Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

İSVEÇÇE TÜRKLERE KOLAY

Arkadaşım bana soruyor: “Körningci” ne demek?

Ben bilemedim. “Sürücü” demekmiş. İsveç’te bir Türk internet gazetesine bir pizzacı ilan vermiş. “Körningci” lazımmış. Yani sipariş edilen pizzaları yerine ulaştıracak eleman...

Her ülkenin diline yeni yeni sözcükler kazandırıyoruz ya da biz o ülkelerin dillerinden kendi dilimize alıyoruz.

1971 yılında Viyana’ya geldiğimde ilk öğrendiğim yer Prater olmuştu. Viyana’nın panayırı diyebiliriz. Çocukların, gençlerin, yetişkinlerin, her yaştan insanın eğlenebileceği yerler vardı. Prater’de. İstanbul’dan arkadaşım Terzi Erdem ve onunla aynı yerde çalışan Mardin Midyatlı Terzi Fikri ile birlikte langırt oynuyorduk, müzik dinliyorduk, bira içiyorduk, kızlarla flört etmeye çalışıyorduk.

Biz yirmi yaşlarındaydık. Bizden büyüklerin tercih ettiği dans yerleri de vardı. Olgun ve dolgun hanımefendilerle dans ediyorlar eğleniyorlardı. Bazen Pehlivan İsa’ya takılır giderdim oralara. Ben gariban bir öğrenciydim o da sağlam bir inşaat işçisi. Yaz kış inşaatlarda ölümüne çalışırdı. (Gözümün önünde eridi gitti koca pehlivan). O, dans -mans, hatunlarla uğraşırken bana da bira ısmarlardı.

İlk dil kargaşasını orada yaşadım. Bizimkilerden birisi Avusturyalı birine kızmış, bağırıyormuş: “Varum da sen benim kolleganınfravsuyla dans edeysun?” Meğerse bir Avusturyalı, arkadaşının dans etmiş olduğu hanımefendiyi dansa kaldırmış. Bu da arkadaşına arka çıkıyormuş, “Neden sen benim arkadaşımın karısıyla dans ediyorsun?” diye kızıyormuş.

O dans yerleri çok gırgır olurdu. Bizimkiler kemküm Almanca ile hanımlarla nasıl anlaşıyordu bilmem.

Daha sonraları İsveç’e geldiğimde benzer olaylara orada da tanık oldum.

İsveç’teki Türklerin çoğu Konya’nın Kulu ilçesinden gelmişlerdi. Çoğu bulaşıkçılık ve temizlikçilik yapıyorlardı. Fabrikada çalışanlar ne kadar böbürlenseler azdı. Kululu bir garson delikanlı, bir metro sürücüsü, İstanbullu iki taksici, bir İstanbullu lokanta şefi vardı. Parmakla sayılacak sayıda, sanatçı, filmci, gazeteci, heykeltıraş, mimar, tercüman vardı. Onlar ulaşılması zor büyük adamlardı.

Türklerin çoğu Rinkeby mahallesinde otururdu. O nedenle semte “Türkeby” denirdi. Yani “Türk Köyü”. Oraya giden metronun İsveçliler arasındaki ismi ise “Vitlökexspressen” yani “sarımsak ekspresi” idi. Buranın Türkçesi de İsveççesi de bir alemdi.

Örneğin, “ne iş yapıyorsun” diye sorduğunuzda, “dızgacı”, yanıtını alırdınız. Yani bulaşıkçı. Bulaşık yıkamak “diska”,bulaşık “disk”, bulaşıkçı, “diskare”... Ama Türkçesi “dızga” ve “dızgacı”...

Körningci” de öyle bir sözcük. “Kör”(şör okunur) sür, “köra” sürmek, “körning”,sürüş, “körare”, sürücü... Bizimkilerde sürücü, “körningci” olmuş...

Bizimkilerden biri arkadaşıyla buluşacakmış. Arkadaşı epeyce geç gelince şikayetini şöyle dile getirmiş: “Vänta da vänta, Vänta da vänta”... Yani “bekle de bekle, bekle de bekle”...

İsveç Akademisi İsveççe sözlüğe zaman zaman yeni sözcükler ekler. Bu yıl da 1700 yeni sözcük eklenmiş.

İsveççe de Türkçe’den de epeyce sözcük vardır. Türkiye’de beş yıl üç ay kalmış olan İsveç Kralı Demirbaş Şarl ile “kalabalik”, “dolma” gibi sözcükler girmiş. Ama daha önceden de pekçok sözcük var. İsveç Tarihinin babası sayılan Profesör SvenLagerbring yazdığı “İsveççenin Türkçeyle Benzerlikleri” kitabında ikiyüzden fazla sözcüğe dikkat çekiyor. Kiosk (köşk), divan (divan), gülle (kula), gömmek (gömma), bur (borra), ver (ger), siper (spärr) gibi.

İsveç Akademisi sözlüğüne 1960 sonrası gelenlerin kattığı sözcüklerden bazıları ise şöyle: gus (kız),len, aboo, ayna, yalla (yallah), keif (keyif)...

Yani, artık Türkiye’den yeni gelen bir delikanlı, “Türk Köyü (Rinkeby)”nde anlaşabileceği kadar İsveççe öğrenebilir. İsveçli bir kıza, “leen guuus abooo” diyerek ilk romantik adımı atabilir.

Aslına bakarsanız zaten çoğunluk,ilk geldikleri 1960’lı yıllardan bu yana o kadarla durumu idare eder gider.

Ortaokulda İngilizce öğrenmeye başladığım sıralarda bir akşam yemeğinde babam patatesi gösterip sormuştu:
- Patates ne demek?
- Potato
Domatesi gösterip sordu:
- Domates?
- Tomato
Çok hoşuna gitmişti:
- Aaaa İngilizce ne kolaymış

İsveççe de kolaydır. Hele Türkler için...

Not: Bir zamanlar İsveççeye kattığımız “ombudsman” sözcüğünü epeyce bir zamandır yeniden kullanmaya başladık. Hayırlı, uğurlu, yararlı olmuştur umarım.

Önceki ve Sonraki Yazılar