Ali Rıza Özkan

Ali Rıza Özkan

KAHVE BAHANE!

Türk kültürünün en ayırt edici özelliklerinden birisi, sentezci ve integratif olmasıdır. Türkler, karşılaştıkları her “yabancı” unsuru kolaylıkla kendisine adapte eder ve hatta yeni sentezler yaratır.

Buna karşılık, Avrupa kültürlerinin bu bakımdan bize kıyasla “zaaflı” olduğunu söyleyebiliriz. 60 yıllık Türk varlığı, Almanlara örneğin, severek yedikleri kebaplardan, dönerden yeni sentezler yaratma ilhamını veremiyor.

Halbuki, Latin Amerika kökenli ve neredeyse sadece 100 yıllık beraberliğimiz olduğu halde, bizdeki, 330 çeşit patates yemeklerinin pek azı dışımızda bilinir, tanınır.

Yine Latin Amerika kökenli bal kabağından cevizli-tahinli-kaymaklı tatlı türetmişiz.

Hindistan kökenli patlıcandan ise, sadece Osmanlı mutfağında tam 156 çeşit yemek yapıldığı, övünçle tüm tarif kitaplarında anlatılır.

Tazesini salatalarımızın, pişmiş olarak da tencere yemeklerimizin temel maddesi haline getirdiğimiz domatesten ezme gibi meze, güneşte kurutup kışlık salça türetmişiz.

Hatta öyle ki, Türklerin milli yemeği diyebileceğimiz “melemen” domates olmadan düşünülemez.

1988 yılında, Berlin Hür Üniversitesi’nin halk eğitimi konulu bir araştırması için bir süre yaşadığım Meksika’nın başkentinde, Devrim Meydanı’nın tam karşısında bulunan Gran Hotel Ciudad de México’nun şef aşçısına vatan özlemimi biraz olsun dindirir umuduyla, melemen tarifini verdiğimde, hayatında ilk kez böyle bir yemekle karşılaştığını belirtmişti.

TÜRK KÜLTÜRÜNÜN AYRILMAZ BİR PARÇASI: KAHVE

Ancak, kültür ve lezzet tarihimizin en ilginç fenomeni ise kahve olmuş.

Türklerin, Mısır’ın fethinden sonra tanıştıkları kahve ile 500 yıllık beraberliklerinden sadece yeni bir kahve pişirme yöntemi doğmadı.

Ortaya çıkan, büyük bir kültür fenomeni oldu.

2013 yılında UNESCO, “diyaloğa katkıda bulunduğu, sosyal uyumu ve açıklığı güçlendirdiği” gerekçesiyle Türk kahvesini insanın somut olmayan kültürel mirası listesine ekledi.

İster, Habeşistan’daki Kaffa bölgesinden, isterse Arapça keyif verici anlamında kahva kelimesinden türetilmiş olsun, kahve bugün Türk kültürünün ayrılmaz fenomenolojik bir parçası haline gelmiş durumda.

Arap tarikatlarının zikir esnasında müritlere dinçlik verip uykuyu engellemesi için kullandığı kahve, Türklerin elinde sosyal hayatın vazgeçilmen bir medya aracı haline geldi.

Öyle ki, “Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül muhabbet ister kahve bahanevecizesi ile, kahvenin sosyal hayatın merkezindeki rolü de tarif edilmişti.

Daha 1550’lerde İstanbul’da açılmaya başlanan “kahvehane”ler, Kanunî Sultan Süleyman devrinden itibaren farklı dönemlerde defalarca fetvalar yoluyla kapatıldı. Ancak, kahvenin merkezinde olduğu toplumsal iletişim o kadar güçlüydü ki, kahve ve kahvehane Türk toplumunda kültürün yaşandığı ve yaşatıldığı bir öge olarak yıkılmaz bir yer edindi.

Öyle ki, Evliya Çelebi dahi bu mekanların önemini vurgulamak için, “cümle kahveler birer mekteb-i irfândırdemişti.

AVRUPALILARIN TÜRK KAHVESİ İLE TANIŞMALARI

Kimilerine göre, Osmanlı ordusunda casus olarak bulunan, Avusturyalıların Georg Franz Kolschitzky ismiyle tanıdıkları Polonyalı asilzade Jerzy Franciszek Kulczycki Avrupalıları kahve ile ilk tanıştıran kişidir.

İkinci Viyana Kuşatması’nda Avusturya hesabına başarılı casusluk yapan Kulczycki, Kral III. Jan Sobieski tarafından ödüllendirilmek istendiğinde, Türklerin bıraktıkları kahve çuvallarını talep ettiği söylenir. Böylece, 1783’te Singerstrasse Caddesi’nde, üzerinde Türk giysileriyle konuklarını ağırlayan Kulczycki’nin açacağı ilk kahvehanesinin hammaddesi de elde edilmiş oluyordu.

Zaman zaman “İslam’ın şarabı” veya “şeytan içeceği” gibitanımlarla kötülenmek istense de, kabul etmeliyiz ki, kahve Avrupa hayatının ayrılmaz bir parçasına dönüştü.

Ancak, bir farkla ki, Avrupalı Türk kahve pişirme yöntemini pratik bulmadı. Taze kahve çekirdeklerinin kavurulduktan sonra öğütülmesi ve ağır ateşte köpüklenerek pişirilmesi yerine, toz haline getirilmiş kahve suda pişirilip içildi.

Kahveye süt ekleme alışkanlığını sahiplenmek konusunda Londra ile Viyana aralarında yarışırken, bir zamanlar Viyana kahvesi de denilen, Türk kahvesi neredeyse tamamen unutuldu.

Bugün, Viyana kahvesi ile de anlatılan, içecek olarak kahve değil, eğlence mekanıdır.

PRAG’DA TÜRK KAHVE FESTİVALİ

Türkiye Cumhuriyeti Çekya Büyükelçiliği, 11-19 Eylül tarihlerinde Türk Kahvesi Kültürü Festivali düzenlemiş.

İkinci Viyana Seferi’nin ardından, Avrupa’nın Türk kahvesi ile yeniden buluşması için girişimde bulunan Prag Büyükelçimiz Egemen Bağış’ı tebrik ediyorum.

Halkların ancak kültürel yakınlaşma ile dostluklarını inşa edip pekiştirebileceklerini çok doğru olarak benimsemiş olan Büyükelçimiz, umarım, bu festivali önümüzdeki yıllarda da sürdürür.

İşlerine karışmak gibi olmasın, ama, kanaatimce, Dışişleri Bakanlığı Türk Kahve Kültürü Festivali konseptini dünyanın diğer ülkelerine da yaymalıdır.

Karşılıklı kültürel etkileşim, ticaret ve dostluğun geliştirilmesinin tek bir konsept içerisinde, Türk kahvesi başlığı altında ifade edilmesi, kanaatimce, Dışişleri Bakanlığı çatısı altında, son yıllarda ortaya atılmış ve uygulanmış en yaratıcı fikirlerden birisidir.

Türk entelektüel dünyasının dünyanın diğer ülkeleri ile buluşması, sinema, müzik ve edebiyat gibi sanatlarımızın uluslararası alanda kendilerini ifade etmeleri şansını bulmaları, ticari işbirlikleri, spor, eğlence etkinlikleri gibi oldukça geniş bir skalada, “Türk kahvesi” mottosu ile etkinlikler düzenlenebilir.

Umalım ki, bu yaratıcı fikir Büyükelçimiz Bağış ve Prag şehri ile sınırlı kalmasın; Berlin, Viyana, Brüksel, Paris, Roma, Londra ve diğer başkentlere de ulaşsın.

Dostluk ve işbirliği şahane, kahve bahane, diyelim!

Önceki ve Sonraki Yazılar