BU VATANI NASIL KURTARDIK?

 Elli yıl önceydi. Aşıklık geleneğini yaşatmak, canlandırmak hevesiyle zamanın önde gelen aşıklarıyla birlikte olduğumuz, yurdun dört bir yanında etkinlikler düzenlediğimiz yıllarda, saz çalmayan halk ozanlarından biri de Abdülvahap Kacaman’dı. Milli ile mahalli karışımı olan kıyafetle gezer, sahneye çıktığında hamasi destanlar okurdu:

“…….. Pes demedik devletlerin birine,

Nöbet tuttuk subayından erine,

Top, tüfek, süngü, mermi yerine,

Değnek ile vura vura kurtardık!

 

Sırrımızı yad ellere açmadık,

Candan geçtik bu vatandan geçmedik,

Kurşunlardan süngülerden kaçmadık,

Göğsümüzü gere gere kurtardık! ……..”

Sonradan bu destanın Abdülvahap’ın hemşerisi olan Aşık Halil Karabulut’un olduğu söylendi. Bana da mantıklı geldi. Ama halk yaygın olarak Kocaman’dan duydu, sevdi, onun bildi. “ Abdülvahap; Türk’ün aslı nereli? Tarihinde kahramanlık sıralı, Hedefimiz Akdeniz’dir ileri, Düşmanları kıra kıra kurtardık!.” Bunları niçin yazdım, sözü nereye getireceğim? Sevgili dostlarım, bu vatan boyacı küpünde kurtarılmadı. İşgal edilmiş veya ettirilmiş, yokluk, yoksulluk, yoksunluk, zulüm altında inleyen vatanı boyacı küpünün içine sokup, çıkararak sihirbazın asasının uçunda güle oynaya rengarenk kurtarmadı.

Niçin yazdım bunları? Özellikle bu günlerde, ülkemizde at izi, it izine karıştırılıyor. Beka sözcüğünü dilinden düşürmeyen devlet erkinin bilmesi, bulması, engellemesi gereken bir bela yaygınlaşmakta. Trol kisvesi altında, 5. kol faaliyeti, örgütlü olarak hemen her gün, profesyonel ellerden çıkmış, özel tasarımlı, grafik, montaj fotoğraflarla yalan, iftira, hakaret, nifak tohumları saçan, sloganlar üretiliyor. Kişilik, onur, vicdan, fukaraları arasından satın alınmış kişiler aracılığı ile sosyal medyada paylaşımlara sokuluyor. Kuvayı milliyeyi, Atatürk ve silah arkadaşlarını, cumhuriyeti, laikliği itibarsızlaştırmaya çabalıyorlar.

Sistemli bir şekilde ulusal kurtuluşumuzu küçümseyici, manevî yıkıcı, ayrıştırıcı algıların oluşumuna zemin hazırlıyorlar. “Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı. Ne şeriat yıkılırdı,” diyen yüreği kara “bedhah” bile 5. Kol tarafından üretilen hezeyanlar yanında hafif gelmeye başladı.

Ne olur, biriileri yalan olduğunu söylesin. T.C. Büyük Millet Meclisi’nin eski başkanlarından birisi kurtuluş savaşının olmadığını söylemiş. Her halde Yunan’ı, İngiliz’i, Fransız’ı, İtalyan’ı bir miktar işgal yaptıktan sonra, “biz şaka yaptık” diyerek geri çekildiler. Kendi kendilerini kırdılar, bizim topraklarımıza gübre olsun diye cesetlerini bırakıp gittiler.

Kullanılanlar arasında, cellatlık genleri taşıyanlar kadar, toplumda okumuş, yazmış, efendi sanılan kişilerin de bulunması acı veriyor. Baştaki destana dönüyorum. Abdülvahap Kocaman’ın heyecanlı gür sesini duyar gibi oluyorum:

"İstiklâl Harbi’nde biz bu vatanı

Başı başa vere vere kurtardık.

İnanmazsan git konuştur atanı,

Kara günler göre göre kurtardık.

 

Unuttun mu emeğini atanın?

Deden yok mu, senin şehit yatanın?

Bütün çevresini nurlu vatanın,

Cesetten ağ öre öre kurtardık.

 

Türk kadını koştu kazma kürekle

Mermi çekti kucağında bebekle

Kara barut ile dolma tüfekle ,

Topa karşı dura dura kurtardık.

 

Devletlerle açılmıştı aramız

Dövüşmekten başka yoktu çaremiz

İlaçsız, doktorsuz kendi yaramız

Gömlek yırtıp sara sara kurtardık.

 

Yedi iklim dört köşede, her yanda

Kim duymamış Türk’ü ulu cihanda

Kars’ta, Erzurum’da, Bitlis’te, Van’da

Yüz bin şehit vere vere kurtardık.

 

Mehmetçik çarığı çekti sılada

Kaldı düşmanların başı belâda

Sakarya, İnönü, Dumlupınar’da

Üçer, beşer kıra kıra kurtardık. ……”

Önceki ve Sonraki Yazılar