DEYİMLER ARASINDA: “TATLI GEL TATLI GİT !”

Sizler de rastlamışsınızdır. Geçenlerde Twitter’de gezinirken bir Japon’un mesajını okudum. Türkçe öğrendiğini, kendisine Türk deyimleri yazılmasını istiyordu. Aklıma gelen birkaç deyim yazdım.

Deyimi “gerçek anlamından az çok ayrı, ilginç anlamlar taşıyan kalıplaşmış sözler” olarak tanımlarız.

Bazı durumlarda, sözcük veya sözcük grubunun tümce içindeki işlevine bakmakta yarar vardır. Örneğin biraz sonra örnekler arasında açıklayacağım “Ziftlenmek” bir kişinin kendini zifte bulanması durumunu anlatan bir yüklemdir. Ama, mecazi olarak, “yemek, çok yemek, yolsuz bir şekilde kazanç elde etmek” anlamlarında bir deyimdir.

Halkın sosyal yaşamının inanç sisteminin, dünden bugüne gelişinin izlerini deyimlerde bulabiliriz. İnsanların önem verdikleri değer yargıları, gelenek ve görenekleri deyimler içinde vücut bulur. Halkın iyi veya kötü sayılan tutum, davranışları, folklorik özellikleri deyimlere yansımaktadır.

Hemen unutmadan yukarıda sözünü ettiğim “Ziftlenmek” deyiminin nereden geldiğini açıklayayım:

Boğaz'da iki zengin birbirine yakın iki konakta yaşıyormuş. Her biri sandallarını iki ayrı adama ziftlettirmişler. Birinin bu iş için harcadığı para diğerinin ödediği paranın hemen hemen yarısı kadarmış. Sandalı ziftletmek için daha az para ödeyen adam kahyasına nedenini sormuş. Kâhya: "Efendim," demiş, "o sandalla ziftlenen başkaları da var, onun için," demiş. "Mesela kimler?" sorusuna kâhya şu cevabı vermiş: "Beyin kâhyası ziftlendi, kayıkçısı ziftlendi, bahçıvan ziftlendi, bekçisi ziftlendi."

Önceki gün, “Babalar Gününde Biz” başlıklı yazımda komşularım Celal ve Hikmet Germirligil’den söz etmiştim. Her problemimizde Hızır gibi imdadımıza yetişirler.

Bu sabah Sabahat’la Edremit Devlet Hastanesi’nde randevumuz vardı. Erkenden komşularıma görünmeden kapılarının önünden geçtik. Görünürsek, toplu taşıma ile hastane önüne kadar ulaşma imkanımız olduğu halde yorulmayalım diye götürmeye kalkışacaklardı. Dün Sabahat’ı Akçay’a götürmüş, müşkülünün çözümüne yardımcı olmuşlardı.

Öğlenden sonra hastane dönüşümüzde yakalandık. Hikmet kardeş:

“Aşk olsun Ahmet Ağabey,” dedi. “Sizi hastaneye götürmek için bekliyoruz.” Celal de sitem ediyordu. Güldüm. Twitter paylaşımcısı Japon’a yazdığım deyimlerden birini hatırlayıp söyledim: “Tatlı gel, tatlı git! derler. Biliyorsunuz,” dedim. Yüzlerine baktım, bu deyimi hatırlamamışlardı.

Tatlı gel tatlı git, deyiminin teması aynı olmak üzere türlü hikâyeleri var. Kiminde yeni evli kız, babasına “Baba tatlı gel, tatlı git!” diyordu. Birinde kayınvalide damat adayına “Damat tatlı gel, tatlı git,” demişti. Bir başkasında da yeni evli çiftten erkeğin annesi, gelinin annesini “Dünürüm, tatlı gel, tatlı git,” diye uyarmıştı. Ben yıllar önce yazdığım ve Bordo Siyah Yayınlarının 100 Temel Eser dizisinde yayınlanan “Türkçe’de Deyimler” kitabıma son varyantı almışım:

Kadın, yeni evlendirdiği kızının evine sık gidiyor, gidince duygusal davranıyor, olur olmaz şeylere karışıyormuş. O gittikten sonra yeni evlilerin arasında bir tartışmadır başlıyor ve hoş olmayan anlar yaşanıyormuş. Bunu anlayan oğlanın annesi, kızın annesini tatlılıkla uyarmak için:

“Dünürüm tatlı gel,” demiş. Kadıncağız bunu anlamamış. Kendisinden tatlı istenildiğini sanarak ertesi gün baklavalar yapmış. Yine aynı davranışları sergilemiş, yine aynı aile kavgaları çıkmış. Oğlanın Annesi yine aynı uyarıyı yapmış. Bu kez kızın annesi daha değişik tatlılar yaparak gitmiş. Kadının anlamadığını gören, öbür dünür açık konuşmuş: “Dünürüm, tatlı gel derken tatlı getir demek istemedim. Biraz az gel” demiş.

Komşularımızın bizleri yük olarak görmediklerini, yüksünmediklerini, karşılık beklemediklerini çok iyi biliyorum. Ama, iyi niyeti istismar etmemek gerek. Karşılık vermek konusunda gurbetin ve imkansızlıkların acısıyla yıllarca sılaya gidemeyenleri bilirim. Zaralı Halil’in türküsünü ne çok sever, ne çok duygulanırım:

“Tevekte üzüm kara

Salkımı düzüm kara

Ben yare gidemiyom

Elim boş yüzüm kara..”

Türkçe öğrenmek isteyen Japon’a yazdığım deyimlerden bir ikisini anlatayım:

ATMA BRE RECEP!

Osmanlı devrinde Arnavut Recep adında birisi eşkıyalık yapmaktaydı. Bir gün Osmanlı askerleri bunu ve adamlarını sıkıştırmıştı. Silahlar patladı. Arnavut Recep ve adamları çok kötü bir duruma düşünce, askerlere:

"Durun, vurmayın, atmayın! Din kardeşiyiz hepimiz! Acıyın!" şeklinde yalvarmıştı. Askerler de:

"Tamam! Fakat bir daha görmeyelim!" diyerek bunları bırakmışlardı. Birkaç gün sonra bir kahvede Recep heyecanla anlatmaktaydı:

"Geçen gün askerleri mahvettim! Vurdum, kırdım. Analarını ağlattım! Herifler canlarını zor kurtardılar elimden!"

Bu sırada oradan geçen ve olaya da şahit olan bir vatandaş gülümseyerek Recep’e şöyle söyledi:

"Atma recep, din kardeşiyiz!"

ANANIZ DERT YESİN

Kendine acındıranların çoğunun iyi niyetli olmadığını, acındırmayı bir istismar aracı olarak kullandıklarını anlatmak için kullanılır bir deyimdir. Kadının birinin sekiz çocuğu varmış. Birer yumurta haşlayarak, her birinin eline vermiş. Kendisine kalmadığını söyleyerek onlardan yarımşar yumurta istemiş. "Ananız dert yesin, yarımşardan dört yesin" demiş.

AŞ İDİ, ALTI TAŞ İDİ, YİNE DE OĞUL AŞI İDİ

Yaşlı kadın, oğlu ile gelininin evinden, kızı ile damadının yanına gitmiş. Kızı da, damadı da kendisine çok iyi davranıyorlarmış. Bir dediğini iki etmiyorlarmış, kendileri yemiyor, yaşlı kadına yediriyorlarmış. Bu rahatlığa rağmen yaşlı kadın, arada sırada “Aş idi, altı taş idi, yine de oğul aşı idi” diyormuş. Kızı da damadı da yaşlı kadının ne demek istediğini çok sonra öğrenmişler. Meğer gelini, yaşlı kadın az yemek yesin diye yemek tabağının içine taş kestirip koymuş. Ama yaşlı kadın yine de oğlunun evini özlüyormuş.

BEN YANARIM YAVRUMA

Karlı günlerde, “Ben yanarım yavruma, yavrum da yanar yavrusuna” deyimini hatırlarım:

Adam, evinin damındaki karları kürümekte, anası da oğlu üşür hastalanır diye kaygılanmaktadır. Birkaç kez, aşağıdan seslenir:

“Oğul yeter artık. Üşüyüp hastalanacaksın.” Adam aldırmaz, damın başında oyalanır. Yaşlı kadın kundaktaki torununu kucakladığı gibi, getirip karların üzerine bırakır. Bunu gören adam:

“Ana, ne yapıyorsun? Delirdin mi” diye damdan inip yavrusuna koşar. İşte bunun için: “Ben yanarım yavruma. Yavrum da yanar yavrusuna” derler.

Önceki ve Sonraki Yazılar