Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

BİDEN’IN TÜRKİYE’YE ALTIN TEPSİDE SUNDUĞU FIRSAT

 ABD Başkanı Biden, “söz verdiği gibi” 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanımladığı açıklamasını yaptı!

Bu açıklama sürpriz değildi, bekleniyordu. Daha da ötesi, Biden açıklamadan bir gün önce de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramış ve keyfiyeti bildirmişti!

Ancak, enteresan bir şekilde, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler, resmi açıklama duyuruluncaya kadar sessiz kalmayı tercih ettiler. Daha da vahimi, Biden “söz verdiği gibi”, açıklamasını yaptıktan sonra dahi, “genelgeçer” bir karşı açıklama ile karşılık verip konuyu kapatmak peşindeler!

İnsan, en azından, 20 yıldır “neo-osmanlıcılık” yapanlardan başka bir tepki bekliyor!

Elbette, Türk milleti soykırım yapmadı ve bu alçak iftirayı sahibine iade edecektir. Bunda, kuşkuya kapılacak bir durum yok.

Ancak, hem (neo) osmanlıcılık yapıp, hem de siyasetinin en temel direğine bu denli bir saldırı karşısında konuyu bir iki protesto açıklaması ile geçiştirmeye çalışmak, ne anlama gelir, bunu okurun takdirine sunuyorum.

DÜĞMENİN YANLIŞ İLİKLENDİĞİ İLK YER

Bugün gördüğümüz, bu açıklamanın yapılacağını bir yıldır bilen devlet yönetiminin, açıklama karşısında, iki basma kalıp protesto metni ve ABD Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığı’na çağrılıp nota verilmesi dışında, hiçbir hazırlığının olmadığıdır.

Peki, neden?

Bunu anlamak için, sizi bir ay kadar önce yapılan AK Parti kongresine götürmem gerekiyor. 24 Mart’ta yapılan AK Parti 7. Olağan Kongresi’ndeki konuşmasında, Erdoğan, dış politika ile ilgili olarak şu ifadeleri kullandı:

Ülkemizi ve milletimizi, sürekli kendi iç sıkıntılarıyla meşgul ederek son iki asırdır bu tür köklü değişimlerin dışında tutanlar, yine aynı oyunun peşindeler. Ama bu defa başaramayacaklar. Çünkü bu defa farklı bir Türkiye var.

Buradan anlaşılması gereken, 1700’lerin sonundan itibaren Osmanlı devletini parçalamaya yönelik siyasetlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yine yürürlükte olduğu, ancak bu kez başarılamayacağıdır.

Peki, o halde, yine soralım: “Büyük oyun”u bozacak siyaset nedir?

Yine, Erdoğan aynı konuşmasında bunun cevabını veriyor:

Amerika Birleşik Devletleri’nden Rusya’ya, Avrupa Birliği’nden Arap coğrafyasına kadar tüm ülkelerle ilişkilerimizi, Türkiye’nin menfaatleri ve milletimizin beklentileri doğrultusunda şekillendirmeyi sürdüreceğiz. Afrika, Asya ve Avrupa’nın kalbinde yer alan bir ülke olarak bizim ne doğuya ne de batıya sırtımızı dönme lüksümüz yoktur. Birbiriyle rekabet, hatta gerilim hâlinde olan ülkelerle aynı anda dengeli, tutarlı ve uzun vadeli iş birlikleri geliştirmenin kolay olmadığını elbette biliyoruz. Ancak Türkiye, hem coğrafi konumu hem ekonomik çıkarları hem de kuşatıcı dış politika vizyonuyla, bunu başaracak güce ve dirayete sahiptir.

Yani, kısaca, Osmanlı devletinin 1700’lerden beri izledeği “güçler dengesi” siyaseti!

Aslında, doğrusunu söylemek gerekirse, Mustafa Kemal Atatürk dönemi hariç, Türkiye Cumhuriyeti de İnönü, Bayar, Demirel, Özal dönemlerinde aynı siyaseti esas aldı. Sadece, Bülent Ecevit’in kısa süreli iktidarlarında bu politikanın kısmen terk edilmek istendiğine şahit olduk.

“GÜÇLER DENGESİ” SİYASETİ OSMANLI DEVLETİNİ KURTARDI MI?

Osmanlı devletinin 1683’te ikinci Viyana kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra, Avrupa devletlerine karşı en genel ifade ile “kayıtsız” bir ilişki sürdürdüğünü söyleyebiliriz.

Fetihçi siyasetin büyük yara aldığı bu tarihten sonra, esasen kendisini içeride yenileyemeyen Osmanlı devleti, dış politikada da aktif bir oyun kurucu olmaktan çıktı.

Fakat, hayatın boşluk kabul etmediği gerçeği içerisinde, önce Rusya, ardından diğer Avrupa devletleri de Osmanlı devletinin yaşadığı zaafiyetin farkına vardılar ve bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda değerlendirme yoluna gittiler.

Rusya ve Avrupa devletlerinin giderek saldırganlaşması, Bab-ı Âlî’de bu durumdan korunmak için yeni bir siyaset arayışına yol açtı. Osmanlı devletinin 1700’lerden itibaren yıkılıncaya kadar temel dış politikası “güçler dengesi” teorisi üzerine kurulmuştu.

Güçler dengesi siyaseti”nin Osmanlı devletini yıkılmaktan koruyamadığını bugün, tartışmak bile abestir!

Tam tersine, güçler dengesi siyasetinin, Osmanlı devletini ne hale soktuğuna dair, gülünçlüğü temsil eden Avrupalı karikatüristlerin yüzlerce karikatürü vardır.

Ama, ne yazık ki, Osmanlı devletini yönetenler, Fransa’ya karşı İngiltere’yi, İngiltere’ye karşı Rusya’yı, Rusya’ya karşı Almanya’yı “dengelemek” dışında bir çözüm bulamamışlardır.

Öyle ki, Birinci Dünya Savaşı’nın esas olarak Osmanlı topraklarının paylaşımı savaşı olduğunu tüm dünya bildiği, gördüğü halde, İttihat ve Terakki ile devleti yöneten diğer kesimler, önce ümitsizce İngiltere ile ittifak aramış ve en sonunda Almanya’nın deyim yerindeyse, “kucağına düşmüştür”!

Osmanlı devletinin son 200 yılından alınması gereken temel ders; “güçler dengesi” politikasının siz güçsüz iken değil, eğer gücünüz var ise, anlamlı olabileceğidir.

GÜÇLER DENGESİ DEĞİL, GÜÇ POLİTİKASI

ABD karşısında sessizliğin temel kaynağı işte bu “güçler politikası”na mahkumiyettir!

Devleti yönetenler, ABD ile ilişkileri kesmeye cesaret edemiyorlar. Çünkü, dış politayı “kurarken”, bütün taşları “Türkiye’nin zayıf, diğer devletlerin ise güçlü” olduğu varsayımı üzerine dizmişler.

İşte, düğmenin yanlış iliklendiği yer, tam da burasıdır!

Halbuki, ABD’nin tek kutuplu dünya dayatması fiyasko ile sonuçlanmış, Rusya ise, hem ekonomik ve hem de askeri olarak “egemenlik mücadelesi” vermek değil savunma pozisyonunda, Avrupa ise, ABD ile Rusya arasında sıkışmış ve yeni müttefikler arayışında, Çin ise kazandığı büyük ekonomik gücünü küresel siyasete tahvil edebilmek için zamana ve ittifaklara oynamaktadır!

Kısaca, bir ara geçiş dönemindeyiz ve Türkiye hem Ortadoğu’da ve hem de Avrasya bölgesinde yüzyılda bir elde edebileceği bir fırsatın önünde durmaktadır.

Bu açıdan değerlendirildiğinde, Biden Türkiye'ye büyük bir hamle yapma fırsatını altın tepside sunmuştur!

ABD’ye çekilecek rest ile birlikte, öncelikle İncirlik ve Kürecik askeri üslerinin kapatılması ve diğer tüm NATO dışı askeri çalışmaların durdurulması, Türkiye’nin dış siyasetinde “başkalarının oyununda” dengeci roller almak yerine, sahneye oyun kurmaya çıktığının ilanı olacak iken, seçilen bu iç kamuoyunu yatıştırma siyaseti, bumerang gibi, sonunda devleti yönetenlere bedel ödettirebilir.

Osmanlı devletinin son 200 yüzyılından, en azından bunun bir ders olarak çıkarılması lazım.

İngiltere’nin pusuya yatması, Fransa’nın “oyun kuruculuk tiyatrosu”, Almanların “nazlı gelin” siyaseti, Rusya’nın hep bir fazlasına oynaması ve ABD’nin yeni-reaganizm ile yaşadığı şizofreni karşılığında Türkiye’yi koruyacak tek siyaset güç siyasetidir.

Oyunu kendisi kuran Türkiye, müttefiklerini de kendisi seçecektir.

Türkiye devletini yönetenlerin Osmanlı devletini yönetenlerin yanlışını tekrar ederek, 200 yıl sonra başarı kazanamayacakları kesindir.

Kesin olan bir şey daha, bu ülkenin mayasında yeni Mustafa Kemaller çıkaracak cevherin de var olduğudur. 

Önceki ve Sonraki Yazılar