Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

ERDOĞAN, ABD’YE “GÜL” UZATIYOR!

Siyasette kimi zaman 1 saat dahi çok uzun bir zaman demektir. Türkiye bir süredir, siyasette müdahalelerin ve yeni senaryoların gündeme geldiği, oldukça hızlı akan bir evreye girdi.

Bunun bir nedeni; “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen sistemin çıkmaz sokak olduğunun artık açıkça anlaşılması ve sistemin Türkiye’nin tarihsel birikimi ile hiçbir noktada uyuşmayan yapısının ülkeyi büyük bir krize doğru sürüklemesi.

Diğer nedeni ise; sistemi uygulamakla görevli olanların sistemi istismar etmeleri.

Anlaşılan o ki, yeni sistemi güçlü bir yönetim modeli olarak destekleyen bazı kesimler, şimdi bu tercihlerini hata olarak değerlendiriyor.

Esasen, eski sistemin işlevsizliği konusunda genel olarak mutabakat olduğunu görüyoruz. Ancak, güçlendirilmiş bir parlamenter sistem ile yetkileri, görev alanları ve sorumlulukları daraltılmış bir cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi aynı kaygıları mı taşıyor, bunu tarafların daha fazla diyalog içerisine girmeleriyle anlayacağız.

Ancak, “bu böyle gitmez” diyerek, “joker”i değiştirmek isteyenlerin 50+1’i çoktan geçtiğini söyleyebiliriz.

SABIR TAŞI NEREDE ÇATLADI?

Joker’in değiştirilmesi konusunda mutabık çevrelerin çoğalması, doğal olarak, siyaset zirvelerinde türlü senaryoların yazılmasına ve sahneye konulmasına yol açtı.

Sedat Peker’in sahaya sürülmesini “bireysel çıkış” olarak yorumlayanların, Birleşik Arap Emirlikleri’nden Türkiye’ye akıtılacağı duyurulan milyarlarca Dolarla birlikte, bizzat Peker’in kendisinin açıkladığı, video çekemeyişinin nedenini birlikte okumak akıllarına gelir mi, bilmem. Ama, bildiğim bir şey varsa, o da, Türkiye’ye kurulan mali kumpasın daha da daraltılarak teslim alınmak üzere, yeni bir senaryonun devreye sokulduğudur.

Senaryoyu Berat Albayrak’ın “affedilmesi” sürecinden başlatırsak, Peker’in Albayrak’a yönelik çıkışlarını, ardından Mehmet Ağar’ı hedef alışını ve Ağar’ın Marina’dan çekilişi ile birlikte sıranın neden Süleyman Soylu’ya geldiğini de anlarız.

Erdoğan’a yönelik “çevre temizliği”, acaba bizzat kendisinin onayı ve rızası ile mi yapılıyor, bu konuda emin değilim. Ama, iki husus, kendisinin de bilgisi ve onayı olduğu kanaatimi güçlendiriyor:

Birincisi; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 16 Haziran’da Brüksel’de yapılan NATO zirvesinde, devlet protokolünü hiçe sayıp, ABD Başkanı Joe Biden ile baş başa görüşmesinde protokol tercümanı yerine, Merve Kavakçı’nın Ürdün asıllı ABD vatandaşı eşi Ali Ahmad Abushanab’ın kızı olan Fatima Gülham Abushanab’ı tercih etmesiydi.

Erdoğan ile Biden ne konuştu, hiçbir zaman bilemeyeceğiz! Ama, ABD devleti resmi protokolü işlettiği için, onlar biliyorlar!

Dünyada örneği olmayan, yabancı devlet görevlileri ile görüşmelerin içeriğini kendi devletinden ve halkından gizlemek, Erdoğan’ın ilk icraatı değil. Hükümdarlık sisteminde dahi olmayan bu tür uygulamaların, doğrudan devletin bekası ile ilgili sorunlar yaratabileceğini, akıl melekesi normal çalışan her insan idrak eder.

İkincisi ise; İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in 26 Ağustos tarihli bir sosyal medya paylaşımıydı.

Akşener’in mesajı, aslında anlayana çok açıktı: “Koltuğun için şimdi de İngilizlerin taşeronu mu oluyorsun, Sayın Erdoğan?

Bu bilgileri bir araya getirdiğimizde, devletin yüksek zirvesinde zorlu bir “iktidar savaşı” sürdüğünü tahmin edebiliriz.

YORULMUŞ İKTİDARIN SÜRPRİZ YUMURTASI

Ben ilk duyduğumda ihtimal vermedim, ama her gün daha yaygın çevrelerde dillendirilen bir senaryoya göre, adaylığı da sıkıntı yaratacak Recep Tayyip Erdoğan’ın yerine, bir dönem Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olması tartışılıyor!

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de, yasal engeli aşmak için, yardımcısı Dimitri Medvedev’i devlet başkanı seçtirmişti.

Beştepe’de bu senaryoyu masaya kim koyduysa, onu, bu müthiş hamlesi için tebrik etmek gerekiyor. Çünkü, son dönemde kendisine yönelik milli kuvvetlerden gelen tüm uyarı ve önerilere kulaklarını tıkayan Erdoğan’ın, bu zokaya can havliyle sarılacağını düşünüyorum.

Kimi iş çevrelerinin son günlerde yüksek sesle “Batı’ya mecburuz” çığlıklarını, Kıbrıs’ta egemenlik ilan edilişinin ertelenmesini, Karadeniz’de Amerikan kışkırtmasına sessiz kalınmasını, ortada hiçbir somut gelişme olmadığı halde, sadece Paşinyan’ın elini güçlendirecek Ermenistan’a olumlu mesaj gönderilmesini, tam 3 hafta boyunca İran üzerinden gelen Afgan göçüne sessiz kalınmasını hep birlikte değerlendirelim.

Son aylarda, net olarak Batı’ya olumlu mesajlar verme kaygısının ön planda tutulduğunu görüyoruz. Erdoğan’ın Batı’yla uzlaşmak için yol arayışının Türkiye’nin çıkarları kaygısı ile yürütüldüğünü söylemek zor. Ama, bir siyasi iklim değişikliğine hazırlık yapıldığı konusunda kaygıların var olduğunu söylemek daha mümkün görünüyor.

DEVLETİN BATI’YA DİRENECEK KUVVETLERİ VAR MI?

Türkiye’de kimsenin şu konuda bir şüphesi olmaması gerekiyor: Batı’nın sorunu Türkiye’yi teslim almaktır.

Çekiç Güç’ün Irak’ta konuşlanmasından itibaren, hayata geçirilmeyi bekleyen plan Türkiye’nin bölünmesidir.

Bu plana direnecek her kuvvet, Batı’nın “doğal” düşmanıdır!

Dolayısıyla, ister Erdoğan’ın AK Parti kongresinde ilan ettiği üzere, “denge politikası” yürütülsün, isterse Batı’ya tam yanaşık bir nizam içerisinde olunsun; Türkiye’nin parçalanmasına muhalif olmak, Atlantik (ABD) için düşman tanımına girer.

Denge politikası 1783’ten beri Osmanlı’nın işine yaramadı, koskoca imparatorluk yıkıldı. İsmet İnönü ise, Osmanlı sarayında öğrendiği denge politikası ile Türkiye’yi 1945’te ABD’nin kucağına bıraktı.

Halbuki, sadece direnenlerin zafer kazanma ihtimali vardır!

Dolayısıyla, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı üzerinden yeni bir “beyaz sayfa açma planı”, sadece Türkiye’ye yönelik yarım kalmış planın sona erdirilmesi için Batı’ya verilecek bir hamle fırsatı anlamına gelir.

ERDOĞAN NEREYE?

Selahattin Demirtaş’ın Sabah gazetesine verdiği, “Kürtlerin de Akdeniz’de bir limanı olacak” demecinden sonra “uyanan”ların halen Üsküdar’a varamadığı bir süreci yaşıyoruz.

15 Temmuz darbe girişimi ile zirve yapan çatışmanın milli kuvvetler lehine sonuçlandığını iddia edenler için, son derece kritik bir ayrışma sürecinde olduğumuz söylenebilir.

Erdoğan’ın Abdullah Gül lehine bir tercihinin, siyasi dengeleri yerinden oynatacağı kesindir. Ancak, bu hamlenin sonunda kazanan tarafın kim olacağını ise, kanaatimce kimse söyleyemez.

Ancak, Erdoğan’ın ABD’ye “gül uzatma” hamlesinde ısrarcı olması halinde, Cumhur İttifakı’nın en önemli parçası olan MHP’nin saf değiştirmesi şaşırtıcı olmaz.

Böylesi bir siyasi ortamda ise, AK Parti’nin tek başına iktidar olabileceğini hayal etmek ciddi olarak gerçeklerden uzaklaşmak anlamına gelir. Ama, sonuçta AK Parti’de karar verme mekanizması tek kişiye indirgenmiş durumda. “O” ne derse, o olur!

Bizim söyleyeceğimiz tek şey şudur: Erdoğan, eğer Gül zokasını yutarsa, artık “kandırıldım” deme şansı da bulunmuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar