BUGÜN CUMHURİYET BUGÜN ATATÜRK

Cumhuriyet’in onuncu yılının özüne yaraşır kutlandığından hiç kuşkum yok. Ellinci, Yetmiş beşinci yıllarını da bizim kuşak kutladı. Resmî dairelerin üzerine Cumhuriyetin sekseninci yılını sembolize eden tabelâların asıldığını, resmî yazılarda 80 inci yıl amblemlerinin yer aldığını da gördük. Bugün keşke, onuncu yıl coşkusu ile özde kutlayabilseydik. Yüzüncü yıla bazı çatlak seslerin gürültü kiri içinde yol alıyoruz.

Erzurum Kongresi toplantılarının yapıldığı günlerin birinin gecesinde Mustafa Kemal ile Mazhar Müfit Kansu ile arasında şu konuşma geçti:

- Mazhar not defterin yanında mı?

- Hayır paşam.

- Zahmet olacak ama bir merdiveni inip çıkacaksın. Al gel.

- Ama bu defterin, bu yaprağını kimseye göstermeyeceksin. Sonuna kadar gizli kalacak. Bir ben, bir sen, bir de Süreyya bileceksiniz, şartım bu...

- Öyleyse tarih koy.

- 8 Temmuz 1919 sabaha karşı.

- Pekâlâ, yaz. Bir: Zaferden sonra hükümet biçimi Cumhuriyet olacaktır.

Ulu Önderimiz Atatürk, 13 Kasım 1937 günü Sivas’ta “Burada bir milletin kurtuluşunu hazırlayan kararlar verildi.” demişti. Vatanımızı saran kara bulutların dağılmasıyla cumhuriyet aydınlığına kavuşmanın coşkusu kuşkusuz bütün şairleri etkiledi. Kağnıyla ya da sırtta top mermisi taşıyanların görevi bitmiş, şairlerin görevi başlamıştı. Kahramanlıkları, yurt sevgisini ve bu ateşi yakan Mustafa Kemal’i şiirlerle ölümsüz kılmak bir şairin vatan borcuydu.

Cumhuriyete o kadar kolay ulaşılmadı. Türk halkı, 1918'den, 1922 yılına kadar var olma uğraşısı verdi. Nice çileli yollar aşıldı. Nice Elifcikler kağnılara koşuldu:

“Yediyordu Elif kağnısını,

Kara geceden geceden.

Sankim elif elif uzuyordu, inceliyordu,

Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar,

İnliyordu dağın ardı yasla,

Her bir heceden heceden..”

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Mustafa Kemal’in Kağnısı” şiirini ne zaman okusam, heyecanlanırım, şiirin sonuna doğru boğazım düğüm düğüm olur, şu dizelere geldiğimde gözyaşımı tutamam gayri:

“.. Kocabaş yığıldı çamura,

Büyüdü gözleri, büyüdü yürek kadar,

Örtüldü gözleri, örtüldü hep.

Kalır mı Mustafa Kemal’in kağnısı bacım,

Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik,

Yürüdü düşman üstüne, yüceden yüceden.”

Vatanımızı saran kara bulutların dağılmasıyla cumhuriyet aydınlığına kavuşmanın coşkusu kuşkusuz bütün şairleri etkiledi. Kağnıyla ya da sırtta top mermisi taşıyanların görevi bitmiş, şairlerin görevi başlamıştı. Kahramanlıkları, yurt sevgisini ve bu ateşi yakan Mustafa Kemal’i şiirlerle ölümsüz kılmak bir şairin vatan borcuydu.

İşte bunlardan rahmetli ağabeyim, Ahmet Tufan Şentürk Ermenek’ten şöyle sesleniyordu:

“Toroslardan selâm sana Mustafa Kemal,

Kırçiçeği, çam kokusu, kekik kokusu.

Yiğitçe çarpıyor yine yüreğim,

Deli rüzgârlar başımda

Yıllarca evveli düşünüyorum,

Usuma yer etmiş anıların var.

Duman duman dağlar gibi dimdik,

Aydınlığa özgürlüğe koşuyorum.

Bu dünyadan selâm sana Mustafa Kemal,

Vatanı, özgürlüğü, bir de seni sevdik.

.......”

Mustafa Kemal’i sevmemek mümkün mü? O, cumhuriyete gelişi şöyle anlatmıştı:

“Ben milletimin vicdanında ihsas ettiğim büyük tekamül istidadını bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak sıraları geldikçe bütün içtimai heyetimize tatbik ettirme mecburiyetinde idim.”

Atatürk bir başka konuşmasında “Cumhuriyet ahlâkî erdemliliklere dayanan yönetim şeklidir” diyordu. Ömer Bedrettin Uşaklı, “Akdeniz’e Doğru” adlı şiirinde Cumhuriyeti anlatıyor:

“Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti

Zaferle kalbimize yazdık Cumhuriyeti.

Sakarya’dan su içtik o çelik süngülerle,

Yuvaları dağılmış yılmaz bir avuç erle.

‘Hedef Akdeniz asker!’ diyen parmağa koştuk,

Zafer bahçelerinden gül koparmağa koştuk.

Yol gösterdi göklerden bize binlerce yıldız,

Kıpkızıl ufuklardan taştı al bayrağımız.

Koştuk aslanlar gibi kükreyip dağdan dağa,

Canavarlar dişinden vatanı kurtarmağa.

Sakarya’dan su içtik o çelik süngülerle,

Yuvaları dağılmış yılmaz bir avuç erle.

“Eğilmez başımıza taç yaptık hürriyeti

Zaferle kalbimize yazdık Cumhuriyeti.

Şairlerimiz büyük bir içtenlikle, coşkuyla, cumhuriyetimizi dile getirmek için için çaba göstermiş, birbirleriyle yarışmışlardı.

Atatürk’ün kişiliğini anlatırken, kökleri tarihin en eski çağlarına varan milli imajlarımız uyanmış, birçok şiirde O, Oğuz Kağan’a, Bozkurta, Gök Tanrı’ya benzetilmişti. Samih Rıfat “Ya ölüm ya istiklâl” parolasını anlatırken diyor ki:

“Süngümü demir gibi ellerimle kavradım

Şanlara zaferlere yürüdüm adım adım.

Irkım doğudan koptu, dört bucakta savaştı;

Altay’dan attığım ok, Alp dağlarını aştı!

....

Adımın biri Oğuz, biri Mustafa Kemal,

Irkımın istediği; Ya ölüm, ya istiklâl!”

Türk milleti Atatürk’ün kişiliğinde, kendi milli değerlerinin en güzel, en canlı, en coşkulu ve anlamlı anlatımını buluyordu. Halk şairlerimiz de Cumhuriyet sevgisini, milli heyecanları ve öz duyguları ile bizlere sunuyorlardı.

Ardanuçlu Âşık Efkarî:

“Anadolu’muzda yapılan yollar / Dikilen direkler, çekilen teller, / Yaptı köprülere o nurlu eller; / Vatana hizmeti cumhuriyetin.”

Çukurovalı Halk Ozanı Halil Karabulut:

“Medeniyet köşe köşe uzandı, / Güzel eserlerle her yer bezendi, / Türklük benliğini tekrar kazandı? Takvim yenilendi, dil yenilendi.”

Şarkışlalı Âşık Sefil Selimî: “İstiklâl ufkunda doğan güneştir / Cihanın üstüne değen güneştir, / Kara taassubu boğan güneştir;/ Bugün Cumhuriyet, bugün Atatürk” diyordu.

Yalnız savaşı dile getirmedi şairler. Barışı da en güzel dizelerle dile getirdiler. Savaştan mutlu ama yorgun çıkanların duygularını şiirlerine aktardılar. İnanıyorum ki, bu şiirler yetişen gençlere Atatürk sevgisini aşılayan en etkili eğitim aracı olacak. Yine bu şiirler, Atatürk’ün bıraktığı emaneti, koruma, kollama için tutulan nöbetin kutsallığı bilincinin kazanılmasına katkı sağlayacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar