra hepsi Atatürkçü kesildi bunların.Şimdi de Atatürk’e karşı gelebiliyorlar.Çünkü gelebilecek ortamı yarattılar.
Şimdi ne yapmak istiyor sağcılar ya da gericiler ya da reaksiyonerler, neyse işte bunlara pekçok ad verilebilir, bağnazlar, sağcı bağnazlar?Bunlar demokrasi istiyorlar.Çok ilginç.Çünkü demokrasiye karşı geldiler başlangıçta.Baktılar ki, demokrasi yenilmiyor, demokrasiyi özümsediler, kendi malları yaptılar.Nedir demokrasi? Çok parti kurulacak, her düşüncenin partisi olacak ve bunlar serbest oyla seçilecek. Haa bunun yolu sayıları arttırmak durmadan. Sağ kesimin sayıları artmaktadır. Ne yapacaklar demokrasi yoluyla?Bugün parlamentoya girdiler daha da girecekler, sayılarını arttıracaklar.Belediye seçimlerinde de çok kazanıyorlar.Kazanır kazanmaz yaptıkları işlerden belli ne yapacakları.

Bu yolla da olmazsa, demokrasi yoluyla da olmazsa, geç olursa, haa bunun da kolayı var Türkiye’de askeri darbeler yapmak. Bütün çabalarıyla askeri okullara ve harpokullarına imam hatip okulu mezunlarını sokmak istiyorlar. Niçin sokmak istiyorlar?Dertleri ne? Haa dertleri şu: İşte asker olsunlar, işte ordan… Olasılık yani, ”olur” demiyorum da olasılık. Gerekirse bir askeri hareketle, bir darbeyle iktidarı ele geçirsinler, daha kolay yoldan da bu işi başarsınlar.

* * *

Aziz Nesin müneccim miydi?

SİVAS DAVASI KARARLARI

27 ARALIK1994 MERHABA RADYOSU HABER PROGRAMINDAN BAZI BÖLÜMLER
Sivas Madımak katliamı ile ilgili dava Ankara Devlet Güvenli,k Mahkemesi tarafından 26 Aralık 1994 tarihinde karara bağlandı. Sonuç: Yirmi altı sanık on beşer yıl, altmış sanık üçer yıl hapis cezasına çarptırılırken otuz yedi sanık beraat etti. Ünlü Yazar Aziz Nesin hakkında da dine hakaret yoluyla sanıkları tahrik ettiği iddiasıyla suç duyurusu yapıldı.

Yirmi dokuz sanık için idam cezası isteyen savcılığın, olayları “anayasal düzeni zorla değiştirmek için şeriat istemli kalkışma” olarak yorumlamasına karşın mahkeme heyeti olayları “şeriatçı kalkışma” olarak görmediğini bildirdi.
Hakkında suç duyurusu yapılan Aziz Nesin kararı değerlendirirken, asıl suçlunun yargılanan sanıklar değil, onları cesaretlendiren devlet yöneticileri olduğu görüşünü dile getirmişti. Aziz Nesin, “Kararı verenler kendilerini korusunlar. Bugün mahkeme heyetine çakmak atanlar yarın başka şey de atarlar. Artık bu iş bitti” şeklinde konuşarak şu görüşleri dile getirmişti:

Kamu vicdanının kabul etmesi zor bu kararı her halde yargıtayda bozulacaktır. Ayrıca mahkum ettiği insanlar arasında yirmi yıla mahkum olanları beşer yıl indirmişler. Nedeni de benim “şeytan ayetleri”nden parçaları yayınlamış olmam. Ama bu doğru değil. Bir DGM yargıçlar kurulu yalan söylüyor. Bu çok ayıp bir şey. Utanılacak bir durum var ortada. Çünkü “Şeytan Ayetleri”ni ben çevirmedim. Ben yayınlamadım. Bana da sormadılar. Kimden öğrenmişler bunu? Böyle durup dururken ortaya çıkmak doğru değil.

Kaldı ki, bütün bunlar aslında bir oyun. Bir oyun oynanıyor. Asıl suçlu bunlar değil. Bu adamlar değil. Asıl suçlu, bu adamların gericilik hareketleri yapmalarına neden olan, bu ortamı hazırlayan, yani yasaları bunlara göre hazırlayan parlamentoların, hükümetlerin, başbakanların, cumhurbaşkanlarının. Asıl suçlu onlar. Onları bırakıp bunlarla uğraşmak bir nedeni bulmak değildir. Çünkü bunlarla uğraşır da onları unutursak aynı olaylar daha da büyüyerek başımıza gelebilir. Gelecektir de. Nitekim de geliyor. Hergün daha kötüye gidiyor. Ama bu kötüye gitmenin nedeni teker, teker bu adamlar, bu vatandaşlar değil. Bu vatandaşların gericilik hareketlerini yapmalarına uygun ödün verici yasaları çıkartan parlamento üyeleridir, bakanlardır, başbakandır, cumhurbaşkanıdır.

Atatürk’ün ölümünden bu yana bunlar ödün vere, vere bu noktaya geldi. Daha da ilerleyecektir.

Soru: Sizin tahrik ettiğiniz, Sivas’taki konuşmanızda tahrik unsurları olduğu da gerekçe gösteriliyor bu dörtte bir indirimde. Buna ne diyorsunuz?

Aziz Nesin: O şimdi şöyle: Önce onu gösteriyorlardı. Bu kez onu göstermiyorlar. Bu kez Şeytan Ayetleri’ni çevirmişim ben. Aydınlık’ta çıkmış diye gösteriyorlar. Aydınlık’ta çıktı bunlar ama ben çevirmedim. Benim de haberim yok. Çevrilmesiyle de, orada yayınlanmasıyla da benim ilgim yok.

Ve orada benim konuşmamda eğer tahrik... Benim konuşmam ortada. Bunlar Türkçe biliyorlarsa okusunlar. O konuşmamda bir tahrik, en ufak bir tahrik unsuru yoktur.

Ben müslümanlara, hiçbir dine hakaret etmedim, hiçbir dine... Bütün dinlere karşı saygım var. Çünkü benim insana saygım var. Hiçbir dine saygım var. Benim konuşmam ortada açık. Noktasına, virgülüne kadar yayınlandı. On tane kasete alındı. Konuşmalarım ortada. Bunlar düzmece.

Soru: Şimdi savcılığa suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiş. Yargılanırsanız nasıl bir savunma yapmayı düşünüyorsunuz?

Aziz Nesin: Valla bilemiyorum yani nasıl yapacağımı. Ama savunma yapmayacağım herhalde. Herhalde susacağım. Çünkü böyle bir mahkemede susmak çok daha iyi. Bir konuşma yapacağım, “konuşmuyorum” diyeceğim. “Böyle bir mahkemede konuşmak istemiyorum” diyeceğim. “Bu mahkeme bana güven vermiyor” diyeceğim. Böyle bir şey yapacağım.

Soru: Bu mahkeme kararı Türkiye’yi nasıl etkiler sizce?

Aziz Nesin: Sarsar. Yani insanların son dayanakları, son sığınakları hekimle hakimdir. Yani adaletle sağlıktır. Bunların ikisi da sarsılınca insanların artık güveneceği yer kalmaz. Güvensizlik içerisinde kalırlar. Mahkemelere güvenmezler. Devlete güvenmezler. O demektir.

Soru: Türkiye’nin zaten şimdi dışarda itibarı çok sarsıldı. Bu mahkeme o bakımdan da Türkiye aleyhine bir durum yaratmaz mı?

Aziz Nesin: Şimdi bundan sonra daha da çok olacak. Yurtdışında Türkiye’nin imajı gün geçtikçe daha da kötüye gidecektir. Çünkü içerdeki hareketler bunu gerektiriyor. Daha işte bakın DEP olayı daha bitmeden arkadan bu olay çıktı. Arkasından başka olaylar çıkacak. Neyse... Yani DGM başsavcısı önce benim idamımı istiyordu. Şimdi mahkeme ucuzlattı biraz. Altı sene mi yedi sene mi hapsedilmemi istiyorlar. Yani bir oyundur gidiyor. Ama bu oyunun adalete sıçraması korkunç bir şey tabi.

Soru: Ceza alanlar da mahkemeyi protesto ettiler. Şimdi bu köktendincilik bu dava sonucu güçlenir mi zayıflar mı?

Aziz Nesin: Köktendincilik sürekli güçleniyor. Yalnız bu davadan değil, daha önceleri daha sonraları, hergün güçlenmektedir. Köktendincilik Türkiye’de hergün güçleniyor ve iktidara doğru gidiyorlar. Az kaldı. Mecliste var bunlar. Bakanlıklarda var. İçişleri Bakanlığı’nda, Kültür Bakanlığı’nda, Eğitim Bakanlığı’nda, her bakanlıkta var. Hükümet içinde de var.

Soru: Ne yapmak gerekiyor şimdi sizce, Köktendinciliğe karşı olanlar, laikler ne yapması gerekiyor?

Aziz Nesin: Düşünmek gerekiyor. Ne yapmamız gerektiğini düşünmemiz gerekiyor. Çok geç kaldı Türkler. Türk aydınları başta olmak üzere Türk milleti düşünmekte çoook geç kaldı. Bu 1940’larda başladı. 1950’lerde şahlandı, efendim, 50’den sonra büsbütün adım adım derken koşar adım bu noktaya geldik işte.

Soru: Bu düzenleyeceğiniz konferans, “Laiklik, Barış, Hoşgörü Konferansı” ne aşamada şimdi? Hazırlık sürecek mi?

Aziz Nesin: Hazırlık dönemindeyiz. Ben yakında yeniden İsveç’e geleceğim. Ayın 22’sinde İsveç’e geliyorum, efendim, bu Hiroşima Ödülü’nü alacağım. Orada İsveç’te yeniden bu konuyu ortaya atacağım. Ve bu konferans konusunda ciddi olarak örgütlenmeyi düşünüyorum.

* * *

Mahkemenin Aziz Nesin ile igili olarak aldığı kararda şöyle deniyordu:

“Olayın müştekisi olan Aziz Nesin Bakanlar Kurulu’nun 24.8.89 gün ve 1989 14479 sayılı kararnamesinde Türkiye’ye sokulması ve dağıtılması yasaklanmış, yazarı Salman Rüştü olan “Şeytan Ayetleri” isimli kitabı Türkiye’de bu yasağa rağmen Aydınlık Gazetesi’nde yayınladığı ve bu kitabın içeriği itibariyle müslümanların peygamberleri ve eşlerine karşı tahkir ve tezyih edici ifadelerin bulunması sebebiyle, tüm müslüman halkı bu yayından dolayı aşağılayıcı ve küçük görücü ve hakareti teşkil edici yayından dolayı TCK’nun 175 ve 159. maddeleri gereğince kanuni işlem yapılmak üzere DGM Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunulması”.



Aziz Nesin iki yıl daha yaşadı. 6 Temmuz 1995 tarihinde yaşama gözlerini yumdu. Oğlu Ali Nesin'e göre ölüm nedeni Sıvas acısıydı...

SIVAS ACISI
Aziz NESİN

Ben tanırım
Bu bulut bizim oranın bulutu
Hemşeriyiz ne de olsa
Benim için kalkmış ta Sıvas'tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başımın üstünde yeri var

Ben bilirim
Bu rüzgâr bizim oranın rüzgârı
Hemşerimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgârı
Kurutsun diye akan kanlarımı

Ben anlarım
Bu acı bizim ora işi hançer acısı
Bir ülkedeniz ne de olsa
Aynı dili konuşsak da
Anlamayız birbirimizi
Hançerin nakışı
Tanıdım acısından Sıvas işi

Ben duyarım duyumsarım
Bizim oranın sızısı bu
Binip kara bir buluta Sıvas ilinden
Sıvas rüzgârında uçup gelmiş
Helallik dilemeye

Ey yüreğimin onmaz acıları
Ey beynimin dinmez sancıları
Suç ne bende ne de sende
Suç seni karanlıklara gömenlerde
Ne de olsa yurttaşımsın
Kapalı olsa da bütün vicdan kapıları yüzüne
Bilmelisin bir yerin var canevimde

Önceki ve Sonraki Yazılar