GÜLTEKİN SÂMANOĞLU VE “O KADIN” ŞİİRİ

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının büyük şair ve yazarlarından olan Gültekin Sâmanoğlu Hisarcılar şiir akımının kurucularındandı. 11 Nisan 2003’de kaybettik. Şiir yazmak, şiir söylemek veya şiirin gül dikenli yollarına düşmek arzusu tarihin geçmişinden günümüze kadar hep var oluyor. Tarih küçükten büyüğe doğru gözenekleri olan elek. En büyük gözenekli olan eleğin ya da selektörün üzerinde kalanlar, edebiyat tarihine geçerler. Diğerleri boy soy unutulmuş dişlileri arasında kaybolur giderler.

Şiirin yollarına yeni düşen arkadaşlarıma katkısı olur diye Gültekin Samancı’nın çok genç yaşta yazdığı bir şiirindeki edebi sanatları aklımın yettiği ya da görebildiğim kadar göstereceğim. Önce bir iki satır başı ile hayatından söz edeyim:

Gültekin Samancı (Sâmanoğlu) 2 Kasım 1927’de Konya’da doğdu. 1947 yılında Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1949’da Harp Okulu’nu bitirdikten sonra, Subay olarak yurdun çeşitli yerlerinde görev yaptı. 1959 yılında kendi isteğiyle ordudan ayrıldı. Basın Yayın Turizm Bakanlığı’na girdi. Bir yıl sora İç Basın Müdürü oldu. 1961’de, Basın İlân Kurumu’nun ilk kuruluş işlemlerini yapmak üzere, Bakanlar Kurulu’nca teşkil edilen beş kişilik kurula atandı. Aynı yıl Kurum Genel Kurulu’nda Hükümet Temsilcisi olarak görevlendirildi. 1973’de de Genel Müdürlüğe getirildi. Bu görevini hayatının sonuna kadar başarıyla sürdürdü.

İki dönem TRT Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. 1987 yılında “Anadolu Basını Üstün Hizmet Ödülü”nü aldı. Kültür, sanat ve turizmle ilgili birçok sivil toplum örgütünün üyeleri, yöneticileri arasında bulundu.

Gültekin Sâmanoğlu, rahmetli Müzeyyen hanımla evliydi. Cüneyt ve Gülay adlarında iki çocuğu ve üç torunu bulunmaktaydı. Cahit Sıtkı Tarancı ve Kemalettin Kamu’ya ilişkin iki kitabı vardı. Şiirleri Alacakaranlık ve Uzun Vuran Gölge adlı kitaplarda yayınlanmıştı. Gültekin Sâmanoğlu, 11 Nisan 2003 günü sabaha karşı vefat etti.

Çınaraltı yayınına 1947 yılında kısa bir ara vermiş, 1948'de Yusuf Ziya Ortaç'ın yönetiminde yeniden yayımlanmaya başlamıştı. Gültekin Sâmanoğlu imzasıyla, Çınaraltı dergisinde o günlerde yayımlanan "O Kadın" adlı şiir, bir güçlü şairin varlığını bütün sanat dünyasına duyurmuştu. İlk okunuşta ezberlenecek cinsten bu şiir, yıllar yılı canlılığını korudu. Eskimek bilmedi. "O Kadın" şiirinin özde, güzellikte yeniliği ve ustalığı müjdeleyen mesajı, şiirin ilk mısraında kendini bir ışık pırıltısı gibi gösteriyordu. “Sen ilk iftar meyvesi Ramazan sinisinde,” daha önceden aktardığımız üzere, açlığın manevi eğitimi ve saygılı bekleyişi içinde kadını böylesi bir benzetiş, geleneğimizin, törelerimizin kadına verdiği değerin en belirli ve başarılı bir örneği oluyordu.” “O Kadın” şiiri edebî sanatlara örnek olabilecek bütün özellikleri taşıyordu.

“Sen ilk iftar meyvesi ramazan sinisinde,
Sen kadın üstü kadın, gönül kavsinde saklım...
İşlenmemiş minyatür ıstırap çinisinde,
Hayal havzumun suyu ipek, ipek duvaklım;
Gençliğimi yıkayan hayat fıskiyesinde.
Harikulâde mahlûk benim çilek dudaklım,
Sen ilk iftar meyvesi ramazan sinisinde,
Sen kadın üstü kadın, gönül kavsinde saklım.

Sen vuslat kâsesinden içilen yegâne mey
Her makamdan çalan saz, funda kokulu güzel!
Sen renklerin adağı, sen ey ateşli güney!
Dağınık saçlarınla, bulanık gözünle gel,
İçi masal büyülü raksınla gel, sen, sen ey!
Çubuğumdaki duman, ruhumdaki sıcak yel.
Sen vuslat kâsesinden içilen yegâne mey
Her makamdan çalan saz, funda kokulu güzel!

Sen gül bahçelerinde gülden ayrı çiçeğim
Sen yazamadığım eser, başlamadığım roman…
Sorulmuş bir sualsin bana; bilmeyeceğim.
Ne Leyla ve Beatrice, sen bambaşka kahraman.
Kevser içercesine kapanıp içeceğim,
Sen geçmiş mevsimlerden yaşanılmadık zaman
Sen gül bahçelerinde gülden ayrı çiçeğim
Sen yazamadığım eser, başlamadığım roman…

Sen en mükemmel şiir, sen ömür felsefesi;
Bakılmamış manzara, duyulmamış kokusun…
Sen kadınlığın süsü, güzelliğin nefesi;
Anlatılmamış rüya, doyulmamış uykusun!
Mahrem isteyişlerin yankılandıkça sesi
Gelmemiş, gelmeyecek mevsimlerin ufkusun.
Sen en mükemmel şiir, sen ömür felsefesi;
Bakılmamış manzara, duyulmamış kokusun…
(Alacakaranlık, sf. 133)

“O Kadın” şiirinde aliterasyon sanatına örnek için ilk iki mısraında sıkça kullanılan “s” sesini gösterebiliriz. “Hayal havzumun suyu ipek, ipek duvaklım;” mısraında ipek kelimesinden hareketle “akis” yansıma sanatından söz edebiliriz. “İşlenmemiş minyatür ıstırap çinisinde,” o kadın, ıstırap çinisinde işlenmemiş minyatür değildir. Ama şair, daha güzel ve hayali bir nedene bağlamıştır. Bu sebeple “hüsn-i talil” sanatının olduğunu öne sürebiliriz.

“Sen renklerin adağı, sen ey ateşli güney!” Ülkemizin güneyi daha sıcak, elvan çiçeklidir. Bu yönden esen (kıble) rüzgârları nemli ve ılıktır. Türlü çiçek kokularını getirir, sevgilinin saçlarını dağıtır. Bu tatlı esinti yerine “güney” denilmiş ve istiare sanatı yapılmıştır.
“Hayal havzumun suyu ipek, ipek duvaklım; / Gençliğimi yıkayan hayat fıskiyesinde.” Öndeki mısrada geçen hayal havzuyla, altındaki mısrada geçen hayat fıskiyesi, birbiri ile alakalıdır. “Leff ü neşr (söz simetrisi) san’atından bahsedebiliriz.

“İlk iftar meyvesi, ramazan sinisi” şiirde gerçek değildir. Ancak, “O Kadın”a duyulan özlemin, oruçlu bir kim-senin iftar sinisindeki meyvenin özlemi gibi büyük oldu-ğu anlatılmak isteniyor. O halde burada mecaz sanatı vardır.

“Sen kadın üstü kadın, gönül kavsinde saklım...” Gö-nül bir başka anlatımla kalp düz bir organ değildir. Düz bir çizgide her hangi bir şeyin saklanması mümkün değildir. Kalp şekli itibariyle bir avuca benzetilebilir. Avuç içinde tutmak, saklamak, korumak mümkündür. Düşürmemek, sarıp sarmalamak, korumak çizgi olarak organların kavisli duruşuyla sağlanan eylemlerdir. Mecaz-ı mürselin varlığı düşünülebilir.

“Her makamdan çalan saz,” mübalağalı bir anlatımdır. “Kadın üstü kadın”, “Harikulade mahluk,” ve daha bir çok yerde mübalağa sanatı vardır.

“İçi masal büyülü raksınla gel, sen, sen ey!” Sâmanoğlu, duygu ve heyecanlarını “O Kadın”ı hayalinde canlandırmakta, sonra nida sanatı ile açığa çıkarmaktadır.

“Sorulmuş bir sualsin bana; bilmeyeceğim.” Şair sorulmamış sorunun bilinip bilinmeyeceğinin belli olmayacağını bilmektedir. Ama bilmez görünmektedir. O halde burada “tecahül-i arif ” sanatı bulunmaktadır.

“Yegâne mey, Her makamdan çalan saz, funda kokulu güzel, renklerin adağı, ateşli güney” ve benzerleri “O kadın”ın nitelikleri derece derece yükseltilmektedir. Tedric (dereceleme) sanatı yapılmıştır.
“Ne Leyla ve Beatrice, sen bambaşka kahraman.” Leyla ile Mecnun, Beatrice ile Dante aşklarını telmih etmektedir. Dante, beyaz bir elbise giymiş ve meleklere benzeyen Beatrice’i kendisi küçük yaşlarda görmüş ve ölümüne kadar da tek aşkı olarak kalmıştır. İlahi komedyada Dante’ye Arafın en tepesinde eşlik etmeye başlar ve cennette de devam eder. Öte yandan Leyla ile Mecnun; bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğlu ile başka kabile reisinin kızı olan Leyla’nın aşk-nı anlatan hikâyedir.

“O kadın” şiirinde tenasüp sanatından söz edebiliriz. Örnek olarak “kâse - mey”, “funda - koku, renk – ateş – güney”, “dağınık – bulanık”, “masal – büyü – raks”, “mevsim - zaman” ve diğer örnekle bir birine uyumlu kelimelerdir.

Anılan şiirde birbirinden güzel teşbih sanatı örnekleri vardır. Birkaç örnek gösterebiliriz: “İftar meyvesi, rama-zan sinisi, işlenmemiş minyatür, ipek duvaklı, funda ko-kulu, çilek dudaklım…”

Sevgili dostlar başka örnekler de gösterebiliriz. Gültekin Sâmanoğlu bu şiiri yazdığı zaman 19 yaşında bir harp Okulu öğrencisidir. Yukarıdan geçen edebi sanatlarını arama motorlarından okuyabilirsiniz. Ben sizi yormamak için yazmadım. Ama öğrenmek istediğinizi yorumlarınızla sorabilirsiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar