Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

İLHAN KOMAN SAGUSU

BİR EVLİYAYA

İlhan Koman ki traşsız heykeltraş

Uçmağa doğru sakallı...

Elinde bombalarla bebekler

Heykel gibi olmayan heykeller,

Taşınırdı garip maacir

Güneyinden kuzeyine kutupların

Battı batacak teknesiyle

Varmak için Edirne’ye,

Selimiye’ye…

Can YÜCEL

İlhan Koman Edirne’ye, Selimiye’ye varamadan, 30 Aralık 1986 tarihinde, tam 35 yıl önce sonsuzluğa savruldu. Bugün yaşasaydı yüzüncü doğum gününü kutlayacaktık.

EDİRNE’NİN LEONARDO DA VİNCİ’Sİ

İlhan Koman 17 Haziran 1921'de Edirne'de doğdu. O nedenle kendisine “Edirne’nin Leonardo da Vinci’si” diyenler çoktur. Bana kalırsa Stockholm’ün demek daha yerinde olur. Çünkü İlhan Koman’ın Edirne’de eseri yoktur. Edirne’de İlhan Koman’ın kadir kıymeti de bilinmez. Doğduğu ev müze yapılmak üzere Kültür Bakanlığı’na armağan edilmiştir. Ne var ki, ne müzedir ne de İlhan Koman’ın burada doğduğuna dair bir tabela ya da iz vardır. Burası bugün Edirne Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü olarak kullanılıyor. Kültür varlığımız böyle korunuyor. Oysa bu ev yalnız İlhan Koman’ın doğduğu ev olduğu için değil ailesindeki tarihi kişilikler nedeniyle de önemlidir.

Doğumu ve ailesini İlhan Koman’dan dinleyelim:

“Benim ana tarafım eski Edirnelidir. Rumelili. Taa Süleyman Şah zamanına dayanır. Baba tarafım ise şimdi Yugoslavya’daki Koman kasabasından gelirler. Bunlar vaktiyle evlad-ı fatihan olarak Mohaç Muharebesi’nden sonra Konya’dan oraya götürülüp yerleştirilmiş köylülermiş. Karlofça Muahedesi’nden [Antlaşma] sonra geri çekilme devri başladığı zaman bizimkiler de oradan göç etmeye başlamışlar. Bundan iki yüz sene evvel [1880’ler] Romanya’nın cenubunda [güney] Rofça’ya [Bulgaristan’da bir kent] yerleşmişler. Bir kısmı da Filibe’ye yerleşmiş. Rus Muharebesi’nde de Edirne’ye gelmişler. O yüzden Edirne’de doğmuşum. Edirneliyim ben. Dedem eski Jöntürklerden, Malta sürgünlerinden, ondan evvel de Fizan sürgünlerinden Şeref’tir [Mehmet Şeref Aykut Bey]. Milli Mücadele’yi yapanlardan. Son Osmanlı Meclisi’nde Misak-ı Milli’yi yazan ve okuyan adamdır. O anamın babası. Babamın babası ise köylüydü. Komanlı Ahmet Ağa derlerdi ona.” (1)

İlhan Koman’ın dedesi Osmanlı Devleti’ni kuran Dokuz Oğuz boyundan biri olan Aykutalp soyundan Rumeli Beylerbeyi Oruç Paşa’nın torunu, Baytar Miralay Arif Bey’in oğludur. İlhan Koman’ın babası ise Kulak Burun Boğaz doktoru Dr. Fuat Koman’dır. Fuat Koman tıp eğitiminin ardından Çanakkale Muharebeleri ’ne askeri doktor olarak katılır. Yüzbaşılığa dek yükselir. Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın örgütlenmesindeki rolü nedeniyle bölge Yunan işgali altındayken tutuklanıp sürgüne gönderilir. Daha sonra Edirne’ye dönerek İlhan Koman’ın doğacağı konağı satın alır. Konak hem evi hem muayenehanesi olur. Toprağa da meraklı olan Dr. Fuat Koman, Karaağaç’ta bir çiftlik alır, çiftçilik de yapar.

İlhan Koman'ın annesi Leman Sevinç Hanım Notre Dame de Sion Fransız Lisesi’nde okumuştur. Fransızca ve Almanca bilir. Sanatla, kültürle ilgilenen bir kadındır. Resim yapar, değişik el sanatlarında başarılıdır. O nedenle ailede İlhan Koman’ın sanat yönünü annesinden aldığı düşünülür. İlhan Koman’ın Korhan Koman (1924-1983) ve Kıymet Gönül Dilan (1926-2020) isimli iki kardeşi vardır.

Böyle bir ailenin konağı Kültür Bakanlığı’na müze yapılmak koşuluyla verilmiştir. Ne var ki, Kültür Bakanlığımız burayı “Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu”nun çalışma yeri yaparak Koman ailesinin mirasını yok saymıştır; adeta yok etmiştir. Edirne Haber Gazetesi’nin 2007 yılında 2162 kişi arasında yaptığı bir ankette katılanların yüzde 89,7’si “İlhan Koman Evi”, yüzde 4,8 Anıtlar Kurulu Evi yapılması yönünde oy kullanmıştır. Kararsızların oranı Yüzde 5,5’tur. Halkın yüzde doksanı konağın İlhan Koman evi yapılmasını istemesine karşın bugün hâlâ “Kültür ve Tabiat Varlıkları Kurulu”nun karargahı durumundadır. Oysa Kültür Bakanlığı, Valilik ya da Edirne Belediyesi şu ya da bu şekilde mutlaka burayı Edirnelilerin isteğine uyarak “İLHAN KOMAN EVİ/MÜZESİ” yapmalıydı. Ülkemizin dünyaca ünlü kültür adamını, yaşamı boyu önemli tarihsel görevler üstlenmiş olan dedesini ve diğer önemli aile üyelerini ölümsüzleştirmeliydi. Dünya haritasına İlhan Koman’ı ve Edirne’yi yerleştirmeliydi. Dünya kültür sanat insanlarının Edirne’ye akın etmelerini sağlamalıydı.

BAĞIMSIZ, ÖZGÜR KİŞİLİK – KESERİM HALATLARI

İlhan Koman 1958 yılında İsveç’e geliyor. Stockholm’de kralın sarayının olduğu Drottningholm semtinde saraya komşu bir harabe ev buluyor. Sadece üç duvar. Bir yıl uğraşarak evin lağımından kaloriferine dek her şeyini tamir ediyor ve oturulacak hale getiriyor. Ve ilk İsveç kazığını yiyor. Ev sahibi tamir edilmiş evi daha pahalıya kiraya vermek için Koman’ı evden atıyor. Bu kez, “Bendeki istiklal ve hürriyet mefhumu; bir evde oturacağıma, kafam kızdı mı keserim halatları açılırım denize” deyip Hulda isimli bir yük gemisini satın alıyor. Sjötorp kentinde bir tersaneye götürüyor. Tersanedekiler “bu adam nasıl bunu tamir eder?” diye düşünedursun, bir buçuk yıl geminin motoru dahil herşeyini tamir edip, gemiyi yaşanacak hale getiriyor. İş bittikten sonra tersanedekileri davet ederek eserini gösteriyor. İlhan Koman tersanedeki İsveçlilerin arasında, içlerinde en usta ve yaşlı olan Holm’un ona söylediklerini unutamamış: “’Bak bre adam, buraya geldin, yarın gidiyorsun. Yalnız sana şunu söyleyeyim ki, belki bizim torunlarımızın torunları diyecekler ki, buraya çılgın bir Türk geldi. Tek başına gemisini donattı, çekti gitti. Bunu kimse unutmayacak’ dedi. İşte ben bundan daha büyük bir metih [övgü] duymadım. Bak hatırladığımda gözlerim dolu dolu oluyor”. (2)

STOCKHOLM HULDA’YI MÜZE YAPARSA

İsveçliler akıllıdır. Kadir kıymet bilir. Kültür insanlarının doğduğu yaşadığı evleri müze haline getirir. Şu ya da bu nedenle getir(e)memişse sokak kapısına bir tabela yazarak bilgi verir. Günün birinde Hulda’yı da İsveç başkenti Stockholm’de milyonların ziyaret ettiği ünlü tarihi Vasa Gemisi gibi müze haline getirip turistlere açarlarsa şaşmamak lazım.

İsveç Kültür Bakanlığı kültüre, kültür insanlarına büyük önem verir. Her kentte kültür çalışanları el üstünde tutulur. Yabancı kökenlileri de ayırmaz. İsveç Meclisi’ndeki kraliyet armasını da İlhan Koman yapmıştı. Biraz da gırgırını geçerek. Türkiye dışında Türklere hep “karakafa” derler ya, o da rölyefin arkasına “sizin memleketin alamet-i farikasını da bir kara kafa yaptı. İlhan” notunu ekleyivermiş.

ANILAR

İLHAN KOMAN

En verimli; en atılgan günündü.
Hem Türk hem İsveç sanatının kazan dibi,

Paris ya da New York olsaydı kimbilir,

Sanatınla adın çarpardı okyanus dalgaları gibi,

Yedi düvel sahillerine yansırdı,

Göğeren gölgen uzak kalplerin duvarlarına,

Ve aşardı sınırlarını yabancı dillerin, yabancı gözlerin.

Teknen, Reis! Al demiri,

Yakamozlar pırıl pırıl,

Pupa yelken, doludizgin...

Vur kadehin parlasın,

Düşün dümen sularında,

Ver elini karşı yaka,

Karanlık güneşi yutmakta,

Karanlık inedursun
Güneş batmamakta.

Lütfi ÖZKÖK

Değerli heykeltıraşımız yaşamını yitirdiğinde ünlü Stockholm merkezindeki Kültür Sarayı’nda [Kulturhuset] bir anma günü düzenlenmişti. Açış konuşmasını ve sunuculuğu artık aramızda olmayan değerli Gazeteci, Yazar, Fotoğraf ve Film Sanatçısı Güneş Karabuda yapmıştı. Konuşmacıların başında İsveç’in o zamanki Dışişleri Bakanı, Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin en önde gelen isimlerinden Sten Andersson geliyordu. Abidin Dino da bir konuşma göndermiş Güneş Karabuda okumuştu. Töreni İsveç Televizyonu adına izlemiş söyleşiler yapmıştım. İlginçtir ki, yalnız ben belgelemiştim töreni. İsveç İsveç arşivinde vardır sanırım. O zamanlar U-Matic denen video kasetleri vardı. Bir süre saklamıştım ama daha sonra teknikler değişti. Yeni tekniklere uygun kopyalarını almadık, kasetler kaybolup gitti. Ne yazık...

1970’li yılların başlarında üç kültür insanımız İsveç’te herkes tarafından tanınıyordu: Güneş Karabuda, İlhan Koman ve Lütfi Özkök. Bunlar dışında Çetin Kanra, Ünal Dündar, Ali Ayral, Rauf Alazan, Yusuf Erçetin, Yıldız Kafkas, İhsan Aydın, Hayati Kafe, Mafy Falay, Okay Temiz gibi çok değerli kültür insanlarımız da vardı. Daha sonra Demir Özlü, Abdullah Rıza Ergüven, Ömer Zülfü Livanelioğlu, Tuncer Kurtiz, Mihri Belli [Koman’ın Edirne’den hemşerisi ve arkadaşı], gibi isimler de geldiler.

Çoğuyla tanışıp dostluk etme fırsatım oldu ama İlhan Ağabey ile birkaç görüşme dışında yakın dostluğumuz olmadı. Aslında dost canlısı, sosyalist, şarabı, yaşamayı, gezmeyi, macerayı seven, insanın hemen kanının ısındığı kafadengi bir insandı. Ama sanırım onun kent merkezine oldukça uzak olması ve daha çok gemisi Hulda ve sanatıyla vakit geçirmek istemesi, Güzel Sanatlar Akademisinde öğretmen olması bizim onunla görüşme olanaklarımızı sınırlıyordu. Ama kendisini ziyaret ettiğimizde de seviniyordu.

Kendisini sanırım ilk kez 1973 yılında ziyaret ettim. Ben o sıralar Viyana’da yaşıyordum ama yazları çalışmaya Stockholm’e geliyordum. Bazı devrimci arkadaşlar İsveçli devrimcilerle birlikte Türkiye Komitesi’ni kurmuşlardı. O da komitedeydi. Arkadaşlarla birlikte Türkiye’deki durumlar nedeniyle ziyaretine gitmiştim. 1980 sonrası da yine askeri darbesi sonrasında da gene “neler yapabiliriz?” görüşmesi için ziyaret ettim. Bir keresinde de İsveç’e iltica eden bir deniz subayı arkadaşımla öylesine uğradık. Bir de hiç unutamadığım bir karşılaşmamız olmuştu. Yine 1980’li yılların başındayız. Büyükelçilikte her yıl Cumhuriyet Bayramı nedeniyle kabul şöleni düzenlenir. Bizler malum nedenlerle davet edilmezdik. Bir 29 Ekim akşamı radyodan çıkıp, sanki memleketi ziyaret eder gibi, hemen çok yakında olan büyükelçiliğin önünden yürüyordum. Baktım karşıdan İlhan Ağabey geliyor. Buruk ve hüzünlü bir hoşbeş edip hal hatır sorduk ve o Deniz Müzesi yönüne devam etti ben öteki yöne, kent merkezine... Birkaç yıl sonra da radyodaki iş arkadaşlarımdan Arslan Mengüç ile ziyaretine gittik. Arslan da deniz lisesinde okumuş, denizciliğe meraklı bir arkadaştı. Onun da teknesi vardı. İlhan Koman ile çok yakın dosttu. Aramızdan ayrılıncaya dek en yakınındaydı.

BALTIK DENİZİYLE BULUŞTU

İlhan Koman eşi Kerstin’e, Arslan’a, Lütfi Özkök’e, Demir Özlü’ye, Rauf Alazan’a ve birçok yakın dostuna yakılıp küllerinin Baltık Denizi’ne savrulmasını istediğini söylemişti. O gün gelip de evrenle kucaklaşınca yakılıp külleri Baltık Deniz’ine savruldu. Rüzgarlarla her yere ulaştı.

Bazı dostları bir ziyaret yeri, adının yazılı olduğu bir mezar taşı bulunmasını istemişlerdi. Artık onun her eseri bir ziyaret yeri, isminin yazılı olduğu anıt mezarı... Artık İlhan Koman’ı, Türkiye’de Ankara’da Anıtkabir’de Atatürk’ün yanıbaşındaki rölyeflerini, İstanbul’da Galatasaray’da Yapı Kredi Bankası Üçüncü katındaki Akdeniz heykelini [Ben olsam Datça Burnundaki Karya Kenti knidos’ta Ege ve Akdeniz arasına en yüksek noktaya dikerdim], İsveç’in başta Stockholm olmak üzere değişik kentlerdeki yapıtlarını, dünyanın değişik müzelerinde sergilenen eserlerini seyrederken saygı, sevgi ve özlemle anacağız.

Denizleri bol olsun, ışıklar içinde uyusun...

İLHAN KOMAN İÇİN

Çelebi bir korsandı o

fora ediyor bütün yelkenlerini

demir alıp engine süzülüyordu

evcil kadırgasıyla her akşam bir gül yağmuruna tutuyordu

tunç toplarıyla İsveç kıyılarına

yürekli bir kaptandı o

sevdiği uğruna ölse ne gam ama rüzgârlı heykelleriyle

ölümün toprağına çıktığından

çamura ve mermere doymamıştı daha

evcil kadırgasından bir akşamüstünde düşleri çığlık çığlığa

Oktay RİFAT

  1. Arslan Mengüç, İlk Gelenler, Paymaş AŞ, İstanbul, 1992, s. 125

  2. A.g.e s. 128

Önceki ve Sonraki Yazılar