Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

CUMHURİYET HALKÇILIĞI NEDİR?

Millet Meclisi’nin 12 Temmuz 1920 günkü oturumda verilen bir önergenin görüşülmesi sırasında, Mustafa Kemal Paşa’nın “İç yönetimimiz konusunda güçlükleri yok edebilmek için, iyi görevli atamak, ya da görevlinin görevine son vermek kuralını ortadan kaldırmak gereğindeyiz. Biz bu kuralı iki ilkeye dayandırarak sonuçlandırabiliriz. Bundan dolayı hangi ilkeyi koyabileceğimizi düşünmeye koyulalım. Sandığıma göre bugünkü varlığımızın gerçek özü ulusu genel eğilimlerini ortaya koymuştur. O da halkçılıktır ve halk hükümetidir. Hükümetlerin halkın eline geçmesidir. Efendiler, biz memur sınıfı yaratmak için çalışmayalım. Ve kesinlikle memur kadrosu içinde bulunanları bir yere koymak için kafa yormayalım. Yönetimi halka vermek için çalışalım. O zaman bütün güçlüklerin ortadan kalkacağına inanıyorum. Ben bununla uğraşmaktayım ” (1) sözleri, sanıyorum, yeni hükümetin muhteviyatı ile ilgili ilk açıklamadır.

Mustafa Kemal, Türkiye’nin yönetim şeklinin “halkçılık” ilkesine dayandığını daha sonra, hem de bolşeviklik ithamları altında şöyle savunmuştu: “Biz memleket ve milletimizin mevcudiyetini ve istiklalini kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi noktai nazarlarımıza istinad ediyorduk. Hiçbir kimseden ders almadık, hiç kimsenin mutil mevaidine aldanarak işe girişmedik. Bizim noktai nazarlarımız, bizim prensiplerimiz cümlece malumdur ki bolşevik prensipleri değildir ve bolşevik prensiplerini milletimize kabul ettirmek için de şimdiye kadar hiç düşünmedik ve teşebbüste bulunmadık. Bizim iktisadımıza göre, milletimizin temini hayal ve noktai nazarımız ki halkçılıktır, kuvvetin, kudretin hakimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Yine şüphe yoktur ki bu, dünyanın en kuvvetli bir esası, bir prensiptir, elbette böyle bir prensip bolşevik prensipleriyle tearuz etmez...” (2)

Mustafa Kemal Paşa’nın halkçılık anlayışı, esasen, Ziya Gökalp’in Fransız sosyalizminden etkilenerek tanımladığı anlayışla örtüşür. Ziya Gökalp halkçılığı şöyle açıklamıştı: “Bir cemiyetin dahilinde bir takım tabakaların yahut sınıfların bulunması, dahili musavatın bulunmadığını gösterir. Binanaleyh, halkçılığın gayesi tabaka ve sınıf farklarını kaldırarak, cemiyetin birbirinden farklı zümrelerini yalnız iş bölümünün doğurduğu meslek zümrelerine hasretmektir. Yani halkçılık felsefesini düsturda icmal eder, sınıf yok meslek yok.” (3)

Aynı şekilde, Mustafa Kemal’in halkçılıkk anlayışı da, kendisi tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Bir defa halkımızı gözden geçirelim. Memleketimiz çiftçidir, milletimizin ekseriyet-i azamisi çiftçi ve çobandır. Buna karşılık arazi sahibi sayısı çok azdır. Bunlar da himaye edilmelidir. Sonra zanaat sahipleri ile kasabalarda ticaret yapan tüccar gelir Bunların karşısında alacak olacak büyük sermaye sahibi insanlar pek yoktur...Bunlardan sonra amele gelir. Mevcut işçiler 20 bini geçmez. Sonra aydınlar gelir. Ben millet böyle görüyorum. Her meslek erbabı diğerine muhtaçtır, onları sınıflara ayırmak mümkün değildir. Bütün hepsi ise halkı oluşturur.” (4)

Ziya Gökalp ve Mustafa Kemal Atatürk, halkçılığı sınıf mücadelesini gerekli görmeyen, hatta reddeden, ama, toplumsal eşitsizlikleri merkezi yönetim eliyle gidermeyi esas alan, dinamik bir yönetim biçimi olarak açıkladılar. Komünistlerin toplumsal gelişmenin ancak sınıf mücadelesi ile mümkün olduğu tezini kabul etmediler; ama, sınıflı toplumun nedeni olduğu toplumsal eşitsizlikleri çözmek görevini de devletin temel görevi olarak benimsediler.

Türkiye Cumhuriyeti, toplumsal eşitsizlik üreten feodal ünvanları, rütbeleri ve statüleri derhal yırtıp attı. Hukuk önünde her yurttaşın eşit olduğu ilkesi ağalık, şeyhlik, devlet memurluğu ve sair tüm yetkilerin önüne geçti.

Bugün, karşılaştığımız iltimasları “eşitsizlik” olarak tanımlayıp tepki veriyorsak, Mustafa Kemal Atatürk’ün halkçılığı devlet varlığının ilk ilkesi olarak inşa etmesi nedeniyledir.

Yıllar içerisinde bütün Türkiye bu temel ilkeyi benimsediği ve savunduğu içindir ki, hangi hükümet gelirse gelsin, icraatları toplumsal eşitsizlik yarattığı veya eşitsizlikleri azalttığı oranında başarısız veya başarılı olarak görülmektedir.

Halkın her kesiminde, rütbe, makam veya zenginlikten önce, bu rütbenin, makamın veya zenginliğin hangi yolla elde edildiğinin sorgulanması da bu yüzdendir.

Diyebiliriz ki, halk olarak Türkiye, halkçılık ilkesini samimiyetle benimsemiştir.

 

(1) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:I, İstanbul: Maarif Matbaası, 1945, Sayfa: 90.

(2) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:I, İstanbul: Maarif Matbaası, 1945, Sayfa:101.

(3) Zafer TOPRAK, “Halkçı İdeolojisinin Oluşumu”, Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları Sempozyumu Bildirileri, İstanbul:1977, Sayfa: 14.

(4) Hürriyet BERBEROĞLU, Halkçı İdeolojinin 19.yy.da Osmanlı Đmparatorluğu’nda ve 20.yy.’da T.C. Kuruluş Dönemi Süresince Gelişimi, Sayfa: 75.

Önceki ve Sonraki Yazılar