GİDE DE, GELMEYE 2020 SENESİ, ŞİVEN DÜŞÜRDÜ YÜREĞİMİZE…

Siz de söylemek istemez miydiniz? Elbet bu da geçer. Geçmeyen ne ki? Her yıl olduğu gibi güzel dileklerle karşılamak arzusu yeni yılı. Umutlarla dolup taşmak, özlemlerinizi bir tatlı vuslatın tebessümüyle taçlandırmak. Kucak açmak sevgiye, hoşgörüye, umutlar evrenine. Doyasıya var edebilmek az aşınızı, ağrısız başınızı.

Kemalettin Kumu’nun duygularınca, gurbet hep içimizdeydi. Rahmetli annem yetim büyümüştü. Yüreği yanıktı. Onun anne özlemini, ağıtlarını duya duya piştim. Ben yetim değildim, öksüz değildim ama, küçük yaşta, annesinden, babasından koparılmış, uzak bir askeri okulda gurbeti gurbetçe yaşayanlardan oldum. Empati ile hemhal olmak, annemden gelen genlerimde vardı? Öksüzlük ve yetimlik ruhumun derinlerinde için için hep kanadı, hep kanadı.

Evet. Geride bıraktığımız yıl, 2020…

Ailemize, yakınlarımıza, komşularımıza, akrabalarımıza, kimimizin anasıyla, kimimizin babasıyla, kimimizin kavim kardeşiyle, bacısıyla öyle bir şiven düşürdü ki; çevremiz, yüreklerimiz yangın yeri.

Gözlerimiz nemli, boğazlarımız düğüm düğüm. Empati kavruğu oluşumuz, 2020’den yansıyan duygular tortusu değil. Geçmişi, geçmişi var senelerin.

Yüz binlerce insanımız, savaşta, savaşın yarattığı kıtlık ve salgınlarda, işgallerde, göç yollarında öldü. Ölüme terk edildi. Yüz binlercesi topraklarından zorla koparıldı.

Ah ne olurdu, Rus, Ermeni işgalinden Anadolu’nun içlerine yayan yapıldak, aç, perişan, yoksulluk, yoksunluk, hastalıklar içinde göç edenlerin filmi yapılsa. Yapılsa da şuuraltımın öksüzlüğünü, yetimliğini, ağıtını sizlere ağlaya ağlaya, başımı dağlara, taşlara vura vura, döşümü bağrımı yırtım yırtım yırta yırta söyleyebilsem: Ya da sizler bençileyin söyleyebilseniz. Uzaklardan başlayan bir ezgili ezinç uğultusu, giderek yükselse, yükselse hıçkırığım:

“ Bir sandığım vardır sırmadan telden

Bir çift yavrum vardır tomurcuk gülden

Nasıl ayrılayım gül yüzlü yardan

İşte böyle böyle hal deli gönül

İster ağla ister gül deli gönül…”

Gülmek mümkün mü? Dünyaya gökten güller, hahkahalar yağsa, bizim alnımızda ağıt düşerdi. Daha sı? Dahası saç baş yolduran çilelerin çilesiyle bezeli seneler, seneler… Yurdundan yuvasından kopuşun, yollara ser sefil dökülüşün, açlığın, çıplaklığın ölüme terkedilişlerin sessiz çığlığı…

“Bir yanım Erzincan vermem Bayburt'u

Yıkılsın düşmanın taht ile yurdu

Sağolası anam beni doğurdu

Sene kardaş sene ille bu sene

Gidenler gelmiyor bu kötü sene…”

2020 gibi hain ve kötülerin kötüsü dertler yumağı seneler.

Evet, evet… Çekilmeli o yılların şiveni, ağıtı, feryadı, figanı... İnlemesi, sızım sızım sızlanması… Otuz iki kısım, tekmili birden. Sinemaskop, üç boyutlu.

2020 geride bırakılmış mutlu bir yıl değil. 2021 de olası değil. Şivengah, matem yerlerinin, yılların öncesinin aynası.

Evet:

“Seneler seneler, kötü seneler

Gide de gelemeye hain seneler… “

Sarıkamış’ın dönüşünü gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz?

“Faytonlar geliyor üstü garalı

Askerler geliyor bağrı yaralı

Kimimiz nişanlı, kimimiz evli

Sene gardaş sene, bu kötü sene

Gide de gelmeye bu hain sene…

Akşamdan yükleri tay eylediler

Sabahtan öküze "Ho", eylediler

Erzurum satıldı, pay eylediler

Sene gardaş sene, ille bu sene

Gide de gelmeye bu hain sene….”

Dert bir değil ki. Çekilmeli bu film. Otuz iki kısım, tekmili birden. Renkli sinemaskop, üç boyutlu olmalı.

Ya Yemen?

Ağla gözlerim ağla. Utanma hıçkıra hıçkıra ağla, höyküre hüyküre ağla. Omuzlarımı sarsa sarsa ağla:

“Yemen bizim neyimize

Şivan düştü evimize

Bak yavrular yetim kaldı

Güvenmeyin beyinize…”

Sus kalbim sus!. Dökme gayri yaşlarını gözlerim, dudaklarım titreme. Yetsin gayri helak oluş:

“Basma fistan kirlenirse

Başta püskül fırlanırsa

Ya kimlere baba desin

Yetim yavrum dillenirse...”

Ah Mehmet’im. Dillenin yetimlerim, bir haber versenize? Günden yanı soldu m 'ola, yerden yana uldu m'ola, ela gözünü karıncalar oydu m 'ola?

Ses versene şol Yemen de can veren Mehmet’in, Memiş’in yavrusu.

Keşke Allah öyle bir ses verseydi de çığlığım ağıtlara tebdil olsaydı. Ben söylesem siz uğuna uğuna ağlasanız, siz söyleseniz ben gözlerimin pınarlarını yürek yangınlarına açsam:

“Kara çadır is mi tutar

Martin tüfek pas mı tutar

Ağlayanım anam bacım

Elin kızı yas mı tutar

Gitme yemene yemen

Yemen sıcak dayanaman

Tan borusu er vurulur

Sen küçüksün uyanaman

Yemen yolu çukurdandır

Karavanam bakırdandır

Zenginimiz bedel verir

Askerimiz fakirdendir

Tarlalarda biter kamış

Uzar gider vermez yemiş

Şol Yemen’de can verenler

Biri Memet biri Memiş…”

Biz yine dönelim seneler, senelere. Gardaş senelere. Hain, senelere.. 2020 gibi gidede gelmeye kötü senelere.

Filmi çekilmeli o hain senelerin. 32 kısım tekmili birden renkli sinemaskop. Üç boyutlu.

Yayın yapıldak, aç sefil, perişan, kar, çamur, salgın, panoramik, yakın plan akmalı.

Ah! dert bir değil ki, bittiği yerde bir başkası başlayan salgınlar. Kızamık, çiçek, kolera, taun kara ölüm… Yüzyıllar boyu Anadolu'yu defalarca kırdı geçirdi. Bu kadar değil. İmparatorluğun son yüzyılında göç dalgalarıyla salgınlar İstanbul'u vurdu. Halk ağzına 'Anadolu'nun salgını, İstanbul'un yangını, Balkanların bozgunu' deyişini yerleştirdi...

Kim bilir ki, zorunlu iskân senelerinin “gecebaş”ını?

İskân kararlarına ve bu tutarsız kararlara karşı koymalar sırasında ne yazık ki, kırdırılan Türk’e karşı Türk değildi. Bir yanda kolera (gecebaş) salgını, bir yanda sert tedbirler alan fırka, tam anlamıyla belâydı. Dadaloğlu “Hiç gitmiyor aşiretin belâsı” demekte haklıydı. Koca Dadaloğlu ağlıyordu:

“Gecebaş geldi de nerde kışladı

Ufacık canlara zulüm işledi

Taze gelin büyük kızdan başladı

Analar yürekten yanmışa benzer

Ölüm de güzeli sevmişe benzer

Gecebaş geldi de el ayak şaştı

Han evler kapandı beyler hep göçtü

Koç yiğit kalmadı toprağa düştü

Arap atlar öksüz kalmışa benzer

Ölüm de yiğidi sevmişe benzer

Şu gecebaş düz ovaya oturdu

Zalim ne bulduysa alıp götürdü

Birer birer vurdu bizi bitirdi

Tenhada avını bulmuşa benzer

Ölüm de bizleri sevmişe benzer

Ulu minarede sela verildi

Bin bir ayak bir araya derildi

Kabirciye kazma kürek verildi

Dediler ki Mehti gelmişe benzer

Ölüm de gençleri sevmişe benzer

Bilmem bu gidişin sonu n'olacak

Bizsiz koca dünya mamur olacak

Dediler Hallac-ı Mansur gelecek

Gecebaş her yeri atmışa benzer

Ölüm de böylece bitmişe benzer

Dadaloğlu bu içtiğin ağudur

Pençe vurur can evini dağudur

Ecel bir değirmen unun öğüdür

İnsan da buğdaya dönmüşe benzer

Ölüm de insanı sevmişe benzer

Filmi çekilmeli o senelerin, hain senelerin, gide de gelmeye 2020 gibi senelerin. 32 kısım tekmili birden. Renkli, sinemaskop.

Bir uğultudur yükselmeli içten içe. Yükselmeli ekolarla yüklenip. Kulakları sağır edercesine, temrenlerle, oklarla, kargılarla yüreğimi lime lime edercesine:

“Sene kardaş sene ille bu sene

Gidenler gelmiyor bu kötü sene…”

Aynen 2020 gibi hain ve kötülerin kötüsü dertler yumağı seneler…

Önceki ve Sonraki Yazılar