DALKAVUK, YALAKA, TROL MUTASYONLARI

Konya’da yapılmış bir röportaj Facebook, Twitter, Reddit, İnstagram, Tumblr gibi sosyal bloglara, forumlara, sohbet odalarına, haber programlarına düştü, Birkaç gündür dönüp dolaşıyor. Mikrofona konuşan vatandaşlar, zamlardan memnun olduklarını söylüyor, bu nedenle piyasaların düzene girdiğini ekliyorlar. Şaka değil gerçekten zamlara sebep olanlara teşekkürlerini arz ediyorlar.

İsmail Hami Danişmend’in Tarihi Hakikatler kitabına göz gezdiriyordum. 223. Sayfada şu satırlar gözüme çarptı:

“Ondördüncu Louis devrinin sonlarında Fransa’nın uğradığı ‘Turin’, ‘Oidanerde’, ‘Mablaquet’, ‘Ramilles’ ve nihayet ‘Hochstett’ yenilgileri müthiş bir felaket devresi oluşturduğu sırada sarayın sadık dalkavukları bunu şöyle yorumladı:

‘Kral hazretleri çok şükür sıhhatte ya; üst tarafının ne önemi var!’

Günümüzde yeni bir meslek türü oluştu. Adına trollük diyorlar. Meğer trollerin de bir tarifesi yani narhı varmış.

Üç dört yıl önceydi. Bir meslektaşım beni hayretler içinde bırakmıştı. 180 derece biri dönüşle muhalefete muhalefet edici ama çok pespaye paylaşımlar yapmaya başlamıştı. Hakaretlere küfürlere kadar ileri gitmekteydi. Dikkatimi, muhalefetin gündem olan bir sözüne anında grafiklerle yanıtlar vermesi çekiyordu. O grafikleri, karikatürleri bu kadar hızlı yapabileceğine inanmıyordum. Uzun süre akıl sır erdiremedin dudak bükmekle yetindim. Yalan ve iftiraları Atatürk’e, İnönü’ye kadar uzanınca sosyal medyasından ilgimi kestim.

Şimdi anlıyorum ki meğer meslektaşım, trollüğe başlamış. Bunlar bir merkezden yönetiliyor, anında kullanacakları dokuman hazırlanıp servis ediliyormuş. Hatırı sayılır bir ücret alıyorlarmış. Pablo Escobar’ın bir sözü var. “Herkesin bir bedeli vardır, önemli olan ise bunun ne olduğunu öğrenebilmektir.”

Hatta “Herkesin bir bedeli vardır” temalı İngiltere Kraliçesine yakıştırılmış bir fıkra da anlatılır.

Geçenlerde edebiyatçı öğretmen Yusuf Çotuksöken “trol” sözcüğünü Türkçeleştirelim, önerisi yaptı. Gelen yanıtların bir bölümünü takip edebildim. İşin doğrusu hiçbirini tutmadım. Bence trol, ara bozucu, fesatçı, fitçi, münafık, müfsit, müzevir, ordubozan, fitneci, nifakçı, fitne fücur, kurtlu benzeri kelime kavramlarının içine giriyordu. Ancak, öneri Türkçeleştirmek amacını taşıyordu. Aklıma “koğcu” sözlüğü geldi. Çoğu kişiler bunu dedikoducu olarak tanımlarlar ama geniş bir tanımlama yapacak olursak, kovcu (koğcu, koğucu, kovucu” sözlerini arkadan çekiştiren, münafık, gammaz, kov getirip götüren, iftira eden gibi anlamlarda da kullanabiliyoruz.

Sevgili dostlar şimdi yine başa dönelim. Dalkavukluk yüzyıllar öncesinden zamanımıza doğru sosyal, toplumsal, ekonomik, etik, değişimler doğrultusunda mutasyona uğrayıp, yalakalık haline geldi. Bazı yalakalar, provokasyon ve kışkırtıcılık işlevleri de kazandı. Terfi ederek haline trollüğe yükseldi. Sayıları artan revaçta “yan gel yat Osman” mesleği haline geldi. Tarihi dalkavukluğun başlangıçtaki eğlendiricilik niteliği, günümüzde tehlikeli bir pandemi haline geldi. Elbette bazı zorlukları vardı. Örneğin, Orhan Veli Kanık’ın “Kuyruklu Şiir”ini bilirsiniz:

“Uyuşamayız, yollarımız ayrı;

Sen ciğercinin kedisi, ben sokak kedisi;

Senin yiyeceğin, kalaylı kapta;

Benimki aslan ağzında;

Sen aşk rüyası görürsün, ben kemik.

Ama seninki de kolay değil, kardeşim;

Kolay değil hani,

Böyle kuyruk sallamak Tanrının günü.”

Bilmiyorum bir gün ak troller, sarı troller, kızıl troller örgütlenir bir sendika çatısı altında toplanır mı? Bir bakmışsınız, onlar da geçim sıkıntısından şikayetle ücretlerine zam istiyorlar. Rengarenk troller yürüyorlar. Her önüne gelen trol olamasın, diyorlar. Böyle bir şey olur mu demeyiniz. Osmanlı dönemi tarihimizde örnekleri var.

Henüz yeni nitelikler kazanmamış ve orjinal halli dalkavukların, I. Mahmut dönemine ait bir dilekçesini Reşat Ekrem Koçu aktarmıştı: Dilekçe “Devletli, inayetli, merhametli efendim. Kimsesiz dalkavuk kullarınızın arzuhalidir” diye başlıyor, ama bu “efendi”nin kim olduğu belli değil. Dalkavuklar dilekçeyle “ölçüyü kaçıranlar”a karşı tüzükleri olsun “nizam” istiyorlar:

“Her sene Ramazan-ı Şerif geldiğinde, İstanbul’da, davetli davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricali devletin ve sair büyüklerin, mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, şerbetler, her türlü reçeller, tavukgöğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, süzme aşureler, hoşaflar yer içeriz; üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır. Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikârdır.”

Dilekçenin ekinde de “dalkavuğun çalışma tüzüğü ve ahlak ilkesi” var:

“Dalkavuklar kibar ve rical huzuruna girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer, tırabzan yanındaki küçük minderdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, meclise neşe vermek, keder verici sözlerden, müstekreh tabirlerden ve küfürlerden gayretle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse, fevkalâde yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir. Verilen ihsanı gizlice alacaklardır, verilen paranın çokluğu ile meslekdaşları arasında övünmeyeceklerdir.”

Dilekçenin son bölümünde de istenen “asgari ücretler” sıralanıyor:

“Dalkavuğun burnuna fiske vurma 20 para, başına kabak vurma 30 para, yüzünü tokatlama 30 para, oturduğu yerden aşağı yuvarlama 30 para, merdivenden aşağı yuvarlama 180 para, kafasına iri bir yumruk indirme 40 para, ellerine ve ayaklarına domuz topu bağlama 40 para, kuyruğu dışarıda kalmamak üzere bir fındık sıçanını ağzına kapatma 400 para...”

Söz 1 Mahmut döneminden açılmışken, onun döneminden bir dalkavuk öyküsü nakledeyim:

Bir gün padişah, patlıcan yemeği yiyormuş. “Bugün patlıcan ne güzel,” demiş. Huzurda bulunan dalkavuk, başlamış konuşmaya: “Hakk-ı âliniz var efendim. Patlıcan öyle güzel bir nimettir ki. Hele turfandası. Yağı tamam konulursa bayıldısı ayrı güzel olur. Eti kıvamında olursa karnıyarığına doyum olmaz. Kızartması ayrı, dolması ayrı lezzetli olur. Hem fakir fukaranın göz aydınlığıdır patlıcan.”

Padişah, memnuniyetle dinlemiş dalkavuğun anlattıklarını.

Bir başka gün, padişahın sofrasında yine patlıcan yemeği varmış. Padişah bu sefer hiç beğenmemiş patlıcanı. “Bugün çok kötü patlıcan” demiş.

Huzurda bulunan dalkavuk yine almış sözü. Başlamış anlatmaya: “Hakk-ı âliniz var efendim. Bu patlıcan yararsız, kötü bir nimettir. Olgunu hemen çekirdeklenir, yenmez olur. Yağını biraz fazla kaçırsalar bayıldısı yenmez olur. Etini bir tamam koymazlarsa karnıyarığını at çöpe. Kızartması yağlı, dolması acı olur. Hem çabuk pahalanır. Fakir fukara istifade edemez.”

Padişah, dalkavuğun anlattıklarını ağzı açık dinlemiş. 'Ulan köftehor' demiş, “sen değil miydin geçen gün patlıcanı yere göğe sığdıramayan. Şimdi niçin yerin dibine sokuyorsun nimeti?”

Dalkavuk, istifini bozmadan cevaplamış soruyu: “Hakk-ı âliniz var padişahım. Geçen gün patlıcanı övüp göklere çıkaran da, bugün onu yerden yere vuran da benim. Zira ben patlıcanın değil, sizin dalkavuğunuzum.”

Bu da. Murat dönemine rivayet edilir:

III. Murat’ın çok sevdiği bir dalkavuğu varmış. Bir gün yine övgüleri ve esprileriyle padişahı çok eğlendirmiş, padişah tam o günkü “ihsan”ını vereceği sırada “durun hünkârım” demiş, “bugün altın değil 100 sopa vurulmasını isterim.”

Padişah nedenini sorunca da, “siz önce bir elli değnek vurdurun, ondan sonra sorun” cevabını vermiş. Padişah emretmiş, dalkavuğu falakaya yatırmışlar. Elli değnek tamamlanınca, Padişah falakacıları durdurmuş, “söyle bakalım” demiş.

Dalkavuk yerinde doğrulmuş, “Benim bir ortağım var, kalan elli değneği de ona vurdurmanız gerek” demiş. Ortağının kim olduğunu sormuş Padişah. Dalkavuk söylemiş: “Hünkârım, siz her gün beni çağırtmaya bostancınızı gönderiyorsunuz ya, bu adam her seferinde yolda bana, bak seni ben götürüyorum, altının yarısı benim, der sonra çıkınca da sizin ihsanınızın yarısını zorla elimden alır, bu yüzden ortağım sayılır ve elli değneğin de ona vurulması gerekir.” III. Murat bu sözlere çok gülmüş ve hemen falakacılara emir vermiş, bostancıyı yatırtmış.

Dalkavuk hikâyeleri çok ama zülfiyare dokunmayacakları seçtim. Hiçbir kastim olmadığı halde ola ki yanlış anlaşılır. Bu yaşımda bunu demek istemedim, diye yalvar yakar olamam. Biliyorum ki, bu tür hikayeler “alınganlık” yaratır. 12 Eylül döneminde rahmetli gazeteci ağabeyimiz Mehmet Kemal Kurşunlu’nun Osmanlı paşası ile dalkavuğunun hikâyesini yazdığı için aylarca hapiste kaldığını hatırlayanınız var mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar