DALGALAR GİT DEDİ GİTTİM, İSTANBUL’DAN GEL DEDİLER GELDİM

 Gönül telimizin kimi zaman uşşak, kimi zaman hüseyni titrediği yıllardı. “Gecikmiş Bir Öykü”nün final bölümünde şöyle demiştim:

 

“….. Söyleyemezdi ki, “Gideyim” ya da “Git sen!”

Bomonti çay bahçesinden bir şarkı duyuluyordu.

“Haydi git! Git”

O vakit; Gideyim, dedi.

Gurbetin en içten yakışıyla baktı.

Özleyişin en melûl bakışıyla baktı

Kendini şarkının yerine koydu.

Aradığı şiir buydu.

Bakmamalıydı ondan özge birisine.

Perde çeksin diye sunduydu;

Giderken gözlerini sevgilisine.

Sevgilisi bir nazlı çiçekti;

Perde diye kendini çekti. “

 

Önceki gün iki hafta süren zorunlu ev hapsinin sonunda aksaya aksaya evden elli metre ilerideki sahile indim. Bu yıl zamanından erkenci davrandı: Hemen hemen 20 günden beri sabahları bahçemiz sonbahar kokuyordu. Rüzgâr, kurumuş ağaç ve asma yapraklarını verandaya sürüklüyordu. Bu sezon içine giremediğim deniz, haşır haşır kumları dövüyordu. Dalgalar bana “Haydi git! Git,” der gibi öfke saçıyordu. İstanbul’dan kimileri de “Gel, gel!” diyordu. “O vakit gideyim” dedim. Oğlum Mustafa Necat beni aldı. Eşim ve komşularım uğurladı. Bulutlar yıldırım, ben duygu yüklüydüm.

Arkamızdan bahçeye oturmuşlar. Fotoğrafını Celal Germirligil gönderdi. Altına şakayla:

“Ahmet Ağabey neredeymiş?” diye soruyordu. Elbette biliyordu ama tecahülü arif sanatı yapıyordu. Yanıtladım:

“Yüreğinize gizlendim!” Anında karşılık verdi:

“Eveeet. Üç kalp var orada.”

Kalpleri güzel iki koşum ve eşimin ardından tebessüm ettim. Yol biraz uzasa da Akhisar’a saptık. Oğlumun varını yoğunu döküp, adeta tırnağı ile kazdığı zeytinliğine uğradık. Karşıda Akhisar yangının zeytinliklerin sınırına kadar ulaştığının izleri görülüyordu. Hem üzüldüm hem sevindim. Tepeler simsiyahtı. Milyonlarca ağaç ve canlı yok olmuştu. Zeytinliğin olduğu Şehitler köyünde alevler durmuştu.

İstanbul’a geldim. Altınoluk’ta bizimle saklambaç oynayan sonbahar, Tuzla’ya çoktan gelmişti. İçtenlikli bir şey söyleyeyim. Gelmeden köyü özledim.

Bazen tavan arasında unutulmuş, diyorsam inanmayınız. Fuzuli mecazen doğru söylüyor: "...Aldanma ki şair sözü elbet yalandır" Yirmi yılı geçkin bin zaman önce, Eylül aylarında TRT’nin Antalya Lara’daki kampında tatil yapandık. Kampın son günleriydi. Akşam dalgaların sesine kaptırmıştım kendimi:

 

Eylül sonunun hüznünü yaşıyor Lara,

Akdeniz’in kapkara

Ufkuna düşmüş dolunayın şavkısı.

Gümüşî yakamoz titremekte;

Seviyle yüklü duygular gibi pır pır!

Bir yanda çırçır böcekleri,

Özlemlerin tükenmez serenadında,

Bir yanda dalgaların sesi:

Çır çır, çır çır; haşır hışır, haşır hışır!..

Kim bilir hangi sabırsız âşığın nefesi;

 

Gönül kıyılarına çarpan bu çılgın dalgalar?

Kuşkusuz ki doğacak yeni bir gün,

Kuşkusuz ki susacak çırçır böcekleri;

Kuşkusuz ki dinecek bu yürek ağrısı.

Haydi; Aç gönül kapılarını Akdeniz gözlü yâr!

Kumsal tenini, Köpük köpük hırçın sular,

Öpsün kadife okşayışıyla gayri ki;

Dalsın dingin uykusuna yorgun bedenleriniz,

İnsanlar baksın sahile sabah sabah:

“Deniz sütliman” desinler.

 

İstanbul’da ilk işim, T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının gönderdiği Sürekli Basın Kartımı teslim olmak oldu. Yenisini düzenlemekte geç kalmışlardı. Ben de peşine düşmemiştim. İstanbul’a gelmemi gerektiren önemli bir toplantı var. Son oturumu cuma günü yapılacak. Umarım, korktuğum gibi gergin geçmez. Kuşkusuz, toplantı sonundan itibaren, Orhan Arıtan’ın yazdığı, Selahattin Altınbaş’ın bestelediği şarkı benim için çok anlamlı olacak:

 

“Ömrümüzün son demi son baharıdır artık

Maziye bir bakıver neler neler bıraktık

Küserek ayrılırsak olur inan ki yazık

Maziye bir bakıver neler neler bıraktık”

 

Hafta sonunu iple çekiyorum. Giderim buralardan. Umarım ki, beni sütliman bir deniz bekler.

Yaşlılıkla ilgisi yok. Eskiden beri tatilin son günleri içime bir hüzün çökerdi. O yıl tatil Ekim ayına sarkmıştı. Yine TRT Kampı Lara’daydık. Bu zamanda Antalya'nın sonbaharı yüreğimi yazılmamış güfteler, bestelenmemiş şarkılarla ezim ezim eziyordu:

 

Bir tatlı burukluk biraz da umut,

“Eyvah”la, nostalji arasındayım.

Gün be gün çevreyi sarmakta sükût,

Ekim sonlarının Lara’sındayım.

 

Çatıya tırmanan pembe begonvil,

Bırakmış kendini hoyrat rüzgâra.

Bunlar elvan elvan çiçekler değil,

Hazan yaprakları düşmüş parklara.

 

Baygın kokusuyla veda etmekte,

Hanımeli, şebboy, ıtır, yasemin.

Kuşlar da yuvadan artık gitmekte

Sararıp solmakta bu yeşil zemin.

 

Kuşkusuz uyanır bir başka bahar,

Yine börtü böcek, rengarenk çiçek;

Şimdi içimizi korkular sarar;

“Gidip de gelmemek, gelip görmemek”

Efendim yazımın sonuna paylaştığım fotoğraflardan söz edeyim. Bizim sahil, eşim ve iki komşum, zeytinlikten yanan tepelerin görüntüsü, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının gönderdiği basın kartı, kart kabı, boyun zinciri ve bir kalem. Yorum yok, teşekkür var.

Önceki ve Sonraki Yazılar