CENAP’IN ŞİİR DÜNYASINDA GEZİNTİ

 

Cenap, öyle bir ressamdı ki, elinde ne fırça, önünde ne tuval vardı. O kelimelerle tablo yapan bir ressamdı. Ünlü şair, her ne kadar yazdığı makalelerde resim-şiir dersini Paris'te (Şarl Bovari) Charles Brevet'ten aldığını yazmışsa da; bu yetenek kendisinde doğuştan vardır.

Fransaya gitmemiş, parnas mektebinin ne olduğunu daha bilmezkerı, yayınladığı «Tamat» adındaki şiir kitabında bunun güzel örneklerine rastlanır.

Dilber yatıyor ne ulviyâne
Saçlar dağınık yanakta tel tel
Dalgın uyuyor tebessüm etmiş
Kudret sanırım tecessüm etmiş
Bir el dolaşık bu giysüvane
Pûşidesi şu'leler içinde
Bâlinine serpilir sefalar
Saidleri neşvezâr-ı canmış
Nirân-ı sefa ile dolanmış
Bâzûları bin güher içinde
Gerdandaki haller sâfâver
…………….”

Servet-i Fünun şiirini divan şiirinden ayıran en büyük özelliklerden birisi de evdir. Kadın divan şiirinde de vardır. Buradaki kadın, ya içki dağıtan güzeldir, servi boyludur, da gül yanaklıdır, ahu bakışlıdır, can yakandır.

Ama evin içindeki kadının yaşamı divan şiirlerinde yoktur. Çünkü evin içi haremdir. Ona dil uzatılmaz. Servet-i Fünun şiirinde ise sevgili olsun, anne olsun, kardeş olsun kadın vardır. Kadının her yönlü tablosu vardır. O kadar ileri gidilir ki, kadının yatak odasına kadar girilir ve onun asüde uykusu seyredilir.

Divan edebiyatında kadın, daima sıhhatlidir, neşe saçıcıdır. Servet-i Fünunda ise kadın her zaman şuh ve şehvetli değildir. Solgun yüzlüdür. Onun şakaklarından dökülen saçları şairin ciğerini parçalamaz ancak çocuğunun yüzünü örter.

İşte Cenab, bu konuları en güzel şekilde işlediği için devrinin en büyük şairi olmuştur.

Bu yıllarda Mektep'de yayınlanan Büyük Valide adlı şiirinde torununun beşiğini sallayan bir nine anlatılır, Bu büyük yeniliktir. Hab-ı seheri'de seher vakti uykuya dalmış bir anne ile çocuğu anlatılır.

Önce güzel perdelerin arasından odaya ışınlar süzülecek, bu ışınlar sevgi yuvasında mutlu uyuyan anneyi gösterecek, annenin şakaklarından inen saçlar çocuğunun yüzünü örterek, bu minnacık yüz şöyle tasvir olacaktır:

“Hicab-ı çeşminin altında mai gözlerine

Görünce belli belirsiz gönül kıyas eyler

Hakik bir tülün altında mai sümbüller…

Gece şiirleri Cenap’ın eserleri arasında büyük bir yer tutar. Cenap gece ve karanlığı anlattığı mehtaplı veya mehtapsız şiirlerinde yalnız değildir. Hemen hepsinde bir sevgili vardır.

Ayın aksi «Aks-i mah» adlı şiirinde yalnız başına ağlayan bir ay vardır. Yeryüzüne gümüş rengi gözyaşlarını döker durur. Burada bir kadının yerine ay, sembol olarak kullanılmıştır.

Mektep dergisine çıkan Ab ü Ziya manzumesinde, şair gecenin içinde tabiatın güzelliğine dalar.”Sahil-i saf-ı bahr”e inerek başını bir taşa dayar ve etrafında gördüklerini şöyle anlatır:

Gark-ı nur-ı süur idi derya,
Sanki bir sesle bir parıltı idi
Suda her katreyi eden imla...
Görülen bir ziya-yı şüste-lika
Duyulan tatlı bir çağıltı idi,
Sanki ağlardı ab içinde ziya.

Cenâb bu manzumesinde sade ışık ve renkten değil, sesten de yararlandığı görülüyor. Parnasyenlerle Sembolistler mehtaplı gece temini çok kullanmışlar ve ay ışığı ile musiki arasında ilgiler kurmuşlardır.

“Temaşa-yı Leyal”de şair, sevgilisini kendisiyle birlikte bu evrenin canlı‎ tablosunu seyretmeye davet eder. Tabloyu meydana getiren unsurlardan görebildiğimiz gölge ve ışıktır. Evren adeta gölge ve ışığın git-gel’idir.

Gel bu akşam da ser-be-ser güzelim
Levha-i kâinatı seyredelim:
Gölge, hep gölge, her taraf gölge,
Gölgelerle bütün zemin mestûr;
Asman yalınızca nîm manzûr.
Görülen başlıyor görülmemeğe;
Bir dumandan kefenle cism-i cihan
Kalıyor ka'r-ı leyl içinde nihan...
………”
 
Yarın Cenap Şehabettin’in şekilcilik konusundaki düşüncelerine örnek vereceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar