BU SEZON DA ŞAFAKLARI TÜKETTİK

Akçay Altınoluk arasında Fener Karaburun bölgesindeki 2021’in yazlık günleri ne yazık ki bitti.

“Haydi Abbas, vakit tamam.”

Size bir darbımesel anlatayım da varsayımıyla ben Abbas’ı yolcu ediniz.

Vakti zamanında, sohbeti doyumsuz bir gezgin varmış, adı da Abbas’mış. Konuk olduğu yerlerde sohbetlerine doyulmazmış.

Sohbetini bitiren Abbas:

“Eh artık izin verin. Yolcu yolunda gerek,” deyip kalkmak isteyince, mecliste bulunanlar bırakmak istemez:

“Sohbete devam edelim, biraz daha biraz daha,” diye ısrar edermiş. Bizim Abbas, kararlı bir şekilde:

“Israr etmeyin, kalamam, yolcudur Abbas, bağlasan durmaz,” der yola düşermiş. İşte “Abbas yolcu” deyimi bu buradan gelirmiş.

Ah bu gönül, bir türlü yaşlanmıyor. Elime bir papatya geçer geçmez utanıp da kimseye göstermeden başlıyorum: “Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor…” Budalalık para ile değil ki! Bir sırrımı daha versem, biliyorum, katıla katıl gülersiniz. Belki de “Fukaranın düşkünü, beyaz giyer kış günü,” dersiniz. Bu yaşta, şarkılardan fal tutarım. Bu sabah eşim bavulları hazırlarken ben fal tuttum. Ne çıktı biliyor musunuz? Ömer Bedrettin Uşaklı’nın güftesine Kaptanzade Ali Rıza Bey’in hicaz şarkısı:

“Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına

Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına

Ayrılık görünmüşken yar tutmuyor elimden

Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına”

TRT’de rahmetli Nedret Selçuker’in sunduğu “Bir Şiirdiir Yaşamak” programının metnini yazardım. Çekime de katılır, paslaşmalar yapar, bazı bilgiler verirdim. Programın sinyal müziği enstrümantal haliyle bu şarkıydı. Yayın günü gelir, televizyonun karşısına geçtiğimde bu müzik başlayınca heyecanlanırdım.

Geçmiş zaman bilmem tekrar gelir mi? Son gurup, son şafak derken biz yine sözü şiire bırakalım ve Ömer Hayyam’ı okuyalım:

“Kimse emin değil ki şafaktan tekrar

İste; gelsin, gül renkli şaraptan tekrar

Sen altın değilsin ki, hey aptal herif

Gömüp de çıkarsınlar topraktan tekrar”

Yirmi yıla yakın bir zaman önceydi. Henüz Bypass Ameliyatı olmamıştım. Kalp spazmları ufak ufak okşuyordu. Aylardan kasımdı. Karmaşık duygular içindeydim. “Kalp çarpıntısı” adını verdiğim şiirde duygularımı yansıtmıştım:

“Önce bin nazla kopuşunu göreceksin

Bale yumuşaklığı ile uçuşunu,

Düşüşünü duyacaksın gönül teline;

Birkaç solgun yaprağın...

Bu yorgun hışırtı, bu sürekli titreyiş,

Dökecek sonunda hepsini biliyorum.

Sarının tonları kahverengiye çalacak

Alacak rengine toprağın.

Ah şu çarpıntısı olmasaydı kalbimin...

Çalı süpürge, paslı faraşla tanışacak

Yaslı parkın bir köşesinde yanacak için için,

Dumanı çıplak dalları, külü toprağı,

Körpe yeşillere gebe bırakacak...

Hışır hışır, hışır hışır geceler boyu uykusuz.

Domur domur soğuk terler yok mu?

Yok mu kulaklarımda çınlayan tansiyon?

Her ilkin bir sonu olacaktır kuşkusuz,

Her sonun bir ilki var...

Ey hoyrat rüzgâr!

Sondan önce bu kaçıncı istasyon

Ey şakaklarıma düşen kar,

Gönlüme çöken sonbahar!

Ah şu çarpıntısı olmasaydı kalbimin...

Hüznün bestelenmemiş en tatlı şarkısı

Ey pastırma yazında durasıca zaman

Güneşin donmalıydı bu son pırıltısı.

Yalnız kasımpatılar kaldı biliyorum,

Ebedi yolculuğun uğurlayıcısı.

Ah şu çarpıntısı olmasaydı kalbimin.”

Son Şafak için bir yazı yazmaya oturunca, aklıma bu şiirin iki dizesi düştü: “Her ilkin bir sonu olacaktır kuşkusuz, / Her sonun bir ilki var...”

Elbette bu son şafak değil. Köyde bu sezon geçirdiğim şafakların sonu. Allah nasip ederse şiir de dediğim gibi, rüzgârların önünde sürüklenen yapraklar, “Yaslı parkın bir köşesinde yanacak için için, / Dumanı çıplak dalları, külü toprağı, / Körpe yeşillere gebe bırakacak...” Eğer ömrümüz yeterse, Mayıs başında o körpe yeşiller, bütün güzelliği, sevimliği ve de sevecenliği ile bizi karşılayacak.

Hafızam çok zayıf. Bir şiiri bile belleğimde tutamıyorum. Bölük pörçük dizeler, Ecevit’in takaları gibi geçiveriyorlar: “takalar geçiyor allı yeşilli / takalar geçiyor dümenleri lâzlı / takalar geçiyor en nazlı / yelkenlilerden de güzel….”

Bu ayrılığın duygu ikliminde neler geçiyor neler? Örneğin Turgut Uyar’dan birkaç dize:

“…..bu gülüş en aldatmazıdır vaatlerin.

yıllarca sonra bir uzak gurbette bile;

zulmüne dayanılmazken yalnız saatlerin,

bir yeşil yaprak üstünde gözlere,

görünür, uzaklaşır…”

O yeşil yaprak uzaklaşır, uzaklaşır da acaba hayal dünyasında da olsa buluşma ihtimali var mı? Edip Cansever’in “infilak”ını okuyunca, protonların çarpışmasını anımsadım, korktum:

“Gitsem de her yerde biraz vardır

Hatırda zamansız bir plak

Bir otel kapısı, biraz istasyon

Vardır o seninle birlikte olmak

Buluşur çok uzaktan ellerimiz

Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak. “

Cahit Sıtkı Tarancı her zaman, damardan girip, kalbimin bütün odacıklarında var olmuştur. Diyor ki:

“…..Bir köşeye mahzun çekilen için,

Yemekten içmekten kesilen için,

Sensiz uykuyu haram bilen için,

Ayrılık ölümün diğer ismidir.”

Yalnız Cahit Sıtkı mı? Ahmet Kutsi Tecer de öyle değil mi?

“…. Bütün sevgileri atıp içimden,

Varlığımı yalnız ona verdim ben.

Elverir ki bir gün bana, derinden,

Ta derinden, bir gün bana “Gel” desin.”

Ahh! Dostlar, Kemalettin Kamu sanki onlardan farklı mı, Yıldırım Gürses de duygulara duygu aşılamış, okuyup veya dinleyip de içinde erimemeniz mümkün mü:

“Ne arzum, ne emelim...

Yaralanmış bir elim

Ben gurbette değilim,

Gurbet benim içimde….”

Kendim hayale dalıp kandim ağlamaya başlammadan, Nazım Hikmet ile “Son Şafak’ı noktalayayım. 6 Haziran 1960’da Berlin’de yazmış: .

“Ayrılık, demir çubuk gibi sallanıyor havada

Çarpıyor yüzüme yüzüme

Sersemledim

Kaçıyorum ayrılık kovalıyor beni

Yolu yok elinden kurtulmanın

Dizlerim kesildi, yıkılacağım…

Ayrılık, zaman değil, yol değil;

Ayrılık, aramızda bir köprü…

Kıldan ince, kılıçtan keskin.

Kıldan ince, kılıçtan keskin;

Ayrılık, aramızda bir köprü.

Seninle diz dize otururken de...”

Önceki ve Sonraki Yazılar