FİTNAT HANIM

Geçenlerde sevgili arkadaşım Ata Türk Nigar Hanım ile ilgili bir yazımın sonunda iyi dileklerini lütfettikten sonra “Bir müsait zamanınızda da Nigar hanım kadar meşhur Şair Fitnat hanımın da hayatını anlatıp onun ruhunu da hoşnut eder misiniz?” mesajı gönderdi. Elbette. Ancak bir değil üç yazı yazmak zorundayım.

Divan Edebiyatımızda iki Fitnat hanım var. İkisinin arasında yüz yılı aşkın bir zaman aralığı var. Büyük olanı, asıl adının Zübeyde olması nedeniyle “Zübeyde Fitnat” olarak da anılıyor. Bugün onu yazacağım. Ama bir günü de onunla ilgili ilgili fıkralara ayırmam gerek. Yaşı küçük olanına ben “Karadenizli Fitnat” diyorum. O da üçüncü yazımın konusunu oluşturacak.

18. Yüzyılda yaşamış olan Zübeyde Fitnat Hanımı anlatmaya başlamadan önce, günümüzde de çok sevilen, güftesini onun yazdığı bestesini İbrahim Ağa’nın yaptığı Hicaz şarkıyı hatırlatayım:

“Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce,

Sünbül ham olur reşk ile kâkül bükülünce

Anka dahi olursa düşer pençe-i aşka

Sayd-ı dile şehbâz-ı nigâhın süzülünce”

(Şerm:Utanma, Ham olmak: Kıvrılmak, Reşk : Kıskanma; Sayd-ı dil: Gönül avı; Şehbaz-ı nigah: Bakış doğanı)

Bildiğiniz gibi, klasik edebiyatımızda, sebebi bilinen bir olayın meydana gelişini, gerçek sebebinin dışında başka, güzel bir nedene bağlama sanatına “Hüsn-i ta’lil” denilir. “Güller kızarır utancından o gonca gül gülünce / Sümbül bükülür kıskancından kakül bükülünce” sözlerindeki hüsn-i ta’lilin güzelliğine dikkatinizi çekmek isterim.

İşte böylesine güçlü bir şair olan Fitnat Hanım, 18. yüzyılın başlarında İstanbul’da doğdu. Şeyhülislam Ebu İshakzade Mehmet Esat Efendinin kızıydı. Özel derslerle eğitildi. Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişmesi nedeniyle küçük yaştan itibaren edebiyat ve şiirle ilgilendi. Rumeli Kazaskerlerinden Derviş Mehmet Efendi ile evlendi. Kocası sanattan uzak birisiydi. Kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen birisiyle yaptığı evlilikte mutlu olamamıştı.

Fitnat Hanım’ın şiirlerinde kadın kalbinin içten duygularını bulmak mümkündü. Onun gazellerinden bir örnek verirken, gazelin okuma bütünlüğünü bozmak pahasına da gençlerimizin rahat anlayabilmeleri için her beytin altına günümüz Türkçe’siyle karşılığını vermeye çalıştım:

Neşve-i cam-ı muhabbetle gönül cûş eyler

Çekilen der ü gamı cümle feramûş eyler

(Gönül sevgi kadehinin neşesiyle coşar / Çekilen dert ve üzüntüyü bütünüyle unutur )

Kıl hazer alma sakın aşık-ı zârın ahın

Seni bir şuh-ı sitemkâra felek dûn eyler

(Ağlayan aşığın ahini alma sakin / Seni bir zulmedici güzele keder düşkün eyler )

Bir nigehle komadı derdimi takrire mecâl

Çeşm-i mestin nice guyaları hamûş eyler

(Bir bakışla derdimi anlatmaya derman koymadı / Sarhoş gözün nice söyleyenleri susturur)

Hale-i mah gibi sineye çekmiş mihri

Bezm-i vuslatta o kim yâri deragûş eyler

(Ay haleleri gibi güneşi göğsüne çekmiş / O ki kavuşma meclisinde sevgiliyi kucaklar )

Sen hem gülşen-i hüsnünde figan et cü hezar

Fıtnata derd-i dilin belki o gül gûş eyler

(Sen hemen güzelliğinin gül bahçesinde binlerce kez ağla / Ey Fitnat, bekli gönül derdini o gül (sevgili) dinler)

Fitnat Hanım, dilimizi çok güzel kullanan şairlerimizden biriydi. Kimi zaman halkın konuştuğu dili klasik şiirimize sokmuştu. Onun şarkılarından biri şöyle:

Beni derdinle yeter zâr etdin

Yok mu insâfın a zalim söyle

Çeşm-i mestin gibi bîmâr etdin

Yok mu insâfın a zalim söyle

Ruhların taze gülü handandır

Leblerin derd-i dile dermandır

Sühanın mürde-i aşka candır

Yok mu insâfın a zalim söyle

Âşık-ı zâre cefâ kârındır

Öldüren gamze-i hunharındır

Eden ihyâ yine güftarındır

Yok mu insâfın a zalim söyle

Ey Sehi-kamer ü şîrin-güftâr

Bülbül-i vird-i ruhun gerçi hezâr

Var mıdır bencileyin âşık-ı zâr

Yok mu insâfın a zalim söyle

YARIN FİTNAT HANIMLI FIKRALARDAN SÖZ EDECEĞİM.

Önceki ve Sonraki Yazılar