FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL

Yahya Kemal 1 Kasım 1958’de aramızdan ayrılmıştı. Kasım ayında kimler aramızdan ayrılmadı ki, Ümit Yaşar, Nevzat Üstün, Osman Yüksel, Sultan Veldet, Nüzhet Erman, Ali Ulvi Akgün, Orhan Veli Kanık, Celal Sahir Erozan, Rauf Alanyalı, Suat Taşar, Enver Gökçe, Emin Bülent, İlhan Demiraslan, Günay Akarsu ve şu anda hatırlayamadığım belki onlarca şairimiz. Son baharın son ayında tam bir yaprak dökümü. Bu gün anlatacağım şairimiz “Bağ Bozumu” adlı şiirinde:

“Kuytu ormanları, tenhâ bağları

Geziyor mevsimin yorgun rüzgârı.

İnce dallar kırık, yapraklar sarı,

Geçmiş bu yoldan da, belli sonbahar…”

diye yazmış. 8 Kasım 1973'te Akdeniz'de seyreden Samsun gemisinde hayatını kaybeden Faruk Nafiz Çamlıbel’den söz edeceğim. Cumhuriyet aydınlığını Anadolu’la ilk götüren edebiyat öğretmenlerimizden Faruk Nafiz Çamlıbel. Anadolu yolculuğunu o “Han Duvarları” şiirinden hatırlarsınız:

“Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,

Bir dakika araba yerinde durakladı.

Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,

Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...

Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,

Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya. ….”

Faruk Nafiz Çamlıbel, 1898’de İstanbul'da doğmuştu. İlk ve orta öğretimini Bakırköy Rüştiyesi ile Hadika-i Meşveret İdadisi'de tamamlamıştı. Daha sonra Tıp Fakültesi'ne girmiş, ancak tamamlamadan ayrılmıştı. 1917-1918 yıllarında Ati gazetesine girerek yazı işlerinde çalışmıştı. 1922’de Aynı gazetenin temsilcisi olarak Ankara'ya girmiş, aynı yıl öğretmenlik mesleğini seçmişti. Sonraki yıllarda Kayseri, Ankara ve İstanbul'da çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yapmıştı.

Faruk Nafiz Çamlıbel 1946 yılında DP'de İstanbul Milletvekili olarak parlamentoya girmişti. 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi sonunda öteki DP milletvekilleriyle birlikte tutuklanarak Yassıada'ya gönderilmiş, 15 ay tutuklu kaldıktan sonra suçsuz görülerek serbest bırakılmıştı. Sonraki yıllarını Arnavutköyü'ndeki evinde geçirmişti.

Faruk Nafiz Çamlıbel, şiire 14 - 15 yıllarında iken başlamış,

"Eserlerimin Ruhu" adlı yayımlanan ilk şiiri 1913 yılında Peyâm gazetesinin edebiyat ekinde çıkmıştı. "Saat" adlı ilk şiiri 1914 yılında Çocuk Dünyası'nda çıkan ilk şiirlerindendi. Öte yandan, Celal Nuri (İleri)'nin çıkardığı Edebiyat-ı Umumiye dergisinde yayımlanan "Şarkın Sultanları" adlı şiiri, Çamlıbel’in edebiyat dünyasında diikkat çeken ilk ürünü olmuştu. Yirmi yaşına ulaşan Faruk Nafiz, aruz vezniyle yazdığı bu dönem şiirlerini, İleri (1917 - 18), Yeni Mecmua (1918), Ümid (1919 -1921), Şair (1918 - 1919), Edebî Mecmua (1919), Büyük Mecmua (1919), Nedim (1919), Temâşâ (1920), Yarın (1921 - 22) gibi yayın organlarında yayımlamıştı.

İlk kitabı Şarkın Sultanları, 1918’de yayınlanmıştı. 1919’da Dinle Neyden ve Gönülden Gönüle adlı kitapları çıkmıştı. Diğer kitaplarını ve yayın tarihlerini şöyle listeleyebiliriz:

Şiir: Çoban Çeşmesi (1926), Suda Halkalar (1928), Bir Ömür Böyle Geçti (1932), Elimle Seçtiklerim (1935), Boğaziçi Şarkısı (1936 - S. Kaynak'la birlikte), Akar Su (1936), Tatlı Sert (1938 - Mizahi Şiirler), Akıncı Türküleri (1938), Heyecan ve Sükun (1959 - Seçmeler), Zindan Duvarları (1967).

Oyun: İlk Göz Ağrısı (1922 - adapte), Sevk-i Tabii (1925 - S. M. Alus'la birlikte adapte), Canavar (1926), Akın (1932), Özyurt (1932), Kahraman (1933), Ateş (1936), Ayşe'nin Doktoru (1949).

Roman: Yıldız Yağmuru.

Faruk Nafiz Çamlıbel; Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy ve Orhan Seyfi Orhon’la birlikte Cumhuriyet Dönemi edebiyatımızda Beş Hececiler topluluğunu kurdu. Bir başka anlatımla, “Hecenin beş şairi” adıyla da anılan bu sanatçılar, milli edebiyat akımından etkilenmiş ve şiirlerinde hece veznini kullanmışlardı. Onların hepsi şiire birinci dünya savaşı ve milli mücadele döneminde başlamışlar, ilk şiirlerinde aruz veznini kullanırken, sonradan heceye geçmişlerdi. Şiirde sade ve özentisiz, ve gereksiz süsten uzak olmayı tercih etmişlerdi.

Beş hececiler, şiirlerinde memleket sevgisi, yurdun güzellikleri, kahramanlıklar ve yiğitlik gibi temaları işlemişlerdi. Mısra kümelerinde dörtlük esasına bağlı kalmayıp, yeni yeni biçimler aramışlar, kimi zaman nesir cümlesini ve düzyazıdaki söz dizimini şiirlere de yansıtmışlardı. Kimi zaman da hece vezni ile serbest müstezat yazmayı denemişlerdi.

Faruk Nafiz Çamlıbel, arada sırada aruz veznini kullanmakla birlikte şiirlerinde yukarıda anılan ilkeler çerçevese içinde kaldı. Düşünce, aşk ve memleket konulu şiirler yazdı. Memleket sevgisini Nakış nakış işledi:

“İçimden tanırım ben o illeri

Onlar ki zahirde viran olurlar

Ardıçlı dağları çamlı belleri

Aşanlar Şirin'e hayran olurlar

Dökülür köpüklü sular yarından

Baharlar yaratır kışın karında

İçenler sihirli pınarlarında

Şöyle bir silkinir ceylan olurlar

Başı boş kırlara salar tayını

Elinden düşürmez okla yayını

Aklına getirmez zafer payını

Memleket yolunda kurban olurlar…”

Faruk Nafiz Çaklıbel, aşk şiirlerinde çok başarılıydı. Şiirlerinin duygulu, içli ve içtenlikli bir havası vardı. Onun şiirleri toz pembe yıllarımızdaki şiir defterlerimizin başında yer alırdı. Bunlardan birini hatırlıyorum. Sonradan öğrendim ki, bir kırgınlık sırasında Şükufe Nihal için yazmış:

“Sana çirkin dediler, düşmanıoldum güzelin,

Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile.

Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin,

Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile...

Sana çirkin demedim ben, sana kafir demedim,

Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin,

Yaşadın beş sene kalbimde misafir demedim.

Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin?

Zülfünün yay gibi çelik tellerine

Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek.

Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine

Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek...”

Anadolu’yu, insanlarını ve gerçeklerini anlatırken, yalnız karamsar tabloları bir felaket tellalı gibi değil, bizim memleketimizin iç zenginliklerini, sevinçlerini ve mutluluklarını de şiirleştirdi. Yukarıda birkaç mısrasını verdiğin “Han Duvarları” bunun en güzel örneğiydi. Faruk Nafiz, mizah dergilerinde “Çam Deviren” ce “Deli Ozan” adlarında mizahi şiirler yazdı. Ömrürür olgun yıllarında, Tanrı, din, ruh arayışları, tasavvuf ve fizik ötesi duyuşlara yer verdi.

Faruk Nafiz Çamlıbel, inancı sağlam bir şairdi. İnancını kaybeden zümrelere şöyle seslenmekteydi:

“Gövdeler, varsa gönüllerden alır cevherini,

Yürek olmassa bilekler çekemez hançerini,

Kahramansız yaşamak kahrına mahkumdurlar,

Kaybeden zümreler Allahını, Peygamberini.”

Faruk Nafiz Çamlıbel, geçmişini inkar etmeden geleceğe açık bir kimseydi. Tam anlamıyla “Kökü mazide ati”ydi. Yeniliklere açıktı. Ama kişiliğini kaybederek kayıtsız şartsız batı hayranlığına da karşıydı. Bu açıdan “Sanat” adlı şiirini hep önemsemişimdir:

Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek,

Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar!

Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek

İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar

Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda

Gezersin kırk asırlık mabedin içini

Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda,

Bize heyecan verir bir parça yeşil çini

Sen raksına dalarken için titrer derinden

Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin

Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden

Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin

Fırtınayı andıran orkestra sesleri

Bir ürperiş getirir senin sinirlerine,

Istırap çekenlerin acıklı nefesleri

Bizde geçer en yanık bir musiki yerine

Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun

Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini,

Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun

Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini...

Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken

Yazılmamış bir destan gibi Anadolumuz

Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken

Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz

Behcet Kemal Çağlar’la birlikte “Onuncu Yıl Marşı”nin güftesini yazan Faruk Nafiz Çamlıbel’ı, ölümünün 34 üncü yılında rahmetle anarken, gençlik yıllarımızda dilimizden düşürmediğimiz “Çoban Ceşmesi” adlı şiirini aktarıyoruz:

Derinden derine ırmaklar ağlar,

Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,

Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,

Ne söyler su dağa çoban çeşmesi.

'Göynünü Şirin'in aşkı sarınca

Yol almış hayatın ufuklarınca,

O hızla dagları Ferhat yarınca

Başlamış akmağa çoban çeşmesi...'

O zaman başından aşkındı derdi,

Mermeri oyardı, taşı delerdi.

Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.

Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu,

Kerem'in sazına cevap veren bu,

Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...

Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,

Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,

Ateşten kızaran bir gül ararda,

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,

Tarihe karıştı eski sevdalar.

Beyhude seslenir, beyhude çağlar,

Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...

Önceki ve Sonraki Yazılar