Gülay Sormageç

Gülay Sormageç

İNSAN HAKLARI

Hak: Hukukun koruduğu menfaattir; bireyin, diğer insanların kendi hayatlarını yaşama şekline müdahale etmeden, kendi yaşamına yön verme özgürlüğüdür.

İnsan Hakları: insana insan olduğu için, diline, dinine, ırkına, cinsiyetine, milliyetine, sosyal statüsüne ve rengine bakılmaksızın tanınan haklar. İnsanın sahip olduğu özgürlüklerin belirgin ve kullanılabilir hale gelmesidir. Tüm insanların hiçbir ayırım gözetmeksizin sadece insan olmalarından kaynaklanan eşit, özgür ve onurlu yaşama hakkına sahip olmasıdır.

İnsan hakları terimi, teorik olarak, insanın sahip olduğu, insana içsel, doğal olan ve en azından kişinin iki temel ögesi ile (beden ve ruh) ile ilgili hakları kapsadığı gibi, insanla ilgili olan hakları yani kişinin oluşturucu ögelerinin dışında olmakla birlikte, onun varlığının vazgeçilmez sayılabilen yönleriyle ilgili olan hakları da kapsar.

Kur’an-ı Kerim, temel insan haklarını bir kez daha tespit ve tescil etmek, insana hak ettiği değeri yeniden kazandırmak amacıyla gönderilmiştir. Kur’an-ı Kerim ayrıntılı ve teknik olmasa bile insan hakları kapsamına giren noktalara değinmiş ve bunların korunmasını değişik boyutlarda müeyyidelendirmiş (kişinin belli bir biçimde davranması veya davranmaması halinde karşılaşacağı sonuç ve bunu bilmenin sağladığı zorlayıcı yahut itici güç)

İslami terakkiye göre bütün haklar yaratıcı Tanrı’nın iradesine dayanır, O’nun insana bağışıdır. İnsanın yeryüzüne halife ve en saygıdeğer (mükerrem) varlık olarak yaratıldığı, ona önemli sorumluluklar (emanet) yüklendiği fikri, insanın doğuştan bir takım haklara sahip olduğu fikrinin simetrik ifadesidir. Tam da bu noktada şunu iyi anlamamız gerekir. Bu telakki, hakların beşeri ve egemen güçler tarafından tanınıp ve yine onlar tarafından serbestçe kısıtlanabileceği anlayışını reddetmesi ve insana insan olması sebebiyle bir değer vermesi açısından insan hakları tarihinde önemli bir adım olmuştur.

Hukuk devletinin bulunmadığı ve adaletin bir hayat tarzı olarak yaşama geçmediği toplumlarda insan hakları kâğıt üzerinde kalır. Kur’an’da ve Hz. Peygamberin sünnetine adalete ve hukukun üstünlüğüne devamlı vurgu yapılıp keyfiliğin, kişinin kendi hakkını bizzat kendi kuvvetiyle elde etmesi demek olan ihkak-ı hakkın, nasların çizdiği sınırların çiğnenmesinin yasaklanması, meşruiyetin ve hukuk düzeninin korunmasının emredilmesi bu sağlam zemini kurmaya matuf (atfedilmiş) tedbirlerdir.

Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde orada bulunan değişik inanç mensuplarıyla ve etnik guruplarla yaptığı Medine Sözleşmesi, hayatı boyunca insanlara davranışları, çeşitli din mensuplarıyla ve kölelerle ilişkileri ve bu konudaki tavsiyeleri insan hakları açısından büyük öneme sahiptir.

Veda hutbesi insan hakları bakımından önemli bir belgedir. Kişi, aile, toplum (müminler toplumu) ve bütün insanlığı iç içe geçmiş halkalar biçiminde içermektedir: “ Ey Allah’ın kulları, sizlere Allah’tan korkup, çekinmenizi tavsiye eder, hepinizi O’na itaat etmeye teşvik ederim.” Veda Hutbesi başlangıç cümleleri ve yukarıdaki cümleler birlikte düşünüldüğünde kişinin kendine olan haklarının başında tek Allah’ı tanımak ve O’na itaat etmek geldiği söylenebilir; kişi ancak bu suretle kendine karşı görevini yerine getirmiş ve gerçek değerini bulmuş olur.

Sonrası aile hakları ile ilgili halka: “Ey İnsanlar! Eşlerinizin sizin üzerinizde sizin de onlar üzerinde hakkı vardır; size kadınlar hakkında yaptığım tavsiyeyi tutun; siz onları Allah’ın emaneti olarak aldınız; kadınlar hususunda Allah’tan korkun ve onlara iyi davranın.” Veda hutbesinde can, mal ve namus dokunulmazlığı vurgulanmış sonra müminlerin kardeş olduğundan bahsedilmiş ve daha sonra hutbe cihanşümul bir boyuta çekilmiştir:“ Ey İnsanlar, Rabbiniz birdir, babanız da birdir, hepiniz Âdem’densiniz, Âdem’de topraktandır.”

İslam bilginleri ve teorisyenleri, dinin amacının “ zarurat-ı hamse” denilen beş temel ilkeyi yerleştirmek ve korumak olduğunu ifade etmişlerdir.

Canın korunması/ Aklın korunması/ Namus ve haysiyetin korunması/ Dinin korunması/ Malın korunması

Korunması gereken bu beş ilke bir yönüyle Allah’ın peygamber göndermedeki maksatlarını ( makasidü-s şari) teşkil ederken, bir yandan da insanların yararlarını gerçekleştirmeye matuftur, kısacası insanların temel yararları bunlardan ibarettir.

Önceki ve Sonraki Yazılar