GARİP NEŞET ERTAŞ’IN DERDİ NE?

TRT’ye karşı buruktu. Burukluğunu şöyle anlattı:

" Muzaffer Sarısözen 14 yaşımda iken beni mektupla çağırır, misafir olarak çaldırır, okuturdu. Daha sonra imtihanla mahalli sanatçı olarak radyoya girdim. 23 sene her ay 2 program yapardım,” diyor. Muzaffer Sarısözen’den sonrası için “Halk müziği yöneticilerinden çok bencil insanlar vardı. Beni çıkardılar, istediğim gibi çaldırıp söyletmediler. Bende terk ettim," diyordu.

1976 yılında geçirdi ani bir rahatsızlığın tedavisi için Almanya'ya gitti. İyileştikten sonra sanatçı olarak oturma izni alıp orada kaldı. Çocuklarını yanına aldırdı ve okula yazdırdı. Kendisi okuyamamıştı ama çocukları okuyacaktı. “Çocuklarımı okutmak için her hafta düğün ve konserlere gidiyordum. Sorumluluğum çok fazlaydı. Gelmek için hiç fırsatım olmadı ki...” diyor.

Alaman gurbetinde", ülkesine insanlarına duyduğu aşkla özlemle çalıp söyledi. Yurdunda insan ayrımı yapılmasın ve diğer milletlerin düzeyine erişsin, arzu ediyordu: Ayrımcılık yapanlara “ Benim Yurdum”u okuyordu: “…….Bir Garib'im, budur derdim Tüm dünyayı ben de gördüm İsterim ki benim yurdum Dünyadan geri kalmasın …” 2000 yılına kadar Almanya’da gurbet hayatı yaşayan bu ‘garip göçebe’, ürettiği veya naklettiği türkülerin sayısı konusunda bilgi vermekten hep kaçındı.

“Halk kaçını beğendiyse bir o kadar söyledik,” diyor. Eserlerinin telifini almak şöyle dursun, “ Televizyonlarda görüyorum, bizim bozlaklarımızı, türkülerimizi çalıp söyleyenler, adımızı anmamak için ellerinden ne geliyorsa onu yapıyorlar,” diye şikâyet ediyor. Ve ekliyor:

“Âşıklığın yasası âşıktır. Aşkı tanıyan Hakk’ı tanır. Hakk’ı tanıyan haksızlık yapmaz ki! Onlar Hakk’ı tanımıyorlar ki, haksızlık yapıyorlar…”

Deyişlerini hep halkın anlayacağı dille söyledi, Kapalılıktan ve kendini farklı göstermekten kaçındı. Bir konuşmasında şöyle diyordu: “Bu gibi abartmalar bu gibi kabartmalar, halkın bilinçsizliğinden faydalanarak kendirini haşa, haşa bir başka göstererek yükselmişler de yükselmişler ozanlarımız. Ve ozanların deyişleriyle posta oturan dedelerimiz oturmuş oraya gelene dizini öptürmüş, gidene dizini öptürmüş. Evet, yol olabilir. Ama Hak herkesin kendindedir. Kendine niyaz et, diyen dedelerimiz de olabilir.”

Neşet Ertaş sözünün burasında bir türküsüne başlamıştı:

“Nerde ne arıyon divane gönüm

Dinle bir kendini anlamak için

Sen bir ruhsun kalbin ruhuna bağlı İ

rade elinde yönlemek için …..

Neşet Ertaş’ın manevi hayatında da babasının yeri büyük. “Ben babamdan etkilendim,” diyor. Ekliyor: “Babamın duyguları bana yetti. Ben bugün bile yüzde 90’ın üzerinde babamın duygularıyla çalıp söylüyorum. Sözleri ben yazıyorum ama hava olarak onun duygularıyla çalıp söylüyorum, bu bana yetiyor,” demişti. Ertaş büyük bir saz ustası olmasına rağmen babasının yanında hiç saz çalmadı. Bunu da, “Babamın yanında saz çalamazdım. Yani babamın bozlaklara verdiği feryadı ben veremezdim.” diye açıklamıştı.

“Ay dost deyince yeri göğü inleten / Muharrem ustaydı bunu dinleten / Gönül kırmazıdı bilerekten, bilmeden / İnsan velisini neyledin dünya ……”

Neşet Ertaş'a birçok eserlerinde adını kullandığı ve ona türküler yaktığı Leyla'nın kim olduğunu sorulduğunda, "Eski eşim ve çocuklarımın anası Leyla Ertaş'tır. Ama ayrıldıktan sonra türkülerimde Leyla ismini artık kullanmıyorum,” diye cevap verdi. Bir başka röportajında: “Leyla gönülün sultanıdır. Leysa'sız insan bir guru ağaç gibidir. Leyla olmasa, bahçenin rengi olur mu? Kim bu Leyla peki? Bütün hanımlar için söylüyorum bunu. Bütün hanımlar Leyla,” demişti.

Neşet Ertaş’a “ 'Zahidem Türkünüz' için, 'maya' diyorsunuz. Bozlak ile maya arasındaki fark nedir” diye sormuşlardı. O “Bozlak sınırsız bir feryattır. Onun ölçüsü yoktur. Bozlak'ın küçüğü uzun havadır. O ölçülüdür. Uzun havanın küçüğü de 'maya'dır, demişti. Zahide’nin öyküsünü şöyle anlatmıştı: “Biz dedelerimizden beri düğünlerde çalıp söyleriz. 13-14 yaşındayken bizim Kırşehir’in Çiçekdağı kazasının bir köyündeki düğünde elime bir şiir yazılı kâğıt verdiler. Sonradan öğrendiğime göre öksüz bir çocuk yazmış bu şiiri. Bu öksüz çocuğu bir aile evine almış, o da o evin kızına âşık olmuş. Kızın adı Zahide imiş. Çocuk askere gidince kızı başkasına vermişler. Ben bu dörtlükleri düzelttim, 45 yıl önce plağa okudum.”

Zahide kurbanım n'olacak halim

Yine bir laf duydum kırıldı belim

Gelenden gidenden haber sorarım

Zahidem bu hafta oluyor gelin

 

Hep sorarlar: “Neşet Ertaş zengin miydi?” Bir röportajında: “Namerte muhtaç olmayacak ve bir ömrü tamamlayacak şekilde ekmek parası lazım. Eğer ben öldüğümde bir çuval unum kalmışsa ben suç işledim demektir. O un belki ekmeği olamayana ekmek olurdu” demişti.

YARIN: SEVGİ İKLİMİNDE NEŞET ERTAŞ

Önceki ve Sonraki Yazılar