Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

HAL-İ PÜR MELALİMİZ VE SÖZÜMÜZ

“Ziyaretleri ve kısa tatilleri saymazsak elli yıldır yokuz memlekette” demiştim ilk yazımda... Şimdi hal i pür melalimize bakalım bir daha…

Adam söz veriyor:

“Yarın saat 09.00’da buradayım aaaabi”.

Akşam 21.00 oluyor; yok…

“Neden gelmedin?”

“Haftaya gelecem aaabi, sıkıntı yok”…

!?!?!?!?!?......

Eskiden bizim oralarda (Milas-Bafa) başı sıkışan, paraya gereksinme duyan, önce güvendiği bir arkadaşına, dostuna başvururdu. Kimsenin duymayacağı görmeyeceği bir köşede konuşurlar, borç para kimseye gösterilmeden alınır verilirdi. Alınan para da söz verilen tarihten önce geri ödenirdi. Ağızdan çıkan SÖZ NAMUSTU. Senet sepet gerekmezdi.

Sözünü tutmamış olana da bir daha güvenilmez, güvenilmeyen adama artık kimse borç vermezdi. O zaman devreye tefeciler girerdi. Tanınmış tefeciler vardı. Bunlar zor durumda kalanların mallarını mülklerini ellerinden almak için pusuda beklerlerdi. Onlar söze güvenmezler, sözü yazıya geçirirler imza alırlardı. Yazılı sözünü tutmayan “namussuzu” mahkemeye veriverirler, dumanını çıkartırlar, elindeki malı mülkü alır; adamı hapse bile attırabilirlerdi.

Şimdi sözünü tutmayan “namussuzlar” da sözünü tutmayanların canına okuyan da çoğalmış. İşin acı tarafı namusuyla çalışıp geçimini sağlamak o kadar zorlaşmış ki, ekmek aslanın ağzından midesine inmiş…

İşçinin hali belli… İşsizin halini ne sen sor ne ben söyleyeyim... “Memleketin efendisi köylüdür” demiş ya Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk… Her gelişimde o efendilerin belinin nasıl büküldüğünü görüyorum. Köyleri kent yapmaya kalkmışlar; kentler köy olmuş.

Köylü sudan çıkmış balık… Bankaların elinde dilenciye dönmüş.

Ülkede beleşçinin, asalağın, virüsün, mikrobun, yalakanın, şarlatanın, onun bunun sırtından geçinen tembel parazitin, mirasyedinin, iç güveyinin, hazır yiyicinin sayısı belirsiz… Bir de, “devletin malı deniz- yemiyen keriz”…

Aç köpekler, çakallar, akbabalar, leş kargaları saldırıyorlar. Can çekişen aslan bulsak da, bırakın ağzındaki lokmayı almayı; kendisini yesek, diye tam tam dansları yapıyorlar…

Günümüzde insanlar yoksullaştıkça sözün de namusun da ahlakın da değeri beş paraya düştü. Güvenilirliğini yitirenler ne yapacaklarını şaşırmaya, çaresizlikten her türlü yola başvurmaya başladılar.

“Her türlü kötülüğün başı yoksulluktur” denir ya… Yoksullaştırıldıkça yalan ağlarıyla ördük anayurdu dört baştan. Yoksullaştırdıkça milyonları yeni yetme dev varsıllar yarattık her mahallede her yaştan.

Görmemiş, görgüsüz, sonradan görme, gösteriş budalası, parayla itibar satın almaya çalışan, çiğ köfteyle viski içip, en son model Volvo’suyla, “seninki Toyota mı?” diye caka satan, altın yüzüklü bir sürü ne oldum delisi kasıntı her yerde…

Çürümüşlük, uyuşmuşluk, uyuşturulmuşluk, kokuşmuşluk, ahlaksızlık, şerefsizlik, hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvetçilik, kayırıcılık, kirlenmişlik, kirletilmişlik…

Her şey satılık… Satılmış ruhlar… Satılmış bedenler… Satılık insanlar, hayvanlar, dağlar, dereler, tepeler, ormanlar … Her yer satılık… Bastır parayı - al malını… Türkiye delik deşik… Ne göl kaldı ne deniz kirlenmedik.

“Söz uçar yazı kalır” derler. Namus olan söz kalmadı, sözünü tutan namuslu kaldı mı? Sözün yazıya geçirilmişi kalmasına kalıyor da kardeşin bile verdiği imzayı uçan mürekkeple yazdığını sanıp seni dolandırmaya kalkacak kadar salak ayağına yatıyabiliyor. Dolandırıcılıktan hapse girmeyi bile göze alacak kadar gözü dönmüş… Memleket gözü dönmüşlerle dolmuş…

Ahlak değerlerimizi kaybediyoruz günden güne. Kapitalizmin, Emperyalizmin saldırısı sürüyor her yanda, her alanda. Siyasi, ekonomik, askeri, kültürel… Ahlakımıza, erdemimize, namusumuza, kişiliğimize, kimliğimize saldırılıyor…

Düşlerimize saldırıyor arsızlar, düşlerimize. Tam bağımlı ve sözde demokratik Türkiye yolunda gitmeyi yeğledi işbirlikçi büyükbaşlar kaç yıldır. Her türlü çöküşün ve çürümüşlüğün yaratıcıları. Planlı programlı ulusal demokratik şahlanışa saldırıyorlar kaç yıldır.

AMA

Ne var ki!

Düşlerimizi yıkamadılar. Özlemlerimizi yok edemediler. Çoban yıldızını sökemediler gökyüzünden. Güneşi sıvayamadılar…

“Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik, Refah Ülkesi, Uygar, Çağdaş Türkiye” düşümüz, özlemimiz, hedefimiz beynimizde ve yüreğimizde çakılı sevdamız…

Kavuşacağız sevdamıza, mutlaka bir gün.

SÖZ…

Önceki ve Sonraki Yazılar