GÜLTEKİN SÂMANOĞLU’NUN MEMLEKET ve TARİH SEVGİSİ

Dünkü yazımda Gültekin Sâmanoğlu’nu kısaca tanıtırken, şiirlerinde çiçekler ve aile konusundan söz etmiş, örnekler vermiştim. Gültekin Sâmanoğlu’nun şiirlerinin oluşumunda doğup büyüdüğü, okul yıllarının geçtiği ve çalışma hayatını devam ettirdiği yerlerin etkisi ve kaynaklığı bulunuyordu. Çocukluk günlerini ve okul yıllarını geçirdiği Konya’nın küçük ilçe ve kasabaları yanında, Ankara ve İstanbul kişiliğini ve şiirlerini etkilemişti.

“Kapısından ağır ağır şehre gir,

Mâbetlerde her derdine bul çare.

İçlerinden bir tanesi şahittir:

“İnce Minare...”

Vaktiyle bu şehrin başı dimdikmiş,

Yaşatmış dünyaya emrede ede...

Ney sesleri kubbe kubbe birikmiş

“Yeşil Türbe”de.

………..

Tarihimizin her sayfasındasın,

Kucağında doğmuş, ölmüş kaç devir;

Anadolu'nun tam ortasındasın:

Ölümsüz şehir!...

………..

İnsanların mahzun, evlerin kerpiç

Ama başlı başına bir dünyasın;

Tarihsin, sevilmez olur musun hiç

Sen ki: “Konya”sın!..

(Konya – Alacakaranlık, sf. 115)

Gültekin Sâmanoğlu’nun sevgilileri arasında öncelikle içinde vücut bulduğu Konya’yı, daha sonra Anadolu’yu, İstanbul’u ve milletinin tarihini eklemek gerekir.

Tarihten, Anadolu’nun en eski uygarlığından, Türk-İslâm düşüncesine yeni sesler getiren Hazreti Mevlânâ’nın diyarı Konya’yı sevmesinden doğal bir şey olamazdı. Konya’ya ilişkin yazdığı şiirde, İnce Minare’yi, Yeşil Türbeyi, Kızlar Kayasını, Selçukileri, Sahib-i Atâ’yı anlatırken, tarih ve Anadolu’nun en eski medeniyetine telmihler yapıyordu.

Her şair veya yazar için doğduğu, çocukluğunun geçtiği yerler önemliydi. Gültekin Sâmanoğlu da doğduğu, büyüdüğü ve içinden geldiği çevreye sevgi ve bağlılık doluydu. Onun için; “Asker, şair, yönetici Samancı, kelimenin tam anlamıyla bir Konya sevdalısı idi. Her platformda Konya’yı gündemin en başına getirir, sevgisini türüm türüm ifade ederdi” denilmekteydi.

İstanbul’da yaşadığı için “gündüz hayalinde, gece düşünde” yetiştiği, çocukluğunu geçirdiği Konya ve çevresine özlemlerini dile getirirdi. Konya’yla Çumra ve Bozkır ilçeleri Anadolu’ya bakış açısından iz bırakmıştı. “Konya Ovasında Güz Akşamı” şiirinde bu izleri görüyoruz.

“Konya ovasında bir güz akşamı

Gökyüzü, sırçadan koskoca bir tas,

Ama rahat, ama uzak, ama hoş.

Konya ovasında bir güz akşamı

Susmayı öğreten duygular sarhoş

Ve kıraç tarlalar; içimde nadas.

………..”

(Konya Ovasında Bir Güz Akşamı – Alacakaranlık, sf. 25)

“Konya Ovasında Güz Akşamı”, Gültekin Sâmanoğlu’nun en başarılı tabiat şiirlerinden biriydi. Işık cümbüşü içinde yansıttığı doğa güzelliğin doruğuna çıkmıştı. Adeta, renkleri ruhta eritip satırlara dökmüştü. Bir manzara ressamının fırçasından dökülen nesneleri şiirle resmettiği görülüyordu. Güz akşamları, ovalar, kıraç tarlalar, renk cümbüşleri içinde doğanın enginliğini anlatan unsurlardı.

“Ova akşamlarını sevmek varmış

Güneşi kaçırıp, renkleri tutan,

Üstesinden gelen, kavganın kin’in.

Ova akşamlarını sevmek varmış,

Yaz sonraları manav sergilerinin

Sebil olan renklerinden soğutan.”

Gültekin Sâmanoğlu Anadolu şiirlerinde, bozkırlarının tozunun, toprağının, kıraç tarlalarının türküsünü dillendirmekteydi. Anadolu insanının özlemi, kavuşma sevinci, sevgisi, acısı, derdi, hevesleri, yalnızlığı, çaresizliği ’ni dile getiriyordu. “Anadolu Türküsü” şiirinde hayatı uzun soluklu bir türküye benzetmekteydi. Anadolu’nun bağrında, yoklukların ve acıların olgunlaştırdığı insanları ve toprakları anlatmaktaydı. Şiirdeki her kelime ve mısra Anadolu’nun insanın kalbinden çıkmış gibiydi. İnsanın acısı, sıkıntısı ve çaresizliği sembollerle ifade edilmişti. Kara, kavak, kağnı, kurak, merak, adak, yasak gibi kelimeler bugün de insanımıza Anadolu insanının kaderini, alınyazısını çağrıştırmaktaydı. Şiirde bazen keder bazen de bekleyişler ve Anadolu halkına karşı takınılan olumsuz tavrı görmek mümkündü. Şair Anadolu insanının kaderini, alın yazısını, geleceğini irdelemiş ve onların hissedip de anlatamadıklarını anlatmaya çalışmıştı. “Anadolu Türküsü” şiiri güçlü bir realizmin yansıması ve halkın coşkulu bir sesiydi.

Eski içlenişler yeni özlemde durmuş,

Durmuş; gözler ki karada, eller ki ak'ta.

Kara'da az ömür, ak'ta soğuk döşekler;

Ağlatmış Anadolu'yu bir hain yasak,

Yasak da yasak, yasak da yasak, yasak da...

………………”

(Anadolu Türküsü, Alacakaranlık, sf. 11)

İşte siyasi ideolojilere, son yılların moda “izm”lerine alet edilmeyen, adiliğe düşmeyen bir realizm. İşte Anadolu insanının türküsü… Anadolu insanının hasreti, vuslatı, sevinci kadar acısı, derdi, yalnızlığı, çaresizliği. Ama sözünü ettiğimiz gibi, iğrenç olmayan, sımsıcak bir anlatım. Aynı durumu başka şiirlerinde de bulabilirsiniz.

Sâmanoğlu’nun şiirlerinde memleket sevgisini işlediği ve bunu bir genel tema olarak değil de daha çok yurtseverlik bilinci içinde ele aldığı görülmekteydi. Duygularının ağırlık noktasını teşkil eden vatan / memleket sevgisinin yer aldığı şiirler onun bayrağa, toprağa ve milletine olan bağlılığını yansıtıyordu. Sâmanoğlu, bir Anadolu çocuğuydu. Sürekli söz ettiğimiz gibi çocukluğu Anadolu kasabalarında geçmişti. Bunun için şiirlerinde bu toprağın sesleri, vatan rüzgârlarından esintiler vardı. Bunun yanı sıra Anadolu ve Türk tarihi, şehre yansıyan yönüyle şiirlerine girmişti. Aynı duygulanmaları, “Sarnıç” şiirinde de görmek mümkündü. Anadolu doğasının güzelliğini, sadeliği ve bunun insana verdiği hazzı dile getirmişti. O, hep dilediği arzuladığı güzellikleri yazmakta ve yaşatmaktaydı:

“Öperdi susuzluğumu serince;

İçi dualı bakır çeşme tası,

Ova sarnıcında, dağ pınarında.

Öğrenmişliğimin sırrını saklar

Okumalardan yazmalardan önce:

Beş numara şişeli gaz lambası.

…………………….”

(Sarnıç, Alacakaranlık, sf. 19)

Gültekin Sâmanoğlu’nun şiirlerinde, Anadolu coğrafyası ve onun taşıdığı değerler nefes alıp veriyordu. İçeriklerinde hem Anadolu toprakları, hem de bu topraklar üzerinde yaşayan insanların duyguları yansıyordu. Alemdar Yalçın, Hisarcıların Anadolu’ya bakış tarzını şu şekilde ifade etmişti:

“Onların Anadolu anlayışları, günün bir takım moda fikirlerinin tesiriyle, bohem pastanelerinin lüks masalarında değil, ya çocukluklarının geçtiği kasaba ve köylerden ya da çeşitli sebeplerle gezdikleri Anadolu’nun ücra köy ve kasabalarından kopup gelmektedir.”

Sâmanoğlu Anadolu’yu Hisarcıların bakış açısından görüyordu. Özellikle çocuk ve gençlik yıllarında, Millî Mücadele yıllarının sıkıntılı acılı günlerini yaşamış büyüklerinin anılarını dinlemişti. Ayrıca, Anadolu’nun ekonomik ve sosyal problemlerini ve yokluklarını çok yakından biliyordu. Mehmet Kaplan’ın anlatımıyla; onda taşrada uzun yıllar mütevazı bir hayat yaşamış, hiçbir şeyin yıkmadığı bir sabır ve karşı koyma iradesi vardı. Onlar asi değillerdi, fakat er geç kendilerine göre mesut bir dünya kurabileceklerinden emindiler. Bu duyguları pek az Türk şairi anlatmıştı.”

YARINKİ YAZIMDA GÜLTEKİN SÂMANĞLU’NUN ŞİİRLERİNDE İSTANBUL’U ANLATACAĞIM.

Önceki ve Sonraki Yazılar