“EY GÜL DALI GÜL DALI / OLDUM SANA SEVDALI”

Sözlükler gülü çiçeğin cins adı olarak tanımlıyor. Bir başka anlatıma göre gül bütün çiçeklerin adı. Gül her iklimde yetiştirilebilir, ama onun has bahçesi bizim şiirimiz, türkümüz, şarkılarımız. Çiçeklerin en gözdesi, en seçkini… Türlü çeşidini, kokusunu, elvan elvan, sarısı, beyazı, kırmızısıyla deste deste devşiririz. Anımsadınız mı Kerkük türküsünü?

“Beyaz gül kırmızı gül

Güller arasından gelir”

Derler ki, Âdem ile Havva’nın üzerinde kuruyup yere dökülen cennet yaprakları, güzel kokulu uçlar vermiş. Gül de bunlardan biriymiş. Hazreti Muhammed’in terinden doğmuş. Yunus, sarıçiçeğe “Gül sizin neniz olur?” diye sorar da çiçek “Ey Derviş, gül Muhammed teridir,” der... Süleyman Çelebi de “Terlese güller olurdu her teri / Hoş dererlerdi terinden gülleri’’ dizeleriyle dile getirmiş.

Gülün kat kat olan taç yaprakları ile ruhun manevi kapısı olan kalbin kat kat olması arasında bağlantı kurulur.

Hıdrellezde gül ağacının altına niyet küpü konulur. Boncuk atma da gül ağacının altında yapılır. Gül dalına niyet çaputu bağlanır.

Gül dalı sözü bana, çok genç yaşta 4 Ocak 1986’da kaybettiğimiz TRT sanatçısını hatırlattı: Aynur Gürkan… Ondan dinlemeye doyamazdım:

“Ey gül dalı gül dalı

Oldum sana sevdalı”

Türkülerimize vücut veren ozanlarımız, gülü sevgilinin yüzüne, yanağına, ağzına hatta kulağına benzetirler. Bazen de bunları güle benzetmişler. Gül, rengiyle, kokusuyla şairlerin esin kaynağı, baharın, bahçenin ve kırların vazgeçilmez bir ögesi olmuş. Gül bulunmayan bahçeye girmeye değmez, denilmiş. Gül olmayan bahara, geldi gözüyle bakılmamış. O yüzden bahara “gül mevsimi” adını vermişler.

Gül, günlük hayatımıza giren çiçekler arasında her zaman özel bir yere sahip. “Gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz” dizesi, gülün ününü anımsatıyor. Gül konulu minyatür ve resimler geleneksel güzel sanatlarımızın gözdesi. Halk ozanlarımız kadar pek çok divan şairimiz de gülle ilgili şiirler yazmışlar.

Bizde gazel ve kasidelerde gül konusu sıkça işlenmiş. Halk hikâyelerimizde, efsanelerimizde, dini kıssalarımızda, gülün bülbülle serüveni anlatılmış. Onların pek çoğu türkülerimize yansımış. Onu önümüzdeki günlerdi yazmayı düşündüğüm bülbül konusuna saklayalım.

Gül, şiirimize, efsanelerimize, türkülerimizde, şarkılarımıza, ilahilerimize; kültürümüzün motif ve sembolleri olarak yansıyor. Ümmi Sinan’ın, “Gül alurlar gül satarlar/ Gülden terazi tutarlar/ Gülü gül ile tartarlar/ Çarşı pazarı güldür gül” mısralarını içeren ilahisine, bir Divriği türkümüz; “Aşan bilir karlı dağın ardını / Çeken bilir ayrılığın derdini / Bülbül kaça aldın gülün narhını / Gül alıp satmanın zamanı değil,” diye karşılık verir.

Gerçek olan gülün sevgi unsuru olduğudur. Çevreniz gül ile dolsa bile sevdiğinizin elinden alacağınız bir gülden daha değerli bir şey yoktur.

Botanikçilere göre, dikenli bir çalı olan gül, güzel kokusu ve çeşitli renklerdeki muhteşem çiçekleriyle, sanatın her alanında çok özel ve seçkin bir yere sahip… Fuzuli’nin su kasidesi içindeki gülün değerini yorumlamak isterim ama, inanın şu anda bu derin konuyu açmaya gücüm yetmiyor. Çağdaş Türk şiirinde de gül sembolü sıkça kullanılmış. Güle sevgi beşlemeyen, gülden esin olmayan şair yok gibi. Yahya Kemal,

“Zaman o gül gibi gül görmemiş zaman olalı / Gülün güzelliği dillerde dastan olalı” derken, Ahmet Haşim içerisinde bulunduğu melâl iklimini ve akşam vaktinin hüznünü, bir havuz başındaki gülle anlatmış:

“Yorgun gözümün halkalarında

Güller gibi fecr oldu nümayan

Güller gibi sonsuz iri güller

Güller ki kamıştan daha nalân”

Türkülerimiz geri kalır mı? Şu Hatay türküsü sevgili ile gülü nasıl özdeşleştiriyor:

“Gül kuruttum gül kuruttum

Yâri sinemde uyuttum”

Yarınki yazımda size şiirlerimizde, deyimlerimizde, manilerimizde gülün yerinden söz edeceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar