Ahmet Özdemir
GİDE DE, GELMEYE 2020 SENESİ, ŞİVEN DÜŞÜRDÜ YÜREĞİMİZE…
Siz de söylemek istemez miydiniz? Elbet bu da geçer. Geçmeyen ne ki? Her yıl olduğu gibi güzel dileklerle karşılamak arzusu yeni yılı. Umutlarla dolup taşmak, özlemlerinizi bir tatlı vuslatın tebessümüyle taçlandırmak. Kucak açmak sevgiye, hoşgörüye, umutlar evrenine. Doyasıya var edebilmek az aşınızı, ağrısız başınızı.
Kemalettin Kumu’nun duygularınca, gurbet hep içimizdeydi. Rahmetli annem yetim büyümüştü. Yüreği yanıktı. Onun anne özlemini, ağıtlarını duya duya piştim. Ben yetim değildim, öksüz değildim ama, küçük yaşta, annesinden, babasından koparılmış, uzak bir askeri okulda gurbeti gurbetçe yaşayanlardan oldum. Empati ile hemhal olmak, annemden gelen genlerimde vardı? Öksüzlük ve yetimlik ruhumun derinlerinde için için hep kanadı, hep kanadı.
Evet. Geride bıraktığımız yıl, 2020…
Ailemize, yakınlarımıza, komşularımıza, akrabalarımıza, kimimizin anasıyla, kimimizin babasıyla, kimimizin kavim kardeşiyle, bacısıyla öyle bir şiven düşürdü ki; çevremiz, yüreklerimiz yangın yeri.
Gözlerimiz nemli, boğazlarımız düğüm düğüm. Empati kavruğu oluşumuz, 2020’den yansıyan duygular tortusu değil. Geçmişi, geçmişi var senelerin.
Yüz binlerce insanımız, savaşta, savaşın yarattığı kıtlık ve salgınlarda, işgallerde, göç yollarında öldü. Ölüme terk edildi. Yüz binlercesi topraklarından zorla koparıldı.
Ah ne olurdu, Rus, Ermeni işgalinden Anadolu’nun içlerine yayan yapıldak, aç, perişan, yoksulluk, yoksunluk, hastalıklar içinde göç edenlerin filmi yapılsa. Yapılsa da şuuraltımın öksüzlüğünü, yetimliğini, ağıtını sizlere ağlaya ağlaya, başımı dağlara, taşlara vura vura, döşümü bağrımı yırtım yırtım yırta yırta söyleyebilsem: Ya da sizler bençileyin söyleyebilseniz. Uzaklardan başlayan bir ezgili ezinç uğultusu, giderek yükselse, yükselse hıçkırığım:
“ Bir sandığım vardır sırmadan telden
Bir çift yavrum vardır tomurcuk gülden
Nasıl ayrılayım gül yüzlü yardan
İşte böyle böyle hal deli gönül
İster ağla ister gül deli gönül…”
Gülmek mümkün mü? Dünyaya gökten güller, hahkahalar yağsa, bizim alnımızda ağıt düşerdi. Daha sı? Dahası saç baş yolduran çilelerin çilesiyle bezeli seneler, seneler… Yurdundan yuvasından kopuşun, yollara ser sefil dökülüşün, açlığın, çıplaklığın ölüme terkedilişlerin sessiz çığlığı…
“Bir yanım Erzincan vermem Bayburt'u
Yıkılsın düşmanın taht ile yurdu
Sağolası anam beni doğurdu
Sene kardaş sene ille bu sene
Gidenler gelmiyor bu kötü sene…”
2020 gibi hain ve kötülerin kötüsü dertler yumağı seneler.
Evet, evet… Çekilmeli o yılların şiveni, ağıtı, feryadı, figanı... İnlemesi, sızım sızım sızlanması… Otuz iki kısım, tekmili birden. Sinemaskop, üç boyutlu.
2020 geride bırakılmış mutlu bir yıl değil. 2021 de olası değil. Şivengah, matem yerlerinin, yılların öncesinin aynası.
Evet:
“Seneler seneler, kötü seneler
Gide de gelemeye hain seneler… “
Sarıkamış’ın dönüşünü gözlerinizin önüne getirebiliyor musunuz?
“Faytonlar geliyor üstü garalı
Askerler geliyor bağrı yaralı
Kimimiz nişanlı, kimimiz evli
Sene gardaş sene, bu kötü sene
Gide de gelmeye bu hain sene…
Akşamdan yükleri tay eylediler
Sabahtan öküze "Ho", eylediler
Erzurum satıldı, pay eylediler
Sene gardaş sene, ille bu sene
Gide de gelmeye bu hain sene….”
Dert bir değil ki. Çekilmeli bu film. Otuz iki kısım, tekmili birden. Renkli sinemaskop, üç boyutlu olmalı.
Ya Yemen?
Ağla gözlerim ağla. Utanma hıçkıra hıçkıra ağla, höyküre hüyküre ağla. Omuzlarımı sarsa sarsa ağla:
“Yemen bizim neyimize
Şivan düştü evimize
Bak yavrular yetim kaldı
Güvenmeyin beyinize…”
Sus kalbim sus!. Dökme gayri yaşlarını gözlerim, dudaklarım titreme. Yetsin gayri helak oluş:
“Basma fistan kirlenirse
Başta püskül fırlanırsa
Ya kimlere baba desin
Yetim yavrum dillenirse...”
Ah Mehmet’im. Dillenin yetimlerim, bir haber versenize? Günden yanı soldu m 'ola, yerden yana uldu m'ola, ela gözünü karıncalar oydu m 'ola?
Ses versene şol Yemen de can veren Mehmet’in, Memiş’in yavrusu.
Keşke Allah öyle bir ses verseydi de çığlığım ağıtlara tebdil olsaydı. Ben söylesem siz uğuna uğuna ağlasanız, siz söyleseniz ben gözlerimin pınarlarını yürek yangınlarına açsam:
“Kara çadır is mi tutar
Martin tüfek pas mı tutar
Ağlayanım anam bacım
Elin kızı yas mı tutar
Gitme yemene yemen
Yemen sıcak dayanaman
Tan borusu er vurulur
Sen küçüksün uyanaman
Yemen yolu çukurdandır
Karavanam bakırdandır
Zenginimiz bedel verir
Askerimiz fakirdendir
Tarlalarda biter kamış
Uzar gider vermez yemiş
Şol Yemen’de can verenler
Biri Memet biri Memiş…”
Biz yine dönelim seneler, senelere. Gardaş senelere. Hain, senelere.. 2020 gibi gidede gelmeye kötü senelere.
Filmi çekilmeli o hain senelerin. 32 kısım tekmili birden renkli sinemaskop. Üç boyutlu.
Yayın yapıldak, aç sefil, perişan, kar, çamur, salgın, panoramik, yakın plan akmalı.
Ah! dert bir değil ki, bittiği yerde bir başkası başlayan salgınlar. Kızamık, çiçek, kolera, taun kara ölüm… Yüzyıllar boyu Anadolu'yu defalarca kırdı geçirdi. Bu kadar değil. İmparatorluğun son yüzyılında göç dalgalarıyla salgınlar İstanbul'u vurdu. Halk ağzına 'Anadolu'nun salgını, İstanbul'un yangını, Balkanların bozgunu' deyişini yerleştirdi...
Kim bilir ki, zorunlu iskân senelerinin “gecebaş”ını?
İskân kararlarına ve bu tutarsız kararlara karşı koymalar sırasında ne yazık ki, kırdırılan Türk’e karşı Türk değildi. Bir yanda kolera (gecebaş) salgını, bir yanda sert tedbirler alan fırka, tam anlamıyla belâydı. Dadaloğlu “Hiç gitmiyor aşiretin belâsı” demekte haklıydı. Koca Dadaloğlu ağlıyordu:
“Gecebaş geldi de nerde kışladı
Ufacık canlara zulüm işledi
Taze gelin büyük kızdan başladı
Analar yürekten yanmışa benzer
Ölüm de güzeli sevmişe benzer
Gecebaş geldi de el ayak şaştı
Han evler kapandı beyler hep göçtü
Koç yiğit kalmadı toprağa düştü
Arap atlar öksüz kalmışa benzer
Ölüm de yiğidi sevmişe benzer
Şu gecebaş düz ovaya oturdu
Zalim ne bulduysa alıp götürdü
Birer birer vurdu bizi bitirdi
Tenhada avını bulmuşa benzer
Ölüm de bizleri sevmişe benzer
Ulu minarede sela verildi
Bin bir ayak bir araya derildi
Kabirciye kazma kürek verildi
Dediler ki Mehti gelmişe benzer
Ölüm de gençleri sevmişe benzer
Bilmem bu gidişin sonu n'olacak
Bizsiz koca dünya mamur olacak
Dediler Hallac-ı Mansur gelecek
Gecebaş her yeri atmışa benzer
Ölüm de böylece bitmişe benzer
Dadaloğlu bu içtiğin ağudur
Pençe vurur can evini dağudur
Ecel bir değirmen unun öğüdür
İnsan da buğdaya dönmüşe benzer
Ölüm de insanı sevmişe benzer
Filmi çekilmeli o senelerin, hain senelerin, gide de gelmeye 2020 gibi senelerin. 32 kısım tekmili birden. Renkli, sinemaskop.
Bir uğultudur yükselmeli içten içe. Yükselmeli ekolarla yüklenip. Kulakları sağır edercesine, temrenlerle, oklarla, kargılarla yüreğimi lime lime edercesine:
“Sene kardaş sene ille bu sene
Gidenler gelmiyor bu kötü sene…”
Aynen 2020 gibi hain ve kötülerin kötüsü dertler yumağı seneler…