İNADINA

Facebook’ta İzmirli genç kardeşim var. Adı Didem Tetik. Ben İzmir Askeri Hava Lisesine girdiğimde rahmetli babası aynı mekanlarda yaşamış, Hava Harp Okulu’nu bitirmiş Gaziemir’de pilot eğimi alıyordu. Adını duyardım. Yanılmıyorsam Mualla Tetik’in kitabında olan öykülerinin birinde adı geçiyordu. Çünkü amcasıydı.

Didem Tetik Facebook’ta ve Instagram’da abone yaptı kendisine.

Her sabah onun “Günaydın”ı ve bütünlediği grafik ve resimlere eklediği esprileriyle karşılaşıyoruz. Geçen gün, “Bana günaydın demeyenin başına bitler düşsün. Tam duşta kafası köpüklüyken sular kesilsin. Allah’ım çok amin!” diye yazmıştı. Galiba önceki gündü:

“Marketlerde dereceyi kafanıza tutmalarına izin vermeyin. Hafızanızı siliyorlar. Ekmek almaya gittim rakı almışım, “diye yazmıştı. Bana kalsa dereceyi önce market sahibinin kafasına tutmak lazım. Eğer rakı parası yerine ekmek parası alıyorsa sorun yok.

Dün yazmıştı: “İşine geleni yapana erkek, Kafasına koyduğunu yapana kadın denir!!!”

Şahsen itirazım var. Karım kafasına koymadıysa, ben işime geleni yapamam ki…

Önceki gün yazmış ki, “Baktınız hayat size gülmüyor, siz hayata gülün, gıcık olsun.”

İçimden “Hem de inadına!” demek geldi.

“İnadına” beni 1980 yılına götürdü. Tahir Kutsi Makal ile aynı gazetede çalışıyorduk. Bilmem şimdi de görenek yaşıyor mu. Bilen varsa lütfen yazsın. Ürgüp Göreme dolaylarında sazlı sözle muhabbet meclislerinde kadehleri kaldıranlar “sağlığa”, “şerefe”, “yarasın” niyetine “İnadına” derlerdi.

Muhabbetin tatlı yerinde kadehler kalkar: “İnadına!” denerek tokuşturulurdu.

Rahmetli Tahir Kutsi Makal bundan hareketle bir senaryo yazmıştı. Filmin konusu bir halk müziği sanatçısının hayatını içeriyordu. Ürgüp’te geçecekti. Adı “İnadına” olacaktı. O zamanlar Türk Halk Müziği sanatçısı Seyhan Tütün vardı. Tanışırdım. Popüler bir sanatçıydı. Başrolünü onun oynaması konuşulmuştu. Senaryonun bir kopyasının bende olması lazım. Ama kim bilir hangi dosyanın içinde? Gazete ve kadro değiştirmelerine denk geldiği için film çekildi mi, çekilmedi mi hatırlamıyorum. Hatırladığım “İnadına” diyerek kadeh kaldırmalardı.

Ahmet Selçuk İlkan’ın şiirinden hatırladığım bir dörtlük o kadehin sesinin gerekçesine “cuk” oturuyor:

“Hayat budur umutlar çok

Ne şüphe duy ne de kork

Öyle teslim olmak da yok

Yeneceksin inadına...”

Genç arkadaşlar tanımıyor olabilir. Ben tanır ve severdim. İyi bir tiyatro, sinema oyuncusu ve şairdi. Bir şiirinde:

“İnadına mı güzelsin / Akşamüstleri, / Demir parmaklıktan gördüğüm deniz? / İnadına mı fiyakan / Yan yan gidişin / Tombul kıçlı gemi?” demişti.

Genç şairlerimizden Canan Akpınar’in inadına karamsarlığı da saatlerin gecelere vurmaya başladığı zamanlarda pik yapıyor. Ben okurken duygulandım. Sizi de duygu iklimine yollar mı bilmem:

“Ne zaman sığdıramasam sevinçleri yüreğime, / Ne zaman kuşkanatları gibi çarpmaya başlasa, / Yağmur yağıyor inadına// Öfke nöbetlerini tutuyor bulutlar / Onlarca kez el sallıyorum gökyüzüne / Dinmeyen yağmurlarda / Kayboluyor ellerim... // Ne zaman esmer sahillerde ela gözlerinin / yakamozunda buluşuyor / Gözlerim gözlerinle / Fırtına çıkıyor inadına // Nemlenmiş rüzgârlar dövüyor kumsalları / Yine başlıyor aynı şarkı / Dalgalanıyor yorgun denizim / Binlerce kum tanesi çiziyor gözbebeklerimi / Görmüyor gözlerim... / Ne zaman sakladığım gülüşlerimi veriyorum sana / Kısacık akşam vedalarında /Şimşekler çakıyor inadına // Düşlerim kırılıyor paramparça / Hüzün ağlıyor içimde yüreğimi kanata kanata / Kül rengi akşamlarda Sızlıyor yüreğim... // Ne zaman hiç dokunmadığım ellerini / Tutuyorum avuçlarımda, / Yüreğinin kıyısında geziniyorum sessizce, / Kapı çalınıyor inadına //

Biliyorum tanıdık bu yabancı değil / Gene kalıyorum tek başıma / Gece çığlık çığlığa...”

Can Yücel’in şiirlerinden alıntı yapmaya korkuyorum. Pek çok kişi sevdiği şiiri Can Yücel’e mal etmiş. Onun imzası ile yayınlamış. Pir Sultan, Karacaoğlan gibi. Bir bakıyorsunuz, “O şiir Can Yücel’in değil,” diye itiraz geliyor. Bozum oluyorsunuz. Ama sanıyorum bu şiir onun:

HER ŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın

Kanatların çırpındığı kadar hafif..

Kalbinin attığı kadar canlısın

Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...

Sevdiklerin kadar iyisin

Nefret ettiklerin kadar kötü..

Ne renk olursa olsun kaşın gözün

Karşındakinin gördüğüdür rengin..

Yaşadıklarını kar sayma:

Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,

Sevdiğin kadardır ömrün..

Gülebildiğin kadar mutlusun

Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin

Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer

Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın

Bir gün yalan söyleyeceksen eğer

Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.

Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret

Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın

Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın

Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.

Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın

Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.

Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.

İşte budur hayat!

İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın

Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün

Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun

Çiçek sulandığı kadar güzeldir

Kuşlar ötebildiği kadar sevimli

Bebek ağladığı kadar bebektir

Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,

Sevdiğin kadar sevilirsin...”

Can Yücel hayatta olsaydı bu günlerde üç dize daha eklerdi:

“Rıza lokmasıdır lokmaların en güzeli.

Onlara rağmen Kanal İstanbul'u

İnadına yapacağım, deme unutulursun.”

Önceki ve Sonraki Yazılar