Gülay Sormageç

Gülay Sormageç

KADINLARINIZLA İYİ GEÇİNİN

“Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmek için -evlenme ve boşanma konusunda- engel çıkarmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz.”(Nisa/19)

“Kadınlara zorla vâris olmak” ya kendileri veya malları için söz konusu olmaktadır. İslâm’dan önce her ikisi de yapılmakta idi. Birincisi, ölen kimsenin büyük oğlunun –kendisinin öz annesi değilse– onun karısına (üvey annesi) sahip olması şeklindeydi. O dönemde ölen kişinin, karısıyla evlenecek, başka eşinden oğlu yoksa ya kadın elini çabuk tutup kaçar, baba tarafına sığınır ve kurtulurdu ya da ölenin erkek yakınlarından birisi erken davranıp gelir, kadının üzerine elbisesini atar ve böylece ona sahip olurdu. İkincisi kadının kendine değil, malına zorla vâris olmaktır. Bu da iki şekilde olmakta idi:

a) Kocası karısını sevmediği ve ona ilgi göstermediği halde boşamaz, nikâhı altında iken ölmesini ve malının kendisine kalmasını beklerdi.

b) Kadınları ve kızları velileri evlendirmezler, bekâr veya dul olarak vefat etmelerini ve mallarının kendilerine kalmasını isterlerdi (İbn Âşûr, IV, 283-284; Buhârî, “Tefsîr”, 4/6). Birinci uygulamayı yansıtmak için âyetin ilk cümlesini “Kadınları zorla miras olarak almayın” şeklinde tercüme etmek gerekir. Biz ikincisini esas aldığımızdan bu cümleyi “Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir” şeklinde çevirdik. Kadınlara karşı haksızlık ve zulüm demek olan bu âdetler ve uygulamalar İslâm’da kaldırılmış, haklar sahiplerine verilmiştir.

Günümüzde kadınlar gerek kamuda gerekse özel sektörde çalışma hayatına katılmış durumdalar. Dolayısıyla “ ekonomik özgürlükleri” vardır. Fakat toplumumuzda bu bağlamda da ciddi sıkıntılar yaşanmaktadır. Çalışan kadının eşi kadını sanki onun ırgatıymış gibi görmekte çoğu zaman… Hatta aşağılayıp, yok sayarak zorla kazancına el koymakta hiç sakınca görmemekte. Elbette hakkaniyetli davranana sözümüz yoktur, olamaz!

Bunun adı ekonomik şiddettir. Kazancına zorla el koymak!

Kur’an bu bağlamda “ ancak gönül rızasıyla verirlerse…” ( Bu da mihir için geçerlidir) buyurarak sınırı koymuş olmasına rağmen bu sınır ihlal edilmektedir. Çalışan kadınların çoğu bu gerçekle yaşamaya mecbur hissediyor. Çocuklarım diyor, sabredeyim diyor… Sonunda ciddi yıpranma ve ruhsal incinmeler kadını perişan ediyor!

”… zorla vâris olmanız helal değildir”

Ayetten anlıyoruz ki; kadınlar yüzyıllardır aile içi şiddete maruz kalmaktadır. Toplumlarda kadın- erkek eşit olmadığı için bu algı çok fazla değişememiş, problem de süreklilik arz etmektedir. Hâlbuki karşılıklı rıza, istişare ile durumun kotarılması ve kadının kendisinin sömürüldüğünün hissinin uyanmaması açısından çok çok önemlidir. Üstü perdelenmiş bu sorunun da “ Zorla varis olmak” tan farkı yoktur. Üstelik dinimiz de şahsi mülkiyet hakkı vardır. Hukuken de vardır. Bu durum göz ardı edildiği zaman kadın hem ekonomik hem de psikolojik şiddetle karşı karşıya kalmaktadır… İşte o zaman “ eloğlu”, “ elkızı ” olmak can acıtıyor!

Hani birbirleriyle huzur bulacaktı eşler(?)!

“Onlarla iyi geçinin”

“Onlara karşı mâruf çerçevesinde davranın” diye de çevrilebilir. Ma‘rûf “toplum tarafından bilinen, kabul edilen, hoş karşılanan, dine göre de meşrû ve makbul olan davranışlar”

Evlilik birliği içinde erkeklerin ve kadınların karşılıklı hakları ve yükümlülükleri vardır. Bu hak ve yükümlülüklerin bir kısmı Kur’an ve sahih sünnet tarafından ortaya konmuştur, bir kısmı ise toplumun örfüne, âdetine ve ahlâkına bağlı ve dayalı olarak belirlenmektedir. İslâm öncesi Arap toplumunun örf ve âdetleri arasında bulunan ve kadınlara karşı haksızlıklar ihtiva eden anlayış ve uygulamalar naslarla ( ayetlerle) kaldırılmış; bunların yerine, kadını ve erkeğiyle insan haysiyet ve şerefine uygun olan hükümler getirilmiştir. İslâm’ın dinî, ahlâkî ve sosyal hayatta gerçekleştirdiği inkılâba uygun olarak oluşan fıkıh ve ahlâk kurallarıyla ümmetin örfü, âdeti evlilik birliğine de hâkim olmuş, erkekler ve kadınlar birbirlerine karşı bu kurallar çerçevesinde davranmışlar, ilişkilerini buna göre yürütmüşlerdir. ( Her zaman ve herkes için bunu söylemek mümkün değildir.)

Erkeklerin kadınlara karşı kötü davranışları (mâruf- iyilik çerçevesini aşan muameleleri) her zaman kadınların kusurundan kaynaklanmaz. Erkeklerin kötü huylu olmaları, başka kadınlara meyletmeleri, zaman içinde eşlerinden soğumaları, hatta onlardan nefret eder hale gelmeleri gibi sebepler de onları kötü davranışa itebilir; sözü edilen bu sebeplerin etkisiyle erkekler, kadınlarını boşamaya, evlilik hayatına son vermeye karar verebilirler. Bu durumda Kur’an-ı Kerîm’in tavsiyesi, erkeklerin aceleci olmamak, duygularını kontrol etmek gerektiği konusunda öneri de bulunmaktadır.

Duygusal isteklerin her zaman insanlar için hayırlı sonuçlar doğurmadığını, istenmediği halde yapılan veya katlanılan şeylerin de bazen insan hakkında hayırlı olduğunu düşünmeleri, bu kabilden tecrübeleri hatırlamaları, evlilik hayatını ve bu hayat içinde iyilik ve adaletten ayrılmama çizgisini ellerinden geldiğince korumaya çalışmalarını öğütlemektedir.

Yazık ki; erkeğin kadına göre üstün konumu kadına yönelik şiddetin en önemli dayanağıdır. Bu eşitsizlik sonucunda erkekler, kadınların yaşam, davranış ve toplumsal etkinliklerini denetleme “hakkına” sahip olduklarını düşünmektedirler. Dolayısıyla, kadına yönelik aile içi şiddet, aile içi dinamiklerden değil, toplumun erkek egemen yapısından kaynaklanmaktadır.

Toplumu oluşturan; siyasal, hukuksal, toplumsal, ekonomik, eğitsel ve geleneksel bütün yapılar aile içi şiddeti beslemektedir. Aile içi şiddet kadınlar tarafından yaşanan ama açıklanmayan, üstünde konuşmaya korkulan, geleneklerle korunan bir tabudur!

Önceki ve Sonraki Yazılar