BU TOPRAKLARIN KADERİ, SAVAŞ HUKUKU VE SAVAŞ EKONOMİSİ

Bıdı bıdı edene bundan sonra " 34 FG 0202 senin mi?" de, çak bırak!

Şimdi konumuza geçebiliriz.

* * *

Biz askerler "önce güvenlik" deriz.

Gerçekten de böyledir. Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarşisi'nde öncelik fizyolojiye verilir. Yani karın doyurmaya..

Mantık doğru, lakin görecelidir. 

Napolyon da "ordular karınları üstünde yürür" der.
Bu da askeri zaviye; bu da doğru!

Peki, bizler avcı toplayıcı bir kavim olsaydık, etrafımız vahşi hayvanlarla sarılı ve karşı kabile ile de sınır anlaşmazlığımız veya meyve bahçesini paylaşamıyor olsaydık, güvenlik, fizyolojiyi öteler miydi?

Ya da bir adaya düşseydiniz, yanınıza almanız gerekenler arasında hayatınızı idame ettirmek için "ilk yardım çantasını mı kapardınız, konserve kutusunu mu, yoksa bıçağı mı?"...

Bir hocam bu soruya şöyle cevap verdi: "Beni neyin beklediğini bilmediğimden tok olarak ölmektense, aç olarak hayatta kalmayı yeğlerim".

Aynen katılıyorum. Ben de bıçağı kapardım.

Maslow bu yüzden Doğu toplumlarına referans olarak gösterilemez.

Üzgünüm; Hem Önden Hem Cam Kenarı Kapasitemiz Sınırlı Efendim!

Her şeye asker gibi bakılmaz elbet! 

Öyle olursa Baas rejimlerinden veya Kuzey Kore'den ne farkımız kalırdı?

Mevzu asıl şuradan açıldı: Benim bir zamanlar gazetecilik hamuru yüksek bir ablam vardı. Uzun zamandır kendisini görmüyordum. Twitter'da epeyce 'çet'leştik. 

Aşırı solculara sokulup,, ziyadesiyle muhalif olmuş.

Hassas ve yumuşak insanların "hukuk, ille de hukuk!" söylemlerini fantastik bulurum.

Niye; çünkü bu coğrafyanın hakikatine uymaz.

Düşünün; bu coğrafyaya hakim olduğumuzdan beri savaşmayan nesil var mı?

Uzun yıllar İsveç'de yaşamış, çift pasaport taşıyor ya... 

Hanımefendi burayı İsveç sanıyor. Sor İsveç en son ne zaman birinle kavga etti? Hık, mık!

Merak ettim, açtım baktım: En son 1709 İsveç-Rus Savaşında...

Tamam hukuk adalet herkese lazım. "Adalet mülkün temeli"; biz bilmiyor muyuz?

Bu coğrafyanın kadim hukuku, "savaş hukuku"... 

İktisadi muvazenesi "savaş ekonomisi" dir.

Olmasa keşke, ama öyle!

Bu Topraklardan Bir İsviçre Çıkartamazsınız!

Dedim ki: Ablacım, biz PKK ile kırk yıldır uğraşıyoruz. PKK'yı sınır dışına ancak attık.

PKK'yı sınır dışına atmak ne demek biliyor musun?

"Emperyalizmi bu topraklardan defetmek" demek.

Onun için kuduruyorlar. Onun için Feto'yu tekrar hortlatmak istiyorlar. Onun için Peker'i kullanıyorlar.

Ayağımıza prangayı tekrar geçirip, eski vizyonsuz, misyonsuz, müstemleke valileri ile idare edilen bir Türkiye istiyorlar.

Onun için bir başımıza anarşiyi sardılar, bir Asala'yı, bir PKK'yı, bir Feto'yu...

Hasılı, neymiş?

Önce güvenlik!

İşletme doktrini der ki: Hiç kimse, hiç bir kurum, hiç bir işletme...

Siz bunu "devlet, millet" olarak okuyun...

"Her zaman her yerde güçlü olamaz!". 

Tüm gereksinimlerini paralel büyütemez, genişletemez. 

Mutlak bir yumuşak karnı vardır.

Başarı, o yumuşaklığı mümkün olduğunca kamufle edebilmekten geçer.

Şimdiye kadar muvaffak olmuş olmalıyız ki; bir karış toprak kaybetmeden...

Göreceli de olsa... 1923'de yenilenen devlete önce Hatay'ı, ardından Kıbrıs'ı ekledik...

Şimdi, Cerablus, Tel Abyad, Afrin, İdlib...

Trablus...

Ve Karabağ...

Şimdi Ne Yapacaklar?

Peker'in yuvalandığı Dubai, ikinci Pensilvanya olarak hizmet görecek...

Dikkatinizi çekiyor mu?

Bütün hıyanet erbapları sınır dışından ötüyor. 

Sesini burada sufle edenler utansın!

* * *

Yazı yazmak zordur.
Herkesin bu hususda ayrı bir tarzı, ayrı bir üslubu vardır.

Ben de yazılarımı yazarken bazen hayatımda olan insanları yazının içine serpiştiririm.

Eğer bu menfi bir durum içeriyorsa kişi "beni yazısına malzeme yapmış" der.

Müspet ise bundan gurur duyar.

Neredeyse yirmi senedir tanımaktan gurur duyduğum gazeteci bir ablam var.
Yazımı okumuş. "Burada bahsettiğin İsveç'te yaşadığını ifade ettiğin abla ben miyim?" diye sordu.

Hem "evet hem hayır"dı.

Çünkü yazdıklarımın çoğu kurgu idi.

Bana kapısını açan, çayını kahvesini içtiğim kişi ile ilgili olarak..

Hakikatte şahsı ile alakalı bu güne değin ne bir menfi düşüncem vardır, ne de şahitliğim sözkonusudur.

Meslek konusunda ise, kendisini her daim inandığını yazmış, kalemini satmamış bir insan olarak tanımaktan onur duydum, örnek aldım.

Affımı diliyor, ellerinden öpüyorum...

Bu şekilde de aranızdan ayrılmak istemezdim.

Bana burada yazma imkanı veren sayın editörüm Ali Rıza Özkan'a, sonsuz hürmet ve saygılarımla..

Hoşçakalın..

Önceki ve Sonraki Yazılar