Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

HRANT DİNK BİZİMDİR

Hrant Dink, öldürülmeden bir ay kadar önce iki panele katılmak için Stockholm’e  gelmişti. Kendisiyle geniş bir söyleşi yapmıştım.

(https://www.tum-haberler.com/haber/hrant-dink-ne-inkar-ne-ikrar-bizim-idrake-ihtiyacimiz-var-4370?fbclid=IwAR30a0-e_jkOnoS_cdpLxzMLF1K8HQGaZK-tI-7oFDaufJ8zrbAtFV5wOA4 )

Hrant Dink, Ermenilerin 1915’e takılıp kalmamalarını istiyordu. Başka ülkelerin parlamentolarından soykırım kararı çıkarabilmek başvurdukları yolları onaylamıyordu ve yabancılardan medet ummalarına tepki gösteriyordu.

“Ermeniler soykırım konusunda Türklerin itirazlarını dinlemeli, Türkler de Ermenilerin acılarını görmezden gelmemeli ve onlara empatiyle yaklaşmalıdır” diyordu.  Ermenilerle Türklerin, aralarındaki “soykırım” anlaşmazlığını yabancıları karıştırmadan, kendi aralarında çözmelerini istiyordu. Ermenistan ile Türkiye’nin iyi ilişkiler içinde olmasını ve tüm bölge ülkelerinin de dost ilişkiler içinde sorunlarını çözmeleri gerektiğini savunuyordu.

Ne var ki, bu görüşler emperyalizmin işbirlikçileri, Türk ve Türkiye düşmanı soykırım tüccarları tarafından hiç de hoş karşılanmıyordu. Hrant Dink’e soykırım yaygarası yapması için baskı yapıyorlardı. Stockholm panellerine onu dinlemeye gelmediler bile. Katılım çok düşüktü. Birkaç gazeteci, birkaç siyasetçi, birkaç dinleyici…

Soykırım yaygarasının yükselmesinde İsveç’in sanıldığından çok daha büyük rolü vardır. İsveç artık bu konuda tarafsızlık siyasetini terketmiş; Türk ve Türkiye düşmanlarını kayıran bir çizgiye gelmişti.

Kısaca açıklamaya çalışalım…

1986 yılında 28 Şubat’ı 1 Mart’a bağlayan gece İsveç’in dünyaca sevilen başbakanı Olof Palme, Hrant Dink gibi arkadan vurularak öldürülmüştü. Palme, denge siyaseti yürütmesini çok iyi bilen, Atatürk’ümüz gibi, “yurtta barış, dünyada barış” ilkesine uygun davranmaya çalışan bir siyasetçiydi.

Ölümü İsveç için bir dönüm noktası oldu. İsveç tarafsızlığı yalpalamaya başladı. 1996-2006 yılları arasında başbakanlık yapan, ABD, İngiliz ve İsrail yanlısı siyasetlerini açıkça sergilemekten çekinmeyen Göran Persson İsveç’te zıvanadan çıkma siyasetinin mimarı oldu.

Zıvanadan çıkma yolunda attığı adımlardan biri de “Levande Historia (Yaşayan Tarih)” isimli resmi bir kurum kurmasıydı. Bu kurum ilk adımını Yahudi soykırımı ve antisemitizm çalışmalarıyla attı. Nazilerin günahları tek tek ortaya serildi. Kurum, bu çalışmayla toplumun güvenini ve sempatisini kazandı. Bu sempatinin ve güvenin sağladığı avantajla Ermeni soykırımı, Süryani, Pontus soykırımları yaratılmasına öncülük etti. Artık ne söyleseler doğru kabul ediliyordu. Uyduruk (fake- pseudo) tarih, hukuk, araştırma konusunda uzmanlaştılar. Özellikle öğretmen ve gazetecilere yönelik, tüm masraflar şirketten kurslar, geziler düzenleyerek işe başladılar.  Kamuoyunda etkisi olan bu grupların sayesinde soykırım yalanlarının yayılmasını sağladılar. Bir yandan iyi niyetli, vicdan ve empati sahibi insanlara vicdan/duygu sömürüsü yaparken öte yandan İsveç’teki Türk ve Türkiye düşmanı soykırım tüccarlarını örgütleyerek sıkı bir işbirliği ortamı yarattılar.

Gazetecilere, bilim insanlarına, toplumda lider durumundaki vicdan sahibi insanlara kendilerini acındırdılar.  Kendilerine samimiyet gösterenlere izzet- i ikramda bulundular, “şu kadar Ermeni, bu kadar Kürt öldürdük” diyenlere Nobel ödülü verdiler. Sözde soykırım üreticilerine üniversitelerde bol maaşlı işler verdiler…  Yalanlarına itibar etmeyenlere karşı da -kendi yakınları bile olsa- saldırganlaştılar, karalama ve itibarsızlaştırma yoluna başvurdular. Bıkmadan usanmadan teklif üstüne teklif vererek parlamento kararları çıkartmaya çalıştılar. Belediyelere soykırım anıtları diktirmek için ellerinden geleni yaptılar… Parlamento ya da belediye meclisinden çıkan kararları sanki bunlar, üniversitelerin, hukuk fakültelerinin, bilim yuvalarının vardığı sonuçlarmış gibi kendi uyduruk savlarına dayanak yaptılar.

Ve bu gruplar entrikalara karşı olan Hrant Dink’i dinlemek bile istemediler.

Ne zaman, Hrant Dink öldürüldü, bunların tümü -kuşkusuz sadece İsveç’te değil; Türkiye ve tüm dünyada- timsah sürüsü gibi Hrant Dink’in cesedinin üzerine atladılar. Sanki hepsi Hrant Dink’in can dostlarıydı… Timsah gözyaşları seller gibi akıyordu… Ağıt yerine, bir papağanlar korosu halinde “Türkler, soykırıma devam ediyorlar. Türklüğü aşağıladığı bahanesiyle Hrant Dink’i öldürdüler ” yalanını haykırmaya başladılar.

Bunların başında emperyalistlerin temsilcileri vardı. Artık Hrant Dink’in ölüm yıldönümlerinde ABD Büyükelçisi “Hepimiz Hrant Dink’iz” yürüyüşlerine katılıyor, Hrant Dink’in mezarına çiçekler koyuyordu. Bunlara güvenilmeyeceğini söyleye söyleye Hrant Dink’in dilinde tüy bitmişti. “Yaygara yapmayın, acınızı onurla omuzlarınızda taşıyın, yabancıları işimize karıştırmayın, ABD’ye güvenmeyin”, diyordu. Bu yüzsüzler ise hâlâ salya sümük insanların acıma duygularını istismar etme çabası içindeydiler. Etkin de oluyorlardı. Milyonlarca samimi, vicdanlı insan bunların etkisinde kalıyordu.

Öte yandan ABD merkezli FETÖ çetesinin Hrant Dink cinayeti, aslında onun daha fazla tanınmasına ve düşüncelerinin yayılmasına, aklı ve vicdanıyla düşünen değişik etnik köken, din ve mezhepten milyonlarca insanın aydınlanmasına yol açtı.

“Hepimiz Hrant Dink’iz” demek, ne kadar istismar edilmeye çalışılsa da, “Hrant Dink’ler ölmez” demektir. Bir empatiyi, dayanışmayı, kenetlenmeyi ifade eder.

Sözün özü: Hrant Dink, Emperyalizme karşı el ele, kol kola, omuz omuza mücadele eden Türkiye yurtseverlerindendir.  Ermeni- Türk dostluğunun sembolü olmuştur. Bizimdir; düşmana bırakılamaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar