Gülay Sormageç

Gülay Sormageç

HARPUTLU ÖMER ÇAVUŞ

Elazığ Gazetesi muhabiri Hasan, bu yıl Çanakkale Zaferi yıldönümü için yöresinde bulunan Çanakkale gazilerinin hatıralarını yazı dizisi olarak hazırlayacaktı. Yedi günlük bir yazı dizisi için Elazığ ve ilçelerinde sağ kalan gazileri tek tek ziyarete başlamıştı. Bugün sıra da Harputlu Ömer Çavuş vardı. Arabasını kullanırken içi içine sığmıyordu. Vatan kokulu hatıraları koklamaya gidiyordu… Aziz vatan… Güzel vatan… Uğruna canlar verilen hür vatan…

Arabanın radyosun da Gazeteci Hasan’ın duygularına eşlik edercesine Kahramanlık türküleri söyleniyordu. Yol da epey azalmıştı. On dakikaya varmaz Ömer Çavuş’un evinde olurdu. Derken yol bitmiş ve Ömer Çavuş’un evine gelmişti. Kapıyı vurdu. Sevgi dolu bakışlarıyla Ömer Çavuş kapıyı kendisi açtı misafirine. Bastonla yürüyüşü bile dimdik… Başında siyah kalpağı vardı. Ceketi asılı madalyalarla doluydu… Heyecanlanmıştı!... Eğildi…

Ömer Çavuş’un elini saygıyla öptü:

  • Sayıp, sevenin bol olsun. Buyur evladım. Hoş gelmişsin deyip bahçeye geçirdi misafirini Ömer Çavuş…Bastonuyla ağır ağır yürüyerek o da misafirine eşlik etti. Evlatları, torunları etrafında pır dönüyor ona hizmet ediyorlardı. Misafirlerini de onun hatırına yalnız bırakmamışlardı. Gazi torunu olmanın gururu her hallerinden belliydi. Gazeteci Hasan, Ömer Çavuş ve onun çocukları, torunları hep birlikteydi. Yaşlı Söğüt ağacının altında ki masaya oturdular. Salkım söğüt ılık ılık esintiyi hiç cimrilik etmeden cömertçe altında oturanlara ikram ediyordu…

Gazeteci Hasan:

  • Ömer baba diye söze başladı. Şu gözlerinin gördüklerini, yaşadıklarını bize anlatsan da, biz de merak edenlere gazetemizde yazarak anlatsak… Çanakkale savaşları baştan sona Türk Milletinin şan ve şeref abidesidir. Çanakkale’nin hangi cephesi, hangi askeri anlatılsa birer destan olur. Senin gibi nice kahramanları, nice korkusuz yiğitleri üstünde gezdirmiştir Çanakkale.

Ömer Çavuş:

  • Doğru dersin evladım dedikten sonra deriiinn bir iç çekti… Anlatmaya başladı..

Sen bize bakma, asıl kahramanlar vatan için can veren şehitlerdir oğul… Kirte Savaşları gün gibi aklımda… Hiç unutamam… O zaman otuz üç yaşındayım… Gücümüz, kuvvetimiz yerinde oğul… Şimdi anlatacaklarımı iyi belleyin belleyin de Osmanlı’yı yutmak için ne hainliklerin yapıldığını asla unutmayın. Yutmak için diş bileyenlerin içinde kimler vardı dersen kimler yoktu ki?

İngiltere, Fransa, Rusya ve sonradan bunlara katılan İtalya birleşmiş daha başka milletlerde bunların yanında…. Anzaklar falan da var… Dünya bize karşı durmuş senin anlayacağın… Bir lokmada yutmak için fırsat kolluyor… Kirte tam da bunun yeri…

Nisan 1915 Kirte savaşları başlamıştı. Biz onların saldırı hazırlığında olduğunu çoktan haber almıştık. Komutanlarımız ve erlerimizle baskın hazırlığımızı tamamlamıştık…

İlk Hücum emriyle “Ya Allah” deyip adım atmıştık ki ani ve çok şiddetli bir ateşle karşılaştık. Kulakları sağır edercesine iniyordu mermiler, toplar üzerimize… Neye uğradığımızı şaşırdık. İşler hesapladığımız gibi olmadı. Baskın yapacakken biz baskına uğradık…. Ah evladım… Gök ekin gibi biçildik. Şehit şehit üstüne düşüyordu… Can dayanacak gibi değil…

Kalleş düşman yüz yıllık hayalin peşindeydi. Çanakkale Boğazını geçmek ve İstanbul Boğazını ele geçirmek. Kirte kilit noktasıydı. Buradan Alçıtepe Köyünü ele geçirmek sonrası ver elini İstanbul Boğazı...

Güçleri tükeninceye kadar baskın üstüne baskınla saldırıp durdular. Biz durur muyuz? Vuruştukça vuruştuk kahpe düşmanla… Başa çıkamadılar. Üç bin kayıpla geri çekildiler.

Yenildikçe bunu içlerine sindiremiyorlardı. Mayıs ayının ilk günleri ikinci kez saldırdılar. Bizim on beşinci Tümenin çoğu şehit olmuştu. Zalım düşman yine başarılı olamamıştı...

Heyhat! Mehmetçiği aşmak mümkün mü?.. Allah mazlum Mehmetçiğin yanındaydı.

Gazeteci oğlum; Yenilen pehlivan güreşe doymazmış. Bunlar da o hikaye hiç durmadılar. Yenildikçe toparlanıp, geldiler. Dünyadan asker yardımı, silah yardımı da geliyordu yaban döllerine!

İkinci yenilgiden birkaç gün sonra Mayıs’ın altı, yedi, sekiz ve dokuzuncu günleri Seddülbahir’den iki Tugay Anzak askeri yardıma gelmiş zalım düşmana… Komutanlarımız bu haberi bize uçurmuşlardı…

Yorulmuştu Ömer Çavuş. Biraz da hırslanmış, heyecanlanmıştı. Gözleri doldu. Gazeteci Hasan onun dinlenmeye ihtiyacı olduğunu anlamıştı:

  • Ömer baba yorduk seni biraz soluklan hele yine devam ederiz. Tam zamanında kahveler gelmişti. Sessizce kahvelerini yudumladılar. Ömer baba kahve içse de şu an cephedeydi… Kirte de siperler arasında arkadaşlarını arıyordu… Ruhu çoktan Çanakkale’ye gitmişti… Kahveler içildi.

Ömer Çavuş anlatmaya devam etti:

  • İngilizlere ağır kayıp verdirdik oğul… Yedi bin kayıp... Dile kolay… Türk tarafının kaybı da ağırdı.

Dedik ya! Yenilen pehlivan güreşe doymuyor…

HAZİRAN 1915

General Hamilton İkinci Kirte savaşı yenilgisiyle morali tamamen çökmüş askerlerine yeniden hücum emri vermiş. Öldürülen arkadaşlarının intikamını Türklerden almadan bu toprakları terk etmeyeceğiz demiş. İntikam baldan tatlı, kahpe düşmana… Üçüncüye saldırıyı başlattılar… Çığ gibi çoğalarak geliyorlar üstümüze üstümüze!..

Sonradan öğrendik ki; Fransız’lar otuz bin kişi, İngiliz’ler otuz bir bin kişi imiş... Bizim sayımız on üç bin idi. Bu şartlar da kıran kırana savaşıyoruz. Dokuz bin şehit verdik… Ağlamaya başladı Ömer Çavuş. Billur tanesi yaşlar yuvarlanıp iniyordu gözlerinden acıyla yüklü... Kelimeler boğazında düğümleniyordu.

Düşman on misli güçle saldırıyor be oğul on misli… Gördüklerimiz dehşet saçıyordu. Yaralı ve şehitlerle dolu olan Türk siperlerine düşman topluca saldırıyor… Ölmek üzere olan bir askerimize sekiz, on süngü birden saplanıyordu… Dayan dayanabilirsen…

Yüz elli kadar kalan askerimle son bir gayret yeniden hücuma geçtik…

“ Allah Allah” sesleri yeri göğü inletmeye başladı.

Batarya Komutanının genç ve gür sesi de o anda “Allah Allah” seslerine karışıyordu:

  • Yetiş; vur, vur ha vur!

Bu emrin ardından Batarya Komutanı birliklerin Borazan ve trampet takımlarına bir emir daha verdi… Saat sabahın üç buçuğu…

Komutanın:

  • “ Vatan Marşı” emriyle hücum borusu çalmaya başladı… Bütün erler büyük bir azimle hücuma kalkmış vatan marşını söylüyorduk.

 

Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı

Al sancağa teslim etti Allah’a ısmarladı

Boş oturma, çalış dedi hizmet eyle vatana

Sütüm sana helal etmem saldırmazsan düşmana

 

Bir taraftan Birinci Tabur askerleriyle Kirte bölgesindeki siperleri işgal ettik. İkinci ve Üçüncü Tabur askerleri geride bize destek için bekliyordu. Düşmana geçit vermeyecektik. Eğer bizim Tabur vuruşma da azalırsa geride bizi bekleyen ikinci ve üçüncü Tabur derhal siperlere gelecek ve savunmaya devam edecekti…

Şu an konuştuğumuz gibi kolay değildi, Taburların siperlere ilerlemesi. Ahhh! Oğul… Ahhh!

Yollar yaralı askerlerle, şehitlerle dolu. Adım atacak yer yok. Milim milim ilerlemeye çalışıyorduk. Arkamdan Ömer Çavuş diye bir ses duydum. Dönüp baktım. Emir Subayı:

  • Ne var ne yok Ömer Çavuş? dedi

  • Komutanım, bizim tabur subaylarından kimse kalmadı. Askerlerden de savaşabilen çok az kaldı. Fakat siperlerimize giren İngilizlerden de hiç birini sağ bırakmadık.

Emir Subayı:

  • Siperler hep elinizde mi?

  • Yalnız Büyük Yusuf siperlerinden üç mangalık bir kısımda düşman vardır… Çünkü orada sağ askerimiz kalmamıştır.

  • O kısmı bana gösterebilir misin? Dedi

Emir Subay’ının önüne düştüm. Birlikte ilerlemeye başladık. Siperler Türk ve İngiliz cesetleriyle dolu… Geçerken kah bir kafaya, bir bacağa basıyoruz… Kah atlarken cesetlerin üstüne düşüyoruz… Bizi gören kahpe düşman makinalı tüfekle saydırdı durdu mermileri üstümüze… Olduğumuz yere yattık ve bekledik… Ben parmağımla düşmanın olduğu siperi gösterdim yattığımız yerden Komutanıma.

  • Başka yerde düşman yok değil mi Ömer Çavuş?

  • Hayır yoktur.

  • Peki; sen askerlerini nasıl yerleştirdin?

  • Sağ kalan askerlerimi şu gezdiğimiz siperlere birer, ikişer nöbetçi diktim. İngilizlerin daha ileriye gelmemesi için topladığım yirmi beş eri de şurada yığılı tutuyorum.

Emir Subayı:

  • Artık burada tehlike kalmamıştır değil mi?

  • Allah Utandırmasın Komutanım. Tehlike yoktur.

Hem konuşuyor hem de dolaşmaya devem ediyorduk. Emir subayı dolaşırken rast geldiği askerlere:

  • Gazanız mübarek olsun, geçmiş olsun demeden geçmiyordu. Askercikler toz, toprak içindeydi. Tozlu kirpiklerinin sakladığı kanlı gözleriyle Emir Subayını süzüyorlar ve susuzluktan köpüren, yapışan dudaklarını zorla açarak teşekkür ediyorlardı… Askerlerin içinden bazıları yaşadıkları hakkında bilgi veriyor, bazıları yaşadıkları olayı kısaca anlatıyordu.

Bir asker:

  • Komutanım, biz taburun dört bölüğünden işte bu kadarcık kaldık. Fakat şehit düşen askerlerimizin, Kıymetli Komutanlarımızın intikamını da koymadık. Çok şükür aldık.

Bir başkası atıldı:

  • Komutanım, ben şimdiki hayatımı Ömer Çavuş’a borçluyum deyiverdi. Ben aha şuracıkta kuvvetli bir gavurla karşılaştım. Ona gücüm yetmedi. Beni yatırdı. Sustalı bıçakla boğazlamaya çalışıyordu. Ömer Çavuş yetişti. Bir kurşunla gavuru tepeleyiverdi. Beni de tuttu kolumdan çekti kaldırdı.

Emir Subayı:

  • Yaşa Ömer Çavuş

Deyince utancımdan kıpkırmızı oldum… Olanları anlatmaya başladım…

  • İngilizlerin çıkışlarını ilk ben gördüm Komutanım. Hemen ateş ettim. Siperlerimize girinceye kadar beşini kendim vurup, öldürdüm. Siperde de ikisini süngümle, birisini de kurşunla tepeledim.

Emir Subayı:

  • Yüreğine ve bileğine kuvvet gözü pek yiğit… Hemen Kolordu Komutanına bu yiğitliğini ileteceğim dedi.

Yürümeye devam ediyorduk. Gözlerim şehit Komutanlarımı gördükçe, yüreğim kan ağlıyordu…

Emir Subayına:

  • İşte Yüzbaşı Feyzullah….İşte Yüzbaşı Kazım… İşte…İşte şuracıkta yatan Binbaşı Recep… İşte Teğmen Hamdi…. Yazık ki bütün Tabur Komutanlarımız hepsi şehit… Sadece Üçüncü Bölük Yüzbaşı’sı ağır yaralı olarak kurtulabildi… dedim.

  • Emir Subayı Tabur Komutanına bilgi vermiş. Bütün Komutanların şehit düştüğünü iletmiş. Subayları şehit olan Taburun, Ömer Çavuş’un sağ kalan askerleri ustaca düşmanın en çok saldırabileceği yerlere yerleştirmesi ve savunmaları sayesinde siperlerimize İngilizler yaklaşamamış diyor. Tabur komutanından sonra Alay Komutanına bu durumu iletmiş. O günden sonra asker de komutanlar da nerede görseler saygı ve sevgilerini eksik etmediler… Allah razı olsun…

Gazeteci oğlum işteee böyleee!

  • Sağ olasın Ömer baba… Seninle konuşmak kısmet oldu… Şükür…

Göğsündeki madalyaları hiç anlatmadın?

  • Haa! Onlar mı?... Ordumuzun bize layık gördüğü madalyalar… Dedim ya oğul… Can verenler… Can verenlerin yanında bizim yaptığımız bir hiç… Madalyalara gelince ordumuzun hatırı ve hatırasıdır…

( ASRIN KAHRAMANLARI KİTABIMIZDAN BİR HİKAYE)

Önceki ve Sonraki Yazılar