Abdullah Gürgün

Abdullah Gürgün

İSVEÇ’İN KADERİ DİLENCİLERİN ELİNDE Mİ?

  Karşımdan eski ama temiz giysili, ürkek biri geliyor. Yirmi - yirmi beş yaşlarında, bizim insanlarımıza benziyor. Çekinerek yaklaştı, utana sıkıla, “Abey” dedi... Durdum. Daha da utanarak konuşmaya başladı, “Abey, Türk müsün?” Baktım, “Evet”...

Başladı anlatmaya Arapça mı, Kürtçe mi, Süryanice mi bilemediğim kelimeler karıştırarak uzun uzun dert yandı.

Karısı ve üç çocuğuyla kaçak gelmiş, iş bulamamış, ormanda çadırda kalıyorlarmış, açmışlar, kaç gündür yemek yemiyorlarmış... Anlattı anlattı... Sonunda sadede geldi, bağladı:

“Bana yüz kron verebilir misin? Çoluk çocuğuma yiyecek götüreceğim”.

Bir yandan acıyorum. Biz de çok zor günler yaşadık, yoksulluk çektik... Öte yandan inanasım gelmiyor, “Beni kandırıyor bu kerata” diye düşünüyorum.

Sonunda, “Hadi yalansa da helali hoş olsun, ihtiyacı olmasa dilenmez” diye düşünüp elli kron (50 lira) verdim... Neredeyse ağlayacak... Çok teşekkür etti gitti...

Birkaç gün sonra aynı şahsı başka birine aynı usta tiyatro oyunculuğuyla dert anlatırken görmeyeyim mi? Durum anlaşıldı. Hemşeri geçimini böyle sağlıyordu.

1970’li yıllarda İsveç’te hiç dilenci yoktu. En fazla, sigara isterler, o zaman da “bir sigara ödünç verir misin?” derlerdi. Daha sonra, “Bir kron ödünç verir misin?” sözünü duymaya başladım. Ufak ufak İsveçliler de bu mesleği öğrenmeye başladı.

İsveçliler daha çok ellerinde karton bir kahve bardağıyla metro vagonuna giriyorlar, gayet kibar bir dille, kendilerini tanıtıyorlar, akşam kalacak yer ve yiyecek için biraz para verecek olana müteşekkir olacaklarını söyleyip, vagonu baştan başa dolaşıyorlar. Verene teşekkür edip, diğer vagona geçiyorlar. Ya da neden paraya ihtiyaçları olduğunu anlatan bir yazı yazıp oturup bekliyorlar. Sokaklarda bir kapı aralığına yattıklarında da o yazıyı baş uçlarına koyuyorlar.

Eski “Sosyalist ülkeler” kapitalist olup Avrupa Birliği’ne alınınca yoksulları akın akın Avrupa’ya geldiler. Her köşe başı bir dilenci tarafından tutuldu. Tüm mağazaların önü, metrolar, metro çıkışları dilenciler tarafından ele geçirilmiş durumda. Parklarda meydanlarda, kat kat, rengarenk giysileri, ellerindeki ufak pazar arabalarında gerekli malzemeleriyle oturup dileniyorlar. Ormanlarda, köprü altlarında, terkedilmiş binalarda ya da şansları varsa, evsizler yurtlarında kalıyorlar.

Kimi ayakta, kimi oturuyor, kimi secdeye varmış, kimi avucunu açmış, kimi dua eder gibi, kimi avuçlarını bitiştirmiş Japon selamı gibi... Türlü çeşitli dilenme şekilleri...

Bazıları çöp sepetlerinden, çöplüklerden depozitolu içecek kutuları, şişeler toplayıp satıyorlar. Ya da yiyecek arıyorlar. Gerçek yaşam savaşçıları.

Bazen bu insanların iç dünyalarını çok merak ediyorum. Yaşam onları nereden nereye sürükledi? Dilencilik kendi seçimleri midir, yoksa zorla mı dilendiriliyorlar? Suç örgütlerince örgütlü olarak mı çalıştırılırlar? Koruyucuları var mıdır? Yaşadıkları hayattan memnunlar mıdır? Değiştirmek için bir çabaları var mıdır ya da en azından düşünmüşler midir? Sağlık durumları nasıldır? Karda kışta nasıl hasta olmazlar? Olurlarsa nereye giderler? Ne kadar para kazanırlar? Çocuklarının sağlığını, eğitimini hatta geleceğini düşünürler mi? Soru çok...

İsveç’te yaşayan insanların bir bölümü bunlara acıyor ve ciddi yardımlar yapıyorlar. Her öğlen yemek verenler, alışveriş yaptığı marketten kapının önündeki dilenci için de bir şeyler alanlar var ama büyük bir çoğunluğun kafası karışık. Tamamen duyarsız kalanların yanısıra bunlardan nefret eden, iğrenen, korkan ve bunların ülkelerine gönderilmesini isteyenler var.

Bu dilenci ve yabancı karşıtları, ırkçı parti İsveç Demokratları’nın ekmeğine tereyağı sürüyorlar. İsveç Demokratları şu anda 3. büyük ve kilit parti durumunda. Bunlar dilencilerin ve bütün göçmenlerin memleketlerine gönderilmesini istiyor ve durmadan puan topluyorlar. Bazı istatistikler bu partinin en büyük parti olma yoluna girdiğini gösteriyor.

Bu durumda İsveç’in kaderi tüm göçmenlerin ve dilencilerin elinde denilebilir. Görünen o ki, yakında iktidar olurlarsa İsveç’te çok şey değişebilir.

Şapka çıkmış kel görünmüştür. Perşembenin geleceği çarşambadan belli olmuştur. Yalnız Eski “Sosyalist ülkeler”den değil, Orta ve Uzak Doğu’dan, Afrika’dan insanlar Avrupa Birliği’ne, “İsveç Cenneti”ne akın ediyor. Ne facialar, felaketler yaşanıyor. Kontrolsüz göçle ilgili önlemler hem göç veren hem göç alan ülkelerde alınmazsa, insanlar ülkelerinin kaderini kendileri değiştirmezlerse, bunun bedelini herkes ödeyecektir, ödemektedir. Hem göç veren hem de göç alan ülkelerin başı derttedir. Bu felaketin bedelini hem sömüren hem sömürülen ülkeler ödeyecektir, ödemektedir.

Tüm dünyada sömürünün, insanın insana kulluğunun, baskı ve zulmün kalktığı, herkesin kendi evinde, yurdunda, güven içinde, rahat, özgür, huzur ve refah içinde yaşayabildiği bir dünya kendini dayatıyor.

Emperyalizm adım adım uçuruma doğru ilerliyor..

Not: Beş yıl önce Lund Üniversitesinde dilenenlerin ve dilenenlere para verenlerin tavırlarını ele alan bir doktora tezi yazıldı. O da başka bir yazının konusu olsun.  

Önceki ve Sonraki Yazılar