ÇUBUĞUNA LÜLEYİM VE ÇEKİÇ ALİ

Kurtuluş savaşına başladığımızın on beşinci, Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurmuştuk. Yüce atamız yurttaşlarına “Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir,” demişti. Elbette kıyaslanamaz, ama kısa ömürlerinde büyük eserler bırakan sanatçılar kadar branşları adına da çok üzülüyorum. Otuzlu kırklı yaşlarda aramızdan ayrılan o kadar çok şair, yazar, müzisyen var ki, bunların ömürleri uzun olsaydı, en az benim kadar yaşasalardı., neler neler bırakacaklardı. Bu şiirimiz, yazın hayatımız, müzik dünyamız için büyük kayıp değil mi?

TRT Müzik kanalına çıkanların saç, sakal, derbeder, hırpani giyim kuşamlarına tahammül etmeme rağmen, bazen göz ucuyla bakmadan da edemiyorum. Geçenlerde genç bir sanatçıdan “Çubuğuna lüleyim” türküsünü dinledim, kendine özgü bir yorum getirmek çabasıyla türkünün giriş “ey” nidasına hıçkırık kesişi eklemesine rağmen kıyıda köşede kalmış bu türkünün havalandırılması hoşuma gitti.

Ben türkünün kaynak kişisinin Çekiç Ali olduğunu biliyordum. Ama günümüzde Türk halk musikisiyle ilgilenmeyen gençlerimizin Çekiç Ali adını bilmediğini ve duymadığını sanıyorum.

“Başında pare pare, Çorabın enine bak, Çırpınıp da Sanobaya çıkınca, (uh) Sarı yazma yakışmaz mı, İrafa koydum narı , Doğar yaz ayları, Biter Kırşehir’in gülleri, Çubuk uzun bağlama, Topak taşın kenarı” gibi bir çok türkünün TRT repertuarında kaynak kişisi olarak kayıtlı olduğunu söylemeliyim. Yine TRT repertuarında yer alan 10’dan fazla bozlak da Çekiç Ali’den alınmıştı.

Bozlak, "bozlamak" ses vermek, bağırmak anlamına gelmekte. Feryat etmek, haykırmak, deve bağırması gibi bozulamaktan gelen bir sözcük. Çekiç Ali, 1932 yılında Kaman ilçesinin Meşe köyünde doğdu. Asıl adı Ali Ersan’dı. Küçük yaşta annesinin derede çamaşır yıkadığı tokacı saz yaparak çalmaya başlamıştı. Çevikliği, ataklığı ve mızrap vurmaktaki hızı yüzünden köylüleri ona “Çekiç” lakabını takılmışlardı.

Kısa sürede ünü Kırşehir dışına taştı. “Kırşehirli Çekiç Ali” olarak tanındı. Çekiç lakabı bir gün soyadı oldu. Nasıl olduğunu Bayram Bilge Tokel şöyle anlatıyor: “İstanbul'da faaliyet gösteren bir plak şirketi, Çekiç Ali'ye ait bir plağı izinsiz basıp çoğaltarak piyasaya sürer. Çekiç Ali'nin itirazına; "şark kurnazlığı ile "senin adın Çekiç Ali değil ki, sen Ali Ersan'sın" diyerek bir kılıf uydurur. Bunun üzerine Ali Ersan da, halk arasında ünlü olan Çekiç Ali adını hukuki yolla resmileştirerek Çekiç soyadını alır ve yeni adı "Ali Çekiç" olur.” Evet, Kaman'ın Meşe köyünden Ali Ersan'ın "Kırşehirli Çekiç Ali" olmasının kısa öyküsü böyle.

Çekiç Ali’ye “En büyük Abdal” sıfatını taşıyan Muharrem Ertaş manevi öğrencisi diyebiliriz. Eşi Fatma Hanım, Muharrem Ertaş’ın yeğeniydi. O, Hacı Taşan'dan dört yaş küçük, Neşet Ertaş'tan da dört yaş büyüktü. Yusuf ve Bulduk ustalardan Muharrem Ertaş’a geçen geleneği, Hacı Taşan ve Çekiç Ali devam ettirmişti.

Çekiç Ali hayatını düğünlerde çalıp çığırarak kazandığı için, okuduğu türkülerin bazıları oyun türküleri ve oyun havalarından oluşuyordu. Söylediği ağıtlar ise, yörede yaşanan acılı olaylar üzerine söylenmiş anonim söz ve ezgilerdi. 1835-1910 yılları arasında yaşamış bulunan Âşık Said ve onun oğlu Âşık Seyfullah'ın söylenmiş olduğu ağıt ve bozlaklar başta geliyordu.

Çekiç Ali'nin içten gelen duygulu ve yanık bir sesi vardı. Yöre müzisyenlerinin hepsinde görülen orijinal gırtlak nağmeleri, titretme ve triller, sözcüklerin söyleniş ve vurgularındaki özellik Çekiç Ali'de en açık bir şekilde görülmekteydi. Onun asıl orijinal yönü, saz çalma tekniğiydi. Sazından bazen uda, bazen cümbüşe benzer sesler yansıtır, teller üzerinde parmakları ve tezene kelebekler gibi uçuşurdu. Repertuarının büyük bölümü ağıtlardan oluşuyordu.

Çekiç Ali, okul görmemişti. Doğuştan yeteneğini geliştirerek kendi kendini yetiştirmiş "alaylı sanatçılar" kuşağındandı. Bu geleneğin diğer ustaları gibi o da içinde doğup büyüdüğü toplumu ve bu toplumun neşesini, hüznünü, ağıtını, oyununu, eğlencesini dile getirmişti. Bunu sanat yapmak için değil, çalıp okumayı doğal bir yaşam biçimi olarak benimsediği için yapmıştı. Çekiç Ali, yöre halk oyunları ve müzikleriyle de ilgilenmişti.

1969 yılında İstanbul'da düzenlenen 9.Halk Oyunları Festivali'ne katılan Kırşehir ekibinin başında elinde sazı ile Çekiç Ali vardı. Birinciliği Kırşehir ekibi kazanmıştı. Bu başarıda, Kırşehir oyunlarının güzelliği yanında, bu halay ve oyunları ustaca çalan ve türkülerini başarıyla söyleyen Çekiç Ali'nin katkısı büyüktü.

Çekiç Ali'nin hem sesinde hem sazında kendine özgü rengi vardı. Muharrem Ertaş, Hacı Taşan'ın, Neşet Ertaş'ın da okuduğu bazı türküleri kendine özgü bir tavırla yorumlayarak farkını ortaya koyardı. Çekiç Ali küçük yaşlarda yöre düğünlerine "çalgıcı" olarak giderek kendini yetiştirdi. Neşet Ertaş, babası olmadan tek başına düğün çalmaya ilk kez Çekiç Ali'nin yanında gittiğini söylemişti. Düğünlerde "çalgıcılık" yapmanın; çalıp çığırmak dışında ellerinden fazla bir iş gelmeyen bu insanlar için geçim kaynağıydı.

"Tokaç" ı saz yaparak kendince türküler çalıp söylemeye başladığı günlerden itibaren başladığı sanat yolu, yorucu ve sıkıntılarla doluydu. Onun hassas ve ince kalbi, bunlara dayanamadı. Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi'nde kalp ameliyatı olmuştu. Kısa bir süre sonra beyin kanaması sonunda felç oldu. 13 Eylül 1973’de, henüz kırk bir yaşındayken aramızdan ayrıldı. Geride kısıtlı olanaklara karşın doldurduğu onlarca plağı, bugün de dillerden düşmeyen bozlakları kaldı. Ruhu şad olsun.

Mezar Taşının arka yüzünde şöyle yazıyordu:

Genç ömrümün derdini

Türkülerle unuttum

Kırşehir diye diye

Gençliğimi avuttum

 

Bağlamam oldu deli

Yenemedim eceli

Kaderim buymuş benim

Ağlar sazımın teli

Önceki ve Sonraki Yazılar