EY KİTAP, KİTABIMSIN

Bilgisayarın karşısına oturduğum zaman, henüz kafamda bir konu yoktu. Düşünmeme fırsat kalmadan kargo dağıtıcısı kapı zilini çaldı. Kalktım baktım. Çoktan beri edinmeyi arzuladığım bir kitabı getirmişti. Sevindim. Kitap, değerli yazar, şair arkadaşım Mine Kaya Sağlam’ın son eseri “Kör Duvar’dı. Bir haftaya kadar okuyup size tanıtabileceğimi sanıyorum. Tekrar bilgisayarın karşısına oturduğumda konu belli olmuştu. Kitap ve kağıt, hat sanatının kanatlarına binip, geçmiş gelecek arasında dolaşmalı, tarih, folklor, şiir çeşmelerinden birer su içmeliydim. Haydi rastgele.

Kütüphanelerimizde bulunan çok sayıda yazma kitaplar bilim dünyasının ilgisini çekiyor. Yazımızın başında da değindiğimiz gibi, yazma kitap denilince akla Türklerin geleneksel sanatlarından olan hat, ebru ve tezhip sanatları geliyor. İşte bunlardan da birkaç cümle söz etmek istiyorum.

Hat sanatı, güzel yazı ve yazı kompozisyonlarında süslemelerin kullanılması diye tanımlanabilir. Köşeli harflerde çivi yazısını hatırlatan "Kufi" yazı türlü geometrik süslemeye uygun olduğundan çokça kullanılmış. Daha seri yazılması gereken kitaplarda akıcı bir yazı karakteri olan "nesih" doğmuş. Önemli yazı türleri arasında, kufi, sülüs, muhakkak, reyhani, nesih, celli, rit'a, nestaalik, divani ve siyakat sayılabilir.

Kâğıt süsleme sanatı olan ebrunun Türkistan'dan İpek Yoluyla İran'a oradan da Anadolu'ya geçtiği sanılmakta. Kitap ve yazıları süslemekte kullanılan ebru sanatı Osmanlılarda çok gelişmiş. Topkapı Sarayı'nda çok eski ebru örneklerini bulmak mümkün. Eski ustalar dalgalı ebru yanında süslü şekiller ve çiçekler de yapardı. Bu şekillerden ebruları kimin yaptığı anlaşılmaktaydı.

Osmanlılarda kitap süsleme sanatlarından olan tezhip, nakkaşlar elinde hat sanatı ile birlikte gelişti. Fatih devrinden itibaren tezhip sanatında zengin motif düzenlemeleri yapılmaya başlandı. Nilüfer, ıtır, yaprak, lale, karanfil, bulut gibi motifler değerli eserleri süsledi.

Kitap. Kâğıt, kalem konulu yüzlerce manimiz var. Anadolu’muzun çeşitli yörelerinde söylenen manilerden birkaçını anımsıyorum.

Mani kitabını açtım / Manileri hep saçtm / Ben utangaç bir kızdım / Yüzümü sana açtım.

Ağaçlar kalem olsa, / Yapraklar kâğıt olsa / Sığmaz kitaba derdim / Denizler mürekkep olsa.

Pencereden bakıyor. / Kitap almış okuyor, / Elinde bir deste gül / Yel vurdukça kokuyor.

Gergefi dokuyalım / Kitabı okuyalım / Çalışan kazanıyor / Aklı-mıza koyalım.

Çağlar ötesinden matbaa ile tanışan Türk ulusu, talihsiz bir tutuculuk sebebiyle bu konuda batının üç yüz yıl gerisinde kalınca özellikle Anadolu'da kitaplar, kıraathanelerin sınırlı imkânlarının ötesinde evlerimizin raflarını dolduramadı. Acıdır ama analarımız, bacılarımız kitabı belki uzaktan bir tabu gibi gördüler, ancak ellerine alıp, onunla haşır haşır neşir olamadılar.

Bu açığı nasıl kapattık sorusu akla gelebilir ve önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, bu ulusun bir ölüm kalım kavgası olan bir mücadelede bir fazla insanın çok önemli olduğu, sakatların bile yardımına ihtiyaç duyulduğu, köyde beşik sallayan elin mermi sandıklarına yapıştığı bir dönemde askerlik çağına girmiş okuyanları tecil, okutanları terhis ettirmişti.

Bu en sıkışık anlarda bile okuyan ve okutanlara milli savunmaya eşde-ğer önem veren görüş ve anlayışın, üç yüz yıllık açığı kapamamızda en büyük etken olduğunu söyleyebiliriz.

Arif Nihat Asya bir yazısında kitabın ağaçla çiçekle akrabalığını vurgu-lar. Bir başka yazısını da şöyle sürdürür: .

“…Gösterişsiz kabına bürünmüş, uyuyorsun şimdi. Uyu, ey kitap, uyu.. Günü gelecek, uyanacaksın. Bir gülün, bir şark lalesinin açılışıyla açılacaksın. Rengin olacak, kokun olacak; altın kanatlı arıların, altın kanatlı kelebeklerin olacak.

Bayrak tanıyacak seni… Toprak tanıyacak seni, gözler, yıldızlar, du-daklar tanıyacak; okuyacak seni! Yapraklarını kanat yapıp uçabilenler nesli-nin geleceğine ben inandım... Sen de inan, ey kutlu kitap! Ben unutmadım se-ni: gecelerin bile okuyabileceği bir aydınlık yazın vardı...

Kendini küçük görme, ey kitap, kitabımsın! Sayfaların, bir güzel yüz olup gülümseyecek.. uyanacaksın iki kabını iki yanına açıp gerineceksin . yaprakların, kanat olduklarını hatırlayacaklar.. Kızlarımız aynanda tarayacak saçlarını.. Senden uzaklaşanlar, sana dönecekler... Senden af dileyenler olacak!

Çevremizde ateş böcekleri gibi pırıl pırıl uçuşan noktalarınla gökleri yeniden yıldızlayabileceğiz. Kitaplardan kovulmuş destanımızı kitaplara çağı-rabileceğiz! Törensiz, nutuksuz ve sessiz, fakat sevinç yaşlan ile açacağız seni!

Ben elimde kesilmemiş yapraklarını kesecek kudreti görüyor. Lakin se-ni açmak zevkini oğlum tatsın diye bu işi ona bırakıyorum. Sen çiçekler gibisin; baharı beklemeyi bilirsin ey çiçeğim kitap, destanım kitap. Kitabım kitap." (+)

Kitaplar zincire vurulmamalı. Ante Popovski’nin şiirini Suat Engüllü dilimize çevirmiş:

Zincire vurulmuş kitap gördüm, diyorsun.

Ya kitaptaki insanlar, ya kitaptaki çocuklar?

Sözler ve harfler? Ne yapıyorlar?

İnsanlar ve çocuklar, sözler ve harfler,

hep bir ağızdan türküye durdular gecelerden bir gece

ve kitaptan çıkıverdiler türküyle.

Sert rüzgârlardan geçtiler, sağanak yağmurlardan,

tohuma ve ürünlere sımsıcak

toprağa sığındılar.

Zincire vurulmuş söz kaldı kitapta yalnızca

ve söze dolanan birkaç kat zincir.

Gönül dostluğumuz, kardeşliğimiz yıllar öncesine gider Halenur Kor’un. Çok yönlü bir sanatçı. Yalnız şiir değil, müzik ve resim alanında da oldukça mahir. Bir şiiri var: “Bir Kitap ki, Göklerce, Yaprak Yaprak..” başlığı-nı taşıyor. Şiirin son bölümünü sizinle paylaşmak istedim.

“Gözü kara, şahlanan bir küheylân,

Yüreğinde dalga dalga sevdâsı

Alnında nûr gibi, parlardı ak ak...

Ölçüsü yok, yüreğindeki sevgi

Katmer katmer açan güller misâli,

Gönülden dağıtır, karşılıksız,

Bir kitap ki, göklerce, yaprak yaprak...

Pek çok şiir kitabı olan bir şairimiz var. Metin Altıok “Yerleşik yaban-cı”, “Kendinin avcısı”, “Küçük tragedyalar”, “İpek ve klabtan”, “Gerçeğin öte yakas”, “Dörtlükler ve desenler”, “Süveyda”, “Alaturka şiirler”, “Şiirin ilk at-lası”, “Hesap işi şiirler”, “Bir acıya kiracı…” Metin Altıok Sivas Madımak faciasında can vermeseydi o günden bu günü kim bilir ne kitaplara ve şiirlere imza atacaktı. Saygı ve rahmet dileğimle anarken bir şiirini paylaşmak istedim:

KONYAK, KİTAP VE KAHVE

Tenha bir eylül bahçesinde

Bir bardak konyak, kitap ve kahve

Otururken dalmış kendi kendime,

Güz rüzgârı geçiyor kitabımın içinden

Ot kokan nefesiyle.

Hızla çevirerek sayfalarını

Savuruyor bütün harfleri

Gözlerimin önünde,

Koparıp kimbilir hangi sözlerden

İrili ufaklı belki binlerce.

Telâşla kapatıyorum kapağını kitabın

Bastırıp üstüne elimle.

Bakıyorum herşey yerliyerinde;

Tenha bir eylül bahçesinde

Bir bardak konyak, kitap ve kahve.

(+) Arif Nihat Asya, Çekirdek I s. 69 Ötüken Yayınları İst. 1975

Önceki ve Sonraki Yazılar