Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

CİBİLLİYET SİZ MİSİNİZ?

Halk Gara’da neler oldu, merak ediyor. Muhalefet partileri de, siyasi parti olmalarından doğan en doğal haklarını kullanarak, Gara’da rehinelerin şehit edilmesi sürecinin nasıl geliştiğinin topluma açıklanmasını istiyor.

Bundan doğal ne olabilir?

Konuya yeniden döneceğim, ama küçük bir parantez açacağım:

Rehine kurtarma operasyonları belki de en tehlikeli güvenlik operasyonlarıdır. Çünkü, karşınızdaki gücün eline rehine geçirmesi demek, bununla kendi çıkarlarına göre şantaj yapabilme fırsatı yakalamış olması demektir. Dünyada, rehine kurtarma operasyonları ile ilgili bir istatistik var mı, bilmiyorum. Ancak, terör örgütlerinin ellerinden rehineleri kurtarma istatistiğinin çok düşük olduğunu söyleyebilirim. Sanıyorum, teröristlerin elinden en başarılı rehine kurtarma operasyonu halen, 18 Ekim 1977’de Alman güvenlik görevlilerinin Somali’nin Mogadişu kentine götürülen Lurfhansa uçağına yapılan operasyondur.

Parantez içine parantez olarak şunu da eklemek istiyorum ki, koca koca TV yorumcularının hiçbiri, günlerdir süren tartışmalara rehine kurtarma operasyonlarının şartları vs gibi konularda konuşmuyor!

Dönelim konumuza:

Cumhurbaşkanı Erdoğan özellikle de, kendisinden hesap vermesi istendiğinde sinirlerine hakim olamıyor. Halbuki, yetki makamında oturmanın hayati derecede önemli bedeli hesap verebilirliktir.

Yetki makamında oturanların hesap vermesi, demokrasinin en temel kuralıdır. Yetki makamında oturanların hesap vermekten kaçınmaları demokratik sistemde arıza yaratır.

Nitekim, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Gara operasyonu konusunda dile getirdiği talepleri de Erdoğan’ı aşırı derecede sinirlendirdi.

Kılıçdaroğlu’na cevap olarak Erdoğan şöyle demiş: “Terör örgütlerini ve siyasi uzantılarını korumak için, bunun sonucunu bize yıkacak kadar alçaldılar. 'Bunun sorumlusu Erdoğan'dır' diyor. Ne yüzsüzsün sen ya, bunların cibilliyeti bozuk.”

Erdoğan’ın ne yazık ki, rakiplerine karşı sıklıkla kullandığı bir tanım “bunların cibillliyeti bozuk”!

Erdoğan, 2007’de o dönem CHP Genel Başkanı olan Deniz Baykal’a da yine aynı sözleri sarfetmişti!

Baykal ise, siyaset dersi yerine geçecek, şu sözlerle cevap vermişti, cibilliyetsiz sözüne:

“Cibilliyet yani soysuzluk, sopsuzluk. Bizim soyla sopla ilişkimiz yok. Biz kimsenin soyuna sopuna bakmayız. İnsanları da soyu ile sopu ile tarif etmiyoruz. Herkesin soyuna sopuna saygı gösteriyoruz. Kimseye soysuz sopsuz deme hakkını kendimizde görmüyoruz. 72 millet birdir diyen o büyük Hacı Bektaş Veli’nin çizgisinden dünyaya bakıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın insanlara cibilliyet terminolojisi ile bakmış olmasını, kendisini ağır mahkumiyet içine soktuğunu kavrayamamış olmasını üzüntü ile karşılıyorum. Başbakan hakkında konuştuğu kimseyi değil, kendisini mahkum etmiştir. Soyumuzdan sopumuzdan şikayetimiz, kompleksimiz yok. Anamıza babamıza bizim soyumuz ne diye sorup, vallahi bilmiyorum cevabını almadık. Bizim soyumuz da sopumuz da belli. Bu ülkede şu kadar soy var sop varla uğraşmıyoruz. Yok böyle bir şey. Türkiye’de sadece Türk milleti var. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın ağzına cibilliyetsiz sözünü yakıştıramadım. Rahatsız olmadım, ne söyleyenin, ne söylenenin önemi var. Bu yanlış söz. Bir daha ağzına o lafı alma. Git ağzını yıka, dişini de fırçala. Bir daha ağzına alma.”

Baykal’ın bu sözlerinin etkisi olmamış ki, Erdoğan rakiplerinin “cibilliyeti” konusunu ilerleyen zaman içerisinde de gündeme getirdi!

2014’te Kılıçdaroğlu’na, 2018’de Muharrem İnce’ye cibilliyet sorusu sorduğunu hatırlıyorum!

Etimolojik sözlük cibilliyet kelimesini şöyle açıklıyor:

“Arapça cbl kökünden gelen cibillat جبلّة  "yaradılış, maya, huy" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça cabala جبل  "kalıp döktü, şekil verdi" fiilinin ismi merresidir.”

Yani, “cibilliyetsiz” ithamı ise, soysuz, karaktersiz, ahlaksız, mayası bozuk anlamına geliyor!

Esasen, kahvehanede birisi diğerine söylese, kavga çıkaracak bir kelimeyi Cumhurbaşkanı makamında oturan bir kişinin siyasi rakiplerine yönelik kullanması, siyaset kalitesinin de göstergesi!

Siyaset bu düzeyde olmak zorunda mı?

Ya da, tersinden soralım: Siyaseti bu düzeye mahkum etmekten murat ne olabilir?

Önceki ve Sonraki Yazılar