KARDEŞİM, NEFES ALIYORSUN YA!

Şükrü Tunar’ın bütün şarkıları damarımdan girer. Yakın arkadaşlarım bilirler ki, birini bir başka severim. Dost meclislerindeysek ne yapar, yaparlar bir yolunu bulup bu şarkıyı bana dinletirler:

“Kalbimi bezlederim minnet ü zevkle dilesen

Bir muhabbet kuşu da ben olurum sev diye sen

Sevgimin meltemidir şimdi şu ruhumda esen

Bir muhabbet kuşu da ben olurum sev diye sen …”

 

Elbette bedenimden söküp atamam. Ama, dilimde, kafamda, ziyaret edenlerimle, telefonla arayanlarımla kalple yatıp kalple kalkıyorum. Bir süre yalnız kalsam, ruhumda bir konser başlıyor kalplerle ilgili. Gözlerimi hafifçe kapatıp, muhabbet kuşu gibi kanat çırpıp, geçmiş yıllara, yerlere kişilere ışınlanıyorum. Siz de bana katılabilirsiniz. Eğer gençseniz ve sevgiliniz yanı başındaysa, ellerini tutup, gözlerinizi gözlerinizden ayırmayınız. İlk şarkımız, benim yaşta olanlara gelsin. Bu hicaz şarkıyı, Ferit Sıdal bestelemiş:

“Kalbimin her köşesi bin bir hatıra saklar,

Geçti baharı ömrün, saçıma düştü aklar,

Mazide kaldı artık hevesler iştiyaklar,

Geçti baharı ömrün, saçıma düştü aklar.”

 

İkinci şarkımız da bizler için olsun. Mehmet Gökkaya’nın güftesini Erol Sayan’ın nihavent bestesinden dinleyelim. Yüreğimizin paslanmaya yüz tutmuş tellerine şöyle bir dokunuversin:

“Kalbe dolan o ilk bakış

Unutulmaz unutulmaz

Sevda ile ilk uyanış

Unutulmaz unutulmaz

İlkbahar, yaz mevsim mevsim

Birkaç mektup birkaç resim

Yıllar geçse o bir isim

Unutulmaz unutulmaz ..”

 

Unutulmaz elbet. Eğer günübirlik gönül eğlendirdiğin biri değilse unutulmaz. Sevgili de, dost ta unutulmaz. Hergün gazetesinde çalıştığım yıllarda, yazarlarımız arasında Ertuğrul Şevket Avaroğlu vardı. “Sapantaşı” klişesi altında kısa fıkralar yazardı. Bir de “Gönül Abla” sütununu hazırlardı. Bütün okuyucular “Gönül Abla” diye mektuplarını ona yazarlardı. O da bir bayan gibi okuyuculara akıl öğretir, sorunlarına yardımcı olurdu. Ertuğrul Şevket Avaroğlu’nun şiirini Osman Nihat Akın Nihavent makamında bestelemiş:

“Kalbimdeki son aşka inerken kara perde

Bir ağlayacak göz aradım bendeki derde

Bahtın bütün insanları güldürdüğü yerde

Bir ağlayacak göz aradım bendeki derde”

 

“Ah bu şarkıların gözü kör olsun” diyorlar. Şimdi hüzün zamanı değil biliyorum. Şayesta Hanım şiirini böyle yazdı, Muzaffer İlkar da “Hüzzam” makamında bestelediyse ben ne yapayım:

“Kalbime koy başını doktor, nabzımı bırak

Gülen gözüme değil ağlayan gönlüme bak

Bir an yaşa ruhumda gör çaresi ne uzak

Gülen gözüme değil ağlayan gönlüme bak.”

 

Battı balık yan gider. İnadına bir hüzünlü şarkı da benden olsun. Şöyle Selahattin Pınar’ı, Yahya Kemal’ı rahmetle andırmak için:

“Kalbim yine üzgün seni andım da derinden

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden

Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden

Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden.”

 

Yeter artık “Kalbimde açılmış dağılan bir güldün, / Bir tel saçını istediğim gün bana güldün.” diyen İzak Varon’dan da, “Kalbime yuva yaptın sonra yıktın” diyen Arif Sami Toker’den de, “Kalbime hasretin zehri döküldü / Derdimle baş başa ağladım durdum” diyen Mustafa Nafiz Irmak’tan da; söz etmeyeceğim. El ele, göz göze, toz pembe yıllarını yaşayanlar için bu şarkılar: İlkini, Muazzez Kürdan’ın güftesinden Şekip Ayhan Özışık bestelemiş:

 

“Kalbimin sahibi sensin orda yalnız sen varsın

Benim için sen her şeysin, neş'esin hayatsın

Ömrüm geçip de saçlarına beyazlar dolsa bile

Benim için sen her şeysin, neş'esin hayatsın”

 

Vecdi Bingöl’le, Sadettin Kaynak ne güzel ikilidir Türk sanat müziğimizde. Biri yazmış, diğeri bestelemiş onca şarkıyı. Bu şarkı da öyle. Dinlesin gençler diye:

 

“Kalplerden dudaklara yükselen sesi dinle.

Bu içten duyuşlarla baş başayız seninle

Çifte kumrular gibi. Gölgeli derelerde çağlayan sular gibi,

Bir ilahi nağmedir gönülden coşar gibi, Ruha kadar yükselir.

Sevgiden güzellikten örülmüş hale olur,

Dillerde jale olur, Birleşen dudaklarda gül olur lale olur.

İşte bu hoş terane aşkın sesidir gülüm.

O her şeyde bahane aşksız hayat bir ölüm. “

 

Son şarkımız da nihavent ve Turan Taşan’ın bestesi olsun. Birlikte söyleyelim:

“Kalplerimiz bir olsa Dünyamız başka başka

Olsun varsın diyorsan Kim karışır bu aşka

Sen gönlümde bir özlem Hep gördüğüm rüyasın

Belki bana çok uzak Belki de en yakınsın ....”

Bu günlerde Ziya Osman Saba’nın bir şiirinden bir dize benim sloganım oldu: “Kardeşim, nefes alıyorsun ya!” siz de kendi kendinize öyle söyleyin. Hatta ben kopyalayayım, zamanınız varsa siz de okuyunuz:

Nefes almak, içten içe, derin derin,

Taze, ılık, serin,

Duymak havayı bağrında.

 

Nefes almak, her sabah uyanık.

Ağaran güne penceren açık.

Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında.

 

Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı.

Senin her yer: Caddeler, meydan, çarşı...

Kardeşim, nefes alıyorsun ya!

 

Koklar gibi maviliği, rüzgârı öper gibi,

Ananın südünü emer gibi,

Kana kana, doya doya...

 

Nefes almak, kolunda bir sevgili,

Kırlarda, bütün bir pazar tatili.

Bahar, yaz, kış.

 

Nefes almak, akşam, iş bitince,

Çoluk çocuğunla artık bütün gece,

Nefesin nefeslere karışmış.

 

Yatakta rahat, unutmuş, uykulu,

Yanında karına uzatıp bir kolu,

Nefes almak.

 

O dolup boşalan göğse...

Uyumak, sevmek nefes nefese,

Kalkıp adım atmak, tutup ıslık çalmak.

 

Sürahide, ışıl ışıl, içilecek su.

Deniz kokusu, toprak kokusu, çiçek kokusu.

Yüzüme vuran ışık, kulağıma gelen ses....

Önceki ve Sonraki Yazılar