İYİYİM DOSTLARIM, İYİYİM

Yaşlandıkça çocuklaşmak diye bir şeyi duymuşsunuzdur. Yaşlandıkça çocuklaşmak mı yoksa yaslandıkça daha yalnız kalmak korkusu mu? İnsana daha çok ihtiyaç duymak daha çok hayatin tadına varmayı arzulamak, çocukluğa özlem duymak…

Niçin çocukluğa?

Bunun bilimsel anlatımı yapan pek çok makale var. Okuyup anlamak, benim gibi yaşlandıkça çocuklaşan birinin kavrayacağı konu değil.

Sayfalar dolusu bir araştırmayı güç bela okumaya çalıştım. Ne anladım diye kendimi sorguladım:

Öğrenme, akıl yürütme, problem çözme, karar verme, bellek benzeri olgular doğumla birlikte tırmanışa geçiyormuş. 20-25 yaşlara kadar zirve yapıyor, sonra yavaş yavaş inişe geçiyormuş. 80 yaş civarında en düşük noktaya varıyor, bu fonksiyonların çoğu 60-80 yaş arasında çocukluktaki düzeye geri inermiş. Başta kendi üzerimde, çevremle kıyaslama yapmak istedim. Doğru. İki yaşındaki çocuklar cep telefonuyla oyunlar oynarken, ben telefona bir isim nasıl kaydedilir, bir konum nasıl atılır? Öğrenemedim. Üçüncü, beşinci kez torunuma soruyorum. Bıkkınlık mimiğiyle karşılaşırım korkusuyla yüzüne bakamıyorum.

Evet, çocuklaşıyoruz. Naz deyince çoğunuzun sevgilinin sevgiliye tatlı bir hüzün veren türlü tavırları, sözleri gelir.

Damarlarımızda deli kanların dolaştığı yıllarda rahmetli Necdet Tokatlıoğlu’nun uşşak şarkısını ne kadar çok severdim bilemezsiniz.

Siz de dinleyin seveceksiniz.

“Sevgilim bir tânem gel artık bana

Aylardır yıllardır hasretim sana

Büsbütün düşürme beni hicrana (ah)

Gel artık gel bekliyorum nazlanma

Nâzlanma, nâzlanma, nâzlanma

Çok nâz aşık usandırır…

Bu gönül hep seni gelecek diye

Bekleyip duruyor gelmedin diye

Bu nazı bırak ta beni bekletme

Gel artık gel bekliyorum nazlanma….”

Bizden biraz genç olanlar bu şarkıyı hatırlamasa bile, Sezen Aksu ile Aşkın Nur Yengi’nin şarkılarını bilirler:

“……..Hadi gel gel gel ne olursun gel

Hadi nazlanma hayat çok kısa

Hadi gel gel gel bu hasret yeter

Hadi nazlanma sonra bu aşk biter.

…..”

Gönül telimiz pas tutalı beri bizim için en tatlı ve unutulmaz nazlanma, bir çocuğun nazlanması oldu. Yaşımıza bakıp da nazlanışlarımızı çocuk nazlanışına tahvil ediniz. Hay dilimi eşek arısı soksun. “Değiştirsin, çevirsin, döndürsün, dönüştürsün” anlamında yazdım.

Facebook’ta en son Gaziantep ve Gazilik Madalyasını nasıl kazandığını ve Atatürk’le ilişkisini yazmıştım. Yazımı en az yüz kişi okur ve beğenir diye umuyordum. Aradan iki gün geçti sayı 74’de takıldı kaldı. Çocukluğunu yaşayıp, gönül rahatlığı ile nazlanmamış biri olarak, şımardım. Beğenen sayısı yüz oluncaya kadar yazı paylaşmamak için nazlanmaya karar verdim. Aradan dört gün geçti. Dağ dağa küsmüş dağın haberi olmamış derlerya, kimsenin haberi olmadı. Bugün Sevgili Mehmet Çiçek aradı. Yazılarımın birkaç günden beri yazılarımın niçin olmadığını fark eden olmuş. Sordu. Soruş gerekçesi de güzeldi. “Yazını görünce sağ ve sağlıklı olduğunu anlıyorum. Yazın olmayınca? Eyvah…” Tabi eyvahını ben uydurdum. Vefa timsali, kara gün dostlarım, Mehmet ve Aydan Çiçek kardeşlerime teşekkür ediyorum. Her zaman Hızır gibi imdadıma yetişirler. Boz atlı Hızır onların da yoldaşı olsun.

Beğenisini ifade eden şu andaki 79 gönül dostuma, yorumlar yazan kardeşlerim sağ olsunlar. İyi ki varlar.

Bazen bir takvim yaprağı arkasında bir söz okursunuz. Atilla İlhan’ın “Ben sana mecburum” şiirinde söylediği “….mıh gibi..” aklınızda tutarsınızı. İşte ikisi: “Küsmek nedir bilir misiniz. Küsmek dürüstlüktür. Çocukcadır. Ondan dolayı da saftır. Yalansızdır, küsmek “Seni seviyorum.”dur. Vazgeçmemektir. Kızdım ama hala buradaydıdır. Gitmiyorumdur, gidemiyorumdur. Küsmek nazlanmak ve yakın bulmaktır. Benim için değerlisindir küsmek. “Sevdiğini söyle “demektir. Hadi anla demektir. … “

“Nazlanacak kimse olmayınca anlatamadıklarını yüreğine hapsedersin. Ağırlığı yüzüne yansır. Acıların gözlerinden akar ama, halini soranlara “İyiyim” dersin.”

Siz de eğer beni sorarsanız “gerçekten iyiyim” dostlarım,” iyiyim.”

Önceki ve Sonraki Yazılar