FERYAD İMTİHANINDA BÜLBÜLÜ MAHCUP ETMEK

Ramazan da girdik. Sağlıklı olup orucu oruç gibi tutanların ibadetini Allah kabul etsin. Bu yıl kış kışlığını yapmadı. Bahardan da umut yok. Saklambaç oynar gibi bir görünüyor, bir gizleniyor. Bahar gibi bahar olsa ne yazar. Derin derin bahar havasını içinize doldurmanız mümkün değil. Hep korku, hep korku… Kısım, kısım kısıtlanan bir hayat.

Gerçi Nisan’ın ortasını geçtik ama, takvimler nisanın ilk haftası “Bülbüllerin ötme zamanı” diye yazarlardı. Ben bülbül sesi duymadım bilmem siz duydunuz mu? Ama biz hayalimizdeki baharın empatisini yapalım:

“Seherde ağlayan bülbül / Sen ağlama ben ağlayım” diyen Âşık Veysel’in yanık ve titrek sesini duyar gibiyim: “Ötme bülbül ötme bülbül / Derdi derde katma bülbül / Benim derdim bana yeter / Bir dert de sen satma bülbül!” Bülbül-gül ve dert. Bu dert aşk derdi, özlem derdi... Kavuşmak için çırpınış ve çağlar boyu bitmez bir serenat.

“Bülbül bağa girip yapmış yuvayı” diye başlıyor Sivas ve Erzurum türküleri. Erzincan yöresinin koşması Karacaoğlan’a ait olan “Bülbül havalanmış yüksekten uçar” türküsünü dinlerken kendimden geçerim.

Hem Yozgat’ın, hem Diyarbakır’ın türküleri de “Bülbülün kanadı sarı” diye başlıyor. Çukurovalı ozan, “Ötme garip bülbül gönül şen değil” diyor. Zavallı bülbül. Kendi derdine mi yansın, kimseyi memnun edemediğine mi? Kimi “öt” diyor, kimi “ötme”.

Öğrencilik yıllarından beri sılâ özlemimin acılarına bülbül türkülerini katık eylemiş, gözyaşlarımla boğazımın düğümlerini çözmeye çalışmışımdır. Issız bir köşe bulunca mırıldanmaya başlardım: “Aşan bilir karlı dağın ardını / Çeken bilir ayrılığın derdini / Bülbül kaça aldın gülün nargını / Gül alıp satmanın zamanı değil.” Bugün de “Mihrican mı değdi gülün mü soldu?” diye dinlerken Âşık Turabî’nin türküsünü; bulurum tesellisinin en etkilisini:

“Şakı benim şeyda bülbülüm şakı, / Bu dünya kimseye kalır mı baki, ....”

Sanırdım ki, özgürlüğe düşkün bülbüller türkülerimizin, kafeste çıtkırıldım yetişen kanaryalar da şarkılarımızın kuşları. Yanılmışım. TRT’nin şarkılar repertuarına şöyle bir göz attım. Aman Allahım! Meğer gözümün önündeki merteği görmüyormuşum. Bülbüllerin şarkılarımıza esin kaynağı ve konu oluşu, türkülerden daha çokmuş. Osmanlı’dan günümüze gelenleri, Dede Efendi’leri, Zekai Dede’leri, Dellalzâde’leri, Hacı Arif Bey’leri, Hacı Faik Bey’leri, Nikoğas Ağa’ları bir yana bırakalım. Yakın zamanımızın bestekârlarından yüzlerce bülbülü konu alan şarkılar sıralanıyor. Zeki Müren’in “Bülbül aşık mış güle”sini, Saadettin Kaynak’ın “Bülbülüm gel de dile”sini, Yusuf Nalkesen’in “Bülbülün çilesi yanmak mış güle”sini, Necip Mirkelâmoğlu’nun “Bülbülü mahcup ettim feryat imtihanında”sını sanki hiç duymamış, onlarla duygulanmamışım.

Bizim inanç dünyamızda, gül ve bülbülün saygın yeri var. Fuzulî, Peygamberimiz’i övdüğü “Su Kasidesi”nde: “İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile / Gül budağının mizacına gire kurtara su” diyor. “Su” yerine Hz. Muhammed ve O'nun yolunu, rahmeti; “gül” yerine Tanrı’dan başka bütün varlıkları, dünyayı; “bülbül” yerine Hak âşığını, “budak ve dikenleri” yerine de nefisi koyarak yorumlayın bakalım.

Efsane bu ya: Gülün rengi eskiden kırmızı değilmiş. Bülbül ise güle âşıkmış. Gül, kendisi için yanıp tutuşan bülbüle hiç yüz vermiyormuş. Bu duruma dayanamayan bülbül gidip gülün dalına konuvermiş. Dikenler bülbülün gövdesine batınca akan kanlar gülün dibine dökülmüş ve kanlar gülün köklerinden ve dikeninden damarlarına geçmiş. Gül, o günden sonra kırmızı açmaya başlamış.

Bir ülkede bütün güller beyazmış, hiç kırmızı gül yokmuş. Bu ülkede birbirini çok seven bir kız ve bir delikanlı varmış. Delikanlı kıza evlenme teklif etmiş. Kız bir şartla demiş.

“Bana kırmızı renkte bir gül getirirsen seninle evlenirim” Delikanlı çok üzülmüş. Çünkü hiç kırmızı gül yokmuş. Beyaz güllerle dolu bahçede bir bülbüle derdini yanmış. Bülbül dinlemiş genci:

“Üzülme, yarın buraya aynı saatte gel. Bir kırmızı gül göreceksin onu al kıza götür. Evlen ve mutlu ol.” demiş. Ertesi gün delikanlı bahçeye gitmiş. Beyaz güllerle dolu bahçenin ortasında kıpkırmızı bir gül onu bekler gibiymiş. Biraz şaşkın biraz heye-canlı, biraz mutlu koşmuş gülün yanına.. Ama görmüş ki, bülbül onun mutluluğu için kendini gülün dikeniyle öldürmüş, kanından da kırmızı bir gül ortaya çıkmasını sağlamış... Şimdi de yerde cansız yatıyormuş.

Delikanlı gülü alıp kızın yanına gitmiş. Kız bu gülü gördüğü için çok sevinmiş ve evlenmeyi kabul etmiş. Ama delikanlı:

“Benimle evlenebilmen için bülbülün ölmesi mi gerekiyordu?” diyerek oradan ayrılmış ve bir daha hiç dönmemiş...

Sevgili dostlarım bülbüle kendimi kaptırdım. Yarın da devam edersem bana darılmayınız.

Önceki ve Sonraki Yazılar