HÜZNÜMÜ YAŞIYARIM DOKUNMAYIN ŞİMDİ

Ekim ayı içinde yazmayı tasarladığım konulardan biri, 24 Ekim 1969’da kaybettiğimiz Behçet Kemal Çağlar, namı diğer Ankaralı Aşık Ömer’le ilgili olacaktı. Çoğu yıl, ondan söz etmiş, şiir programlarında görsellerle anmış, kendi sesinden şiirler, konuşmalar dinletmiştim. Ne olduğunu tahmin edersiniz: Yarışma sorularımın cevabı, “Onuncu Yıl Marşı” ya da “Faruk Nafiz Çamlıbel” olurdu. Ondan söz ettiğim yazılar dizi halinde sürerdi. Tekrara düşmemek için, Allah ömür verirse, Behçet Kemal’i gelecek yıla bırakmak düşüncesine kapıldım.

Ne var ki, ağrılarımın uyutmadığı gece sabaha karşı Facebookta gördüğüm harabeye dönmüş bir evin fotoğrafı beni aldı yıllar yıllar öncesine, çoktan beri gidemediğim sılama götürdü.

Kireç ocağına döndüğünü sandığım beyin damarlarım açıldı, kan yürüdü. Neleri neleri hatırlar oldum. Efkarın tatlısı olur mu? Olurmuş. Doyasıya efkarımı nostaljiyle eşlemek arzusu ile ağrılarım ve zaman bitsin istemedim.

Efkara şarabı, şaraba efkarı yakıştırırlar. Ben gayri içemiyorum ama, mecazi şarapla sarhoş olmama engel mi var? Prof. Dr. Arif Şanlı hocamın bestelediği bir şiirimde de “Yokluğunla sarhoşum, / Meyde, demde, bardayım?/ Coşmuşum coşum coşum, / Tut elimden dardayım,” diyordum. Elbet, yokluk da sarhoşluk da mecazi kavramlardı. Hayallerim beni sılamın sokaklarına, soyum, sopum, akrabalarım, hısımlarım, komşularıma götürdü. Hepsi rahmetli olmuşlardı. Boğazım düğüm düğüm onlarca insanın yüzlerini, gönüllerini zumladım. Seslerini duyumsadım. Onlara karşı tebessüm ettim. Beni gören olsaydı, kuşkusuz “bu adan kime boş boş tebessüm ediyor, mırıldanıyor,” diye kaygılanır, hatta. Hatta!

Behçet Kemal Çağlar’ın Ürgüp’te Bağbozumu’nu hatırladım. Onun doğumunu. Ölümünü, kişiliğini, eserlerini, şiirlerinden örnekleri, vb. açar bir arama motorundan öğrenirsiniz. Benim yazmama ne gerek var? Ama bu şiiri hatırlayıp bencileyin sarhoş olmaya var mısınız?

ÜRGÜP'TE BAĞBOZUMU DESTANI

Çek git dedim sana gel git mi dedim?

Sesimi mi içti kulağın sarhoş,

Ne bu dolanışın kapımda benim?

Üzüm mü çiğnedi ayağın sarhoş.

 

Var ise aklını bağda yitirdin, Yerine bir salkım üzüm getirdin.

Su yerine şaraba mı batırdın?

Saçın darmadağın, tarağın sarhoş.

 

Başın duman seçemezsin yüzümü,

Aman gözüm sanıp sevme üzümü.

Geldi gönlümdeki bağın bozumu

Onu tadamazsın damağın sarhoş.

 

Üzümün üstünde kızlar tepinir

Karlı baş içinde yazlar tepinir

Gönlüm de, göğsüm de sızlar tepinir

Meyvan sarhoş olmuş tabağın sarhoş.

 

Ürgüp tepeleri baca bacadır

Tütüyor derdinle kaçyüz gecedir

Derse ki Aşk derdi benden yücedir

Kusuruna bakma çırağın sarhoş.

 

Gerçi gönlüm kafesinden yekindi

Islaktır uçamaz şarap dökündü

Aman alnı sabah gözü ikindi

Serinliğin sarhoş, sıcağın sarhoş.

 

Şarap tütsüsüyle yıkanır yamaç

Işığı içmiş ve sızıvermiş saç

Rüzgarı içmiş te sallanır ağaç

Göğün sarhoş olmuş, toprağın sarhoş.

 

Emzirsin süt diye şarap analar

Şarap göllerine insin turnalar

İçsin de sahipsiz çalsın zurnalar

Davulun sarhoştur, tokmağın sarhoş.

 

Şarap rengi tepelere bak hele

Hora tepecekler verip elele

Odan sallanırsa sanma zelzele

Döşemen, tavanın, konağın sarhoş.

 

Tanrım, aman Tanrım bu nasıl yerdir?

Senin ayık kalman bile hünerdir

Aşık Ömer bile sarhoş Ömer'dir

Yürü yolun sarhoş, durağın sarhoş..

 

Allah rahmet etsin, Tahir Kutsi Makal, iyi arkadaşımdı. Aynı gazetede çalışmışlığımız, aynı dergide yazmışlığımız oldu. Folklor ve âşık edebiyatı alanında beni yönlendirmişti. O Denizli’nin Acıpayam ilçesinin Oğuz köyünden çiftçi Hacı Mehmet Hoca’nın on üç çocuğundan biri, ben Sivas’ın Şarkışla ilçesinden pancar dairesi hizmetlisi Niyazi Özdemir’in altı çoğundan biriydim. Tırnaklarımızla kazıya kazıya, dayısı olanları, tepeden bakanları eze eze bir yerlere gelmiştik. Acı tatlı pek çok anımız var. Birkaçını anlatsam ya gözleriniz nemlenir ya kahkahalar atarsınız. Hüzün yoldaşlığında kimse elimize su dökemezdi.

Bir de hep birlikte olduğumuz Mehmet Zeki Akdağ vardı. Sürekli birbirleri ile didişirlerdi. Ama onlara bir şey olmaz, iğneleri bana batar, tekmeleri bana değerdi. Türlü sanat mahfillerinde Tahir Kutsi adı geçince hemen herkes onun “Babanız Yine Aşık Çocuklar” şiirini hatırlar, gözleri ışılardı. Tahir Kutsi, alınganlığımdan bıkmıştır. Bir kişiye, bir olaya bozulduğumu hemen anlar, “Yine karadı Kara Ahmet Paşa!” diye sitem ederdi. Bir şiiri vardı ki, sanki bana yazmıştı. Şimdi tam şiirin anlattığı ahvaldeyim. Gençler moddayım diyorlar.

 

“Hüznümü yaşıyorum, dokunma şimdi

Çay demledim: deme, kahve getirme

Girme ani sevinç gibi beynime

Hüznümü yaşıyorum, dokunma şimdi!..

 

Ben böyle olacak adam değildim

Yalınız kalacak adam değildim

Neylersin: rüzgâr sertçe esti, eğildim

Hüznümü yaşıyorum, dokunma şimdi.

 

Her ne kadar kale'm varsa alındı

Eski sevgililer bir bir silindi

Yine sol böğrüme bir ağrı indi

Hüznümü yaşıyorum, dokunma şimdi.

 

Bırak, dağ başlan, toz-duman olsun

Kırılsın kadehler, plaklar sussun

Muhabbet kuşları kafesten uçsun

Hüznümü yaşıyorum, dokunma şimdi!..

 

Köy, hayatını bırakıp, kışlık için İstanbul’a döneli bir hafta oldu. Bekir Sıtkı’nın Hancı’ya söylediği gibi: “…İlk önce kımıldar hafif bir sancı / Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş.” Velhasıl, konuşturmayın. Hüznümü yaşıyorum, dokunmayın şimdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar