GEL AĞLAMA GARİP BÜLBÜL AĞLAMA

Edebiyatımızda andelib ve hezar adlarıyla anılan bülbül, ılıman ve sıcak iklim yörelerinde, alçak fundalıklarda yaşar. Islıklı ve ıslıksız olmak üzere iki tür ötüşü vardır. Islıklı ötüşü eşine kur yapmak için kullanır. Eşine başarıyla ulaşınca ıslıklı ötüşüne son verir. Divan edebiyatının vazgeçilmez ikilisi, bülbül erkeği gülse dişiyi temsil eder.

Anlatılara göre, gül, âşığının ne kadar özveri gösterebileceğini görmek için önce dalına konmasına izin verir. Sonra bülbülün kendinden geçmişliğinden yararlanarak dikenlerini batırıp bülbülün yüreğini kanatır. Goncalarını onun kanını emerek yapar; renk katar, koku katar. Derler ki, gülün goncasını “gül” yapan, bülbüldür.

Dut mevsimi gelince bülbüller susar. Bunu dut yemelerine bağlarlar. Neşe ve konuşkanlığını yitirmiş, suskun kimseler için, “dut yemiş bülbüle döndü” derler. Kötü bir şeyi çok iyidir diyerek karşısındakilere yutturmanın, göz boyamanın karşılığı “Kargayı bülbül diye satmak”tır. Güzel sözler söyleyenler, dinleyenleri etkileyenler için, “Bülbül gibi konuştu, bülbül kesildi,” demişler. Bir şarkıyı, bir türküyü çok güzel okuyanlar içinde “Bülbül gibi şakıdı” deyimi kullanılır.

Ana gibi yâr, vatan gibi diyâr olmaz. Anneler bizi büyütmek için büyük zorluklara katlanırlar, yemez yedirir, giymez giydirir, uyumaz uyuturlar. Bizim için onlardan değerli varlık yoktur. Yurdumuza anayurt, anavatan demiş, analar gibi kutsal bir değer biçmişiz. “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ah vatanım demiş,” atasözünün mesajı budur. Her canlı doğup büyüdüğü, birçok acı tatlı anılar yaşadığı, içerisinde var olduğu yerlerden uzak kalmak istemez. Yeni yerinde ne kadar varlık içinde ve rahat olsa da, çoğu zaman o toprakların ve zamanların özlemini duyar.

Tokat yöresinde Âşık Veli Aydın’dan alınan bir Pir Sultan türküsünde, Pir Sultan ‘yâr’dan Tanrı’yı mı, Hz. Ali’yi mi yoksa bir başka sevgiliyi mi kastediyor bilmem ama bülbülün gülle aşkını kendi aşkıyla özdeşleştiriyor:

“Bülbül ne ötersin virandır bağın

Yıkılsın şehrin çöl kalsın dağın

Tükendi fitilim kalmadı yağım

Yâr senin derdine ben yana yana”

Bir bilmece soracağım:

“Altı mermer, üstü mermer / İçinde bir bülbül öter” nedir. Sizi yormadan yanıtını vereyim: “Dil”

Atalarımız “Bülbülün çektiği dili belası” demişler. Bülbül güzel öttüğü için kafese konulmuş, özgürlüğünü yitirmiştir. Bundan ders almalı, insan dilini tutmalıdır, diye düşünmüşler. Yarın bülbül konusuna devam edeceğim.

Düşünülmeden söylenen sözler, yersiz konuşmalar insanın başını derde sokuyor. Değerli makamları değersiz kişilerin aldığını görenler, “Bülbülün yerini kargalar almış,” derler. Halk ozanlarımız da sevgilinin sesini bülbül avazına benzetmişler.:

“Ey şahin bakışlım bülbül avazlım

Bir eli kadehli bir eli sazlım

İşte ben gidiyom kal ahu gözlüm

Ne sen beni unut ne de ben seni”

Bir laedrimiz var:

"Gül, gül dedi bülbüle, bülbül gülmedi gitti

Gül bülbüle, bülbül güle yar olmadı gitti"

Coşkunî mahlasıyla şiirler söyleyen Şarkışlalı Mehmet Coşkun bir şiirinde:

“Bülbül hep şakıdı gonca gül için

Güle kavuşacak ince yol için

Gül se açmalıydı tatlı dil için

Bülbül uçtu gitti gül dedi neden” diyor.

Ölüm karşısında insanın çaresizliğini anlatmak için atalarımız “Gitti gül, gitti bülbül, ister ağla ister gül” demişler. İnsan yaşarken değerini bilmeli, sevgiye sevgiyle karşılık vermede geç kalınmamalı…

Gül, aşkın her çeşidinde sevgiliyi temsil eder; bülbül ise onun aşkıyla yanıp tutuşan âşıktır. Bülbül âşık, gül maşuktur. Biz bunu böyle bilelim ve bu duygu iklimden hiç ayrılmayalım. Ama gerçek başka…

Şiiri, musikiyi, efsaneleri, inanışları göz ardı eden bazı bilim adamları bülbülün en sevdiği yemekler arasında olan bazı kurtçuklar sadece gülün tomurcuk kısmında bulunurmuş.

Meğer yüzyıllardan beri bülbül-ü şeyda aşktan değil açlıktan figan edermiş. Bizler:

“Bir seher vaktinde indi bağlara / Öter şeyda bülbül gül yarelenir” derken bülbül bir kurtçuk için gülden güle sıçrıyormuş.

Maniler, içli dokunuşlu şiirlerdir. Her biri bir gönül deryası sanki... Güllerle gün eyleyen bülbüller mi dersin, bülbüllerle düğün eyleyen güller mi dersin? Dert üstüne dert bağlayanlar da, gurbeti boynuna dolayanlar da, gözleri yollarda kalanlar da manilerimizde var. Sayıp dökmekle bitmez ki…

“Güle naz / Bülbül eyler güle naz / İndim o dost bahçesine / Ağlayan çok gülen az”

“Bülbül ah ile öter, / Ah ile ömür biter, / Dünyanın sonu ölüm, / Ayrılık daha beter.”

“Gül benim gül efendim, / Dili bülbül efendim, / Burada kan ağlarım, / Sen orda gül efendim.”

“Ekin ektim gül bitti / Dalında bülbül öttü / Ötme bülbülüm ötme / Ayrılık canıma yetti”

“Gülün budağı kanar / Dalına bülbül konar / Gurbet ele düşeli / Yanar yüreğim yanar”

İnanç dünyamızda, gül ve bülbülün saygın yeri var. Fuzulî, Peygamberimiz’i övdüğü “Su Kasidesi”nde: “İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile / Gül budağının mizacına gire kurtara su” diyor.

“Su” yerine Hz. Muhammed ve O'nun yolunu, rahmeti;

“Gül” yerine Tanrı’dan başka bütün varlıkları, dünyayı;

“Bülbül” yerine Hak âşığını,

“Budak ve dikenleri” yerine de nefisi koyarak yorumlayın bakalım.

Bülbül-gül ve dert. Bu dert aşk derdi, özlem derdi... Kavuşmak için çırpınış ve çağlar boyu bitmez bir serenat.

Örneğin Âşık Turabî’nin türküsüyle teselli bulmuşlar:

Mihrican mı değdi gülün mü soldu

Gel ağlama garip bülbül ağlama

Felek baştanbaşa kimi güldürdü

Gel ağlama garip bülbül ağlama

Şakı benim şeyda bülbülüm şakı

Bu dünya kimseye kalır mı baki

Sana da mı değdi feleğin oku

Gel ağlama garip bülbül ağlama

Gonca gül açılır har ile geçer

Dertlilerin ömrü zar ile geçer

Turabi biçare serinden geçer

Gel ağlama garip bülbül ağlama

Çoğu gurbetçi, sıla özlemimin acılarına bülbül türkülerini katık eylemiş. Gözyaşlarıyla boğazının düğümlerini çözmeye çalışmış…

Bülbülden söz etmişken bir kaç gün gülden de söz etmek gerekir.

Beni psikoterapiye sokup, şuur altımı çözseler kim bilir gül ili ilgili neler çıkar. Ağgülden başlayıp güller arasında gezmeye başlayalım:. Gönül kuşu bizi nerelere götürür?

Önceki ve Sonraki Yazılar