Ahmet Özdemir
GELİN BACININ PADİŞAH’A İSYANI
İki gün, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde Yemen’e ilişkin söylenen ağıtları vermeye çalıştım. İlk yazım ilgi gördü. İkinci de umduğum ilgiyi göremedim. Bu gün son bölümü paylaşıp, daha fazla uzatmayacağım.
Karaman'dan yola çıkan yağız Anadolu delikanlısı Yemen yollarındadır. Geri dönmeyeceğini bilmektedir. İçini kimselere açamaz da seher yeline seslenir:
"Karaman'dan çıktım yolum Yemen'e
Asker çantasını vurdum sineme
Ayrılık namesini verdim eline
Tenhalarda bul da ver seher yeli.."
Yemen, 1918 yılından önce, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir ili, Yedinci Ordu'nun da merkeziydi. Tarih boyunca Arap yarımadasında birçok isyanın odak noktası olmuştu.
Önceleri 1. Selim ile Mısır'a giden Yeniçerilerin bazıları Yemen'e geçmiş, daha önceden buraya yerleşmiş, Çerkezlerle küçük hükümetler kurmuşlardı.
Yemen'in yüksek bölgelerinde Zeydi imamlar hüküm sürüyordu.
1538'de Kaçurat sultanı, Portekiz istilasına karşı Kanuni’den imdat istemiş, bunun üzerine gönderilen Mısır Valisi Hadım Süleyman Paşa, Aden'i almıştı. Otuz yıl süren türlü karışıklıklardan sonra 1568'de Sinan Paşa Yemen’i tamamen ele geçirdi. Ancak 1599 yılına kadar isyanlar bitmek bilmedi. Zeydilerin lideri El Kasım 1618'de barış anlaşması yaptıysa da, kısa sürede yine anarşi kol gezmeye başladı.
Necid'de başlayan, sonra tüm Arabistan'a yayınlan Vehabilerin harekâtı 1800'lerde başladı. 1810'da Kavalalı Mehmet Paşa buraları işgal etti. l843'de Hüseyin Paşa, 1865'de Rauf, 1871'de Ahmet Muhtar Paşalar Yemen'e girmek zorunda kaldılar. Son isyanı 1904'den sonra İmam Yahya başlatmıştı. On dört yıl sonra Yemen tamamen İmam Yahya'ya teslim edilmişti. Ama binlerce evladımızı da o çöllerde bırakmıştık.
Türk anası, Türk gelini hep kaderine boyun bükmüş, yalnızca gözyaşı dökmüş sanmayınız. Zaman olmuş kaderine isyan etmiş, başkaldırmıştır. İşte bunlardan birine, kocası Yemen'e gidip de yıllardır bir haber alamayan geline kulak verelim:
Merhametsiz padişahlar, askeri
On sene bekletiyorlar Hicaz' da
Gidenler gelmiyor, el verir gayrı
Soyka Yemen, yiğit koymadı bizde.
Padişah'a söylen yari göndersin
Bu kanun bu zagonu döndersin
On seneyi bir seneye indirsin
Hiç mi merhamet yok Sultan Aziz'de.
Gelin ömrüm geçti ben mozuluyom
Kara saçım ağ ördürdüm düzlüyom
On senedir asker yolu gözlüyom
Saçım ağardı fer kalmadı gözde...
Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün en çok sevdiği türküler arasında Yemen türküleri vardır. Gözleri nemlenerek dinlediği anlatılır.
Sözü yeniden Yemen'e gitmekte olan bir yiğide verelim:
Kışlanın önünde sıra söğütler
Oturmuş binbaşı asker öğütler
Yemen' e gidiyor baba yiğitler
Ağlaman analar yine geliriz
Din, millet yoluna kurban oluruz.
Kışlanın kapısı demir değil mi
İçinde oturan emir değil mi
Yemen' e giden gelir değil mi?
Ağlaman analar yine geliriz
Din, millet yoluna kurban oluruz.
Evet din millet yoluna kurban oldular. Çölün sıcağında çile doldurduğunu sanan Anadolu delikanlılarının çilesi dolmamıştı. Yemen çöllerinden hayatta kalanları bu kez Sarıkamış’ın karlı, buzlu, fırtınalı dağları bekliyordu.
Atalarımız “Bir musibet bin nasihatten iyidir” demişler. Musibetten gerekli pay alınırsa bu söz doğrudur. Alınmazsa tarih tekerrür eder. Türk Tarihi’nin altın sayfalarının arasında paslı, puslu olanlar da var. Sarıkamış Harekâtı, onlardan biri. Topu topu on beş gün süren bu hareket, bir bozgun, bir facia ve dünya savaş tarihinde örneği olmayan bir insanlık dramı…
Bu dram, uzun süre, ulusumuzdan saklandı. Gizlendi. On binlerce vatan evladının, buz tutmuş dağlardan taşlardan yankılayan feryadı figanı, yalnız ağıtlarda yürekten yüreği dağlaya dağlaya günümüze gelmişti.