CİĞERCİNİN KEDİSİNİN KUYRUĞU

Çocukluk günlerimdi. İlçemizde her evde elektrik yoktu. Gaz lambası ile aydınlanırdık. Fırınlı sobaya yani kuzineye sahip olmak lükstü. Her evin kedisi vardı. Evlerin çoğunluğu kerpiç duvarlı, toprak damlıydı. Fareler, duvarları, ahşapları, çuvalları delebilirdi. Kedilerin görevi, evlerdeki erzakları farelerden korumaktı. Sobanın yanındaki mindere kurulur, bir iki gerinir, uykuya dalardı. Mırıltısını dinlerken, benim de gözlerimin kapandığını hayal meyal anımsıyorum.

Kırk yılı aşkın süre önce Ahmet Haşim’le ilgili kitap hazırlıyordum. Kitabın bir bölümü, Ahmet Haşim hakkında yazılanlardan, ardından söylenenlerden, ona ithaf edilen veya hedef alan şiirlerden oluşacaktı. Necip Fazıl’ın Ahmet Haşim’e ithaf ettiği “Sayıklama” adlı şiirini de kitaba almıştım.

Şiiri ilk okuduğumda, sobanın yanındaki minderde uyumakta olan kedimizi gözlerimin önüne getirmiş, mırıltısını duyar gibi olmuştum. Şiirde kedi ve kadın imgesi görülüyordu. Şairin ayak ucunda büzülüp uyuyan kedisinden söz ederken, kadın özlemiyle sonlanıyordu. Necip Fazıl kullandığı kafiyeler beni masal ve huzur ortamına sokmuştu:

“Kedim, ayak ucuma büzülmüş, uyumakta;

İplik iplik sarıyor sükûtu bir yumakta,

Hırıl hırıl,

Hırıl hırıl…

Bir göz gibi süzüyor beni camlardan gece,

Dönüyor etrafımda bir sürü kambur cüce,

Fırıl fırıl,

Fırıl fırıl…

Söndürün lâmbaları, uzaklara gideyim;

Nurdan bir şehir gibi ruhumu seyredeyim,

Pırıl pırıl,

Pırıl pırıl…

Sussun, sussun, uzakta ölümüme ağlayan;

Gencim, ölmem, arzular kanımda bir çağlayan,

Şırıl şırıl,

Şırıl şırıl…

Ne olurdu, bir kadın, elleri avucumda,

Bahsetse yaşamanın tadından başucumda,

Mırıl mırıl,

Mırıl mırıl…”

Kediler, Nazım Hikmet'in şiirlerinde de yer alıyor. Derler ki, Nazım 13 yaşındaydı. Kız kardeşi Samiye’nin kedisi için bir şiir yazmıştı:

“Yeşil deniz gibi gözleri vardı

Beyaz tüyleriyle bir küme kardı

Ağzını süsleyen sedef dişlerdi

Baygın nazarı ta ruha işlerdi

………….”

Bu şiiri evlerinde bulunan Yahya Kemal’e göstermişti. Okuyan Yahya Kemal, kediyi görünce şaşırmıştı. Nazım’a dönerek ”Sen bu pis, uyuz kediyi böyle övmesini biliyorsun, şair olacaksın!” demişti.

Nazım Hikmet, Masalların Masalı isimli şiirinde de kediyi masalımsı bir ortama yerleştirmişti. Hayatın ve doğanın musikisini duyumsatıyordu. Kedi yine uyumakta, huzur duygusu saçmaktaydı:

Su başında durmuşuz,

çınarla ben.

Suda suretimiz çıkıyor,

çınarla benim.

Suyun şavkı vuruyor bize,

çınarla bana.

Su başında durmuşuz,

çınarla ben, bir de kedi.

Suda suretimiz çıkıyor,

çınarla benim, bir de kedinin.

Suyun şavkı vuruyor bize,

çınarla bana, bir de kediye.

Su başında durmuşuz,

çınar, ben, kedi, bir de güneş.

Suda suretimiz çıkıyor,

çınarın, benim, kedinin, bir de güneşin.

Suyun şavkı vuruyor bize,

çınara, bana, kediye, bir de güneşe.

Su başında durmuşuz,

çınar, ben, kedi, güneş, bir de ömrümüz.

Suda suretimiz çıkıyor,

çınarın, benim, kedinin, güneşin, bir de ömrümüzün.

Suyun şavkı vuruyor bize,

çınara, bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze .

Su başında durmuşuz.

Önce kedi gidecek,

kaybolacak suda sureti.

Sonra ben gideceğim,

kaybolacak suda suretim.

Sonra çınar gidecek,

kaybolacak suda sureti.

Sonra su gidecek

güneş kalacak;

sonra o da gidecek…

Su başında durmuşuz.

Su serin,

Çınar ulu,

Ben şiir yazıyorum.

Kedi uyukluyor

Güneş sıcak.

Çok şükür yaşıyoruz.

Suyun şavkı vuruyor bize

Çınara bana, kediye, güneşe, bir de ömrümüze…

Şiirimizde evlere ilişkin duyguları en iyi işleyen şairlerin başında Behçet Necati gelmekte. Şöyle diyor: “Ben mum alevinde bir pervane gibi hep aynı odakta yazdım şiirlerimi: Ev ve her günkü yaşamalar. Rilke’nin Panter’i gibi aynı parmaklıklar içinde. Toplumun ve imkânlarımın bana bağışladığı dar dörtgende gözlerimi açtıkça karşımda büyük şehrin orta-fakir sınıf, ev, aile çevrelerini buldum.”

Behçet Necatigil’in evlerimizin bir parçası olan kedileri şiirlerine anlatması doğaldı. Ancak bir gerçeği dile getiriyordu. O gerçeği ben hep düşünmüşümdür. Bahçede çimenlerin üzerinde gerinen, yuvarlanan, yavrularıyla oynayan, onlara korunmayı, avlanmayı öğreten, iç güdüsel zamanlamasında doğal cinselliğini yaşayan, ürüyen kediler mi mutlu, sıcak evlerde yumuşak koltuklarda, kucaklarda yaşayan kediler mi? Bu sorunun yanıtı Necatigil’in şiirinde vardı sanıyorum:

Evlerde hapis kediler

Yalnız nedir söyledikleri

Okşarsınız

Bir kenara çekilirler.

Kıvrıldıkları köşede

Gene sizde gözleri

Yerinizden kalksanız

Peşinizden gelirler.

Sizken tek sahipleri

Kalabalık isterler

Belki hepsi sizin gibi

Yalnız kediler.

Orhan Veli de kedileri konu eden şairlerimizden. " Sokak kedisi ve ciğerci kedisi üzerinden şiirini kurgulayan Orhan Veli, sosyal sınıf farklılıklarını sembolik ve mizahi bir dille anlatmıştı. Okurken çevreme bakmadan edemiyorum:

“Uyuşamayız, yollarımız ayrı;

Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;

Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;

Benimki aslan ağzında;

Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.

Ama seninki de kolay değil, kardeşim;

Kolay değil hani,

Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.”

Kedilere ilişkin onlarca şiir sıralayabilirim. Gelecek yazımda bilmem devam etsem mi? Bir yazımda Meali’nin pisisinden, Namık Kemal’in “Hırraname”sine doğru gelip sizleri gülümsetmek isterim. Belki bir başka yazımda da inanç dünyamızda, folklorumuzda kedi konusunu ele alabilirim.

Önceki ve Sonraki Yazılar